:::: MENU ::::

En Eski ve En Sevilen Bloglardan Olmak

Anlık paylaşımlarla kolaya kaçmak işime geldiğinden olsa gerek, bloguma yazı girmeyi bir süredir eskisi kadar sıkça yapmıyorum. Arada “aman zaten okuyan da yok”, “laptopun klavyesi o kadar eskidi ki kendi başına kararlar veriyor, yazmayı zorlaştırıyor” diyerek tembelliğe bahaneler bulduğum da oldu. Geçtiğimiz haftalarda sevgili Simto’nun bir yazısı üzerine, “silkeleneyim de kısa aralarla yazayım” dedim, aradan yine zaman geçti. Sevgili Süleyman Sönmez’in özenle güncellediği “Türkiye’nin En Sevilen Blog Siteleri” yazısında ve yine güzel bir derlemeyle evrengünlüğü.net’ in “Türkiye’nin En Eski Blogları” listesinde de yer alınca harekete geçip yazmak kaçınılmaz oldu 🙂

gunesintamicinde

Blog yazmaya 11 yıl önce 2005 yılında blogcu.com platformunda başladım. Günlük hayatın hayhuyu, aile büyüklerinin bozulan sağlık durumları vs. derken unuttum gitti. E-Tohum toplantılarından birinde tanıştığım, yaratıcı çalışmalarına ve girişimci ruhuna her zaman saygı duyduğum sevgili Burak Dönertaş‘ın harika sürprizi ve kesintisiz desteğiyle 8 Eylül 2008 den beri kendi alan adımla açılan blogda yazmaya başladım. Yıllardır en ufak sorunumda, olur olmaz saatlerde “Buraaak imdaat” çığlıklarıma sabırla yanıt verdiği, çözümler ürettiği için ona hep minnetar kalacağım 🙂

Bloguma reklam almamaya karar vermem çok sayıda arkadaşıma yanlış, hatta garip gelmişti. Burası benim oyun alanım, kimsenin yazdıklarıma karışmasından hoşlanmayacağımı bildiğim ve reklamcıları pek iyi tanıdığım için böyle bir karar almıştım. Yıllar içinde de doğru bir karar aldığım defalarca kanıtlandı. Çevreye, hayata, yaşanan olaylara verdiğim tepkiler paralelinde gönlümce yazdım çoğu zaman, yazmaya da devam edeceğim.

Denemediğim, gözümle görmediğim şeyleri paylaşırken özenli olmaya çalıştım. Yıllar içinde halkla ilişkiler ve reklam şirketlerinde çalışan dostların “ama bültenimize yer vermedin” sitemlerinden kurtulmak, çok fazla reklam kokan yazılar yazmak zorunda kalmamak için ayrıca bir de wordpress uzantılı blog açtım bilgilendirme amaçlı, ilk elden tanık olmadığım duyuruları da oradan paylaşmaya başladım.

Yazmayı, yaşadıklarımı, deneyimlediklerimi paylaşmayı seviyorum. Hem belki böylece birilerinin hayatına dokunur, farklı görüşleri değerlendirmelerine neden olur, hatta yapabilecekleri hatalardan korunmalarına yardımcı da olabilirim diye düşündüm yazarken.

Yazımı sevgili Süleyman Sönmez’in blog yazısından bir alıntıyla sonlandırayım:
“Lütfen bu güzel insanların daha çok okunması için bu sayfayı sosyal medya hesaplarınızda, bloglarınızda duyurun. Destek bulsunlar kapanmasınlar. Okunan blog açık kalır…”

Yıllardır yazdıklarıma değer verip okuyan, paylaşan, yorum bırakan herkese çok teşekkür ederim. Yazmaya devam kararımda sizlerin desteği çok büyük, sağ olun var olun.

Sevgiyle ve muhabbetle…


Doğum Günün Kutlu Olsun Emir Cerman

3 Haziran 1984 sabahı, güzel bir pazar günü, 9 aylık heyecanlı bekleyişin sonunda, biricik oğlum Emir ’i kucağıma aldığım gündü. Sabaha karşı başlayan ve gaz sancısını andıran ağrıların doğum sancısı olduğunu anlamam zor olmuştu. Nereden bilebilirdim, doğurmaya hazırlandığım ilk bebeğimdi. Filmlerde izlediğimiz kadınların “amanın, yetişiiin, yandıım, öldüüm” diye bağırdıkları türden ağrılar da değildi.

Oturduğumuz evin terasında dakikalarca yürüyüp, hala “gaz” dan kurtulamayınca saat tutmak aklıma gelmişti. Tabii ağrı aralarının 5 dakikada bir olması kafamda şimşekler çaktırmış, hemen günler öncesinden hazırladığım küçük bavulu kapının dibine koyup beklemeye başlamıştım. Ne mi bekliyordum, “haydi vakit geldi” dediğimde aynı filmlerde görülen tepkiyi veren rahmetli kocamın telaşla hazırlanmasını 🙂 Evet sonunda tam hazırlanıp kapıya çıkarken asansör bizim katta durdu ve o anda en son görmem gereken kişi babam çıkmaz mı asansörden, haydi bakalım bir şey anlamasın diye tornistan eve geri dönüş ve “kahve içer misin babacığım” sorusuna verdiği cevabı duymadan mutfağa kaçış ve ağrıya katlanmak için nefes alıp vermeye devam.

O günlerde kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle ani üzüntüler yaşamaması gereken annemin kulağına gitmesin diye babama binbir şaklabanlık yaptım. Adamcağızın da keyfi yerinde, anlatıyor da anlatıyor. Ben ise ne oturabiliyorum ne kalkabiliyorum, durum git gide vahimleşiyor. En sonunda aklıma, bir arkadaşımızın bizi kahve içmeye davet ettiğini söyleyip müsaade istemek geldi. Tabii bavulu almadan birlikte indik asansörle. O evlerine yürüdü, ben arabaya attım kendimi, kocam son hızla geri çıkıp bavulu aldı ve nihayet yola çıktık. Hastaneye girdik, ilk kontrol yapıldı, beni bir odaya aldılar ve sürpriz, sancılarım duruverdi. O kadar kasmışım ki kendimi, ortalık süt liman. Hemen doktorumu aradılar, kadıncağız tatili nedeniyle Tuzla’daki kardeşine ziyarete gitmiş. Bana ” Zeynep Doktor seni tekrar kontrol edecek ve bana durumu bildirecek gerekirse eve gidersin” der demez, can havliyle haykırdım “kesinlikle olmaz. Eve girince bir daha çıkamayabilirim, bakarsınız yine babam uğrar, ben en iyisi şurada bekleyeyim” dediğimde, sakin olmamı, akşamüstüne doğru yanıma geleceğini söyleyip beni rahatlattı.

Saatler geçmek bilmiyordu, gazeteler, dergiler, TV programları vs derken nihayet doktorum geldi ve kontrolü bitince de müjdeyi verdi “haydi hazırlan suni sancı ile başlayacağız” bende bir sevinç bir sevinç. Hemşire hanım elinde lavmanla gelene kadar da keyfime diyecek yoktu 🙂 Bundan sonrası hızlandırılmış film gibiydi. Suni sancı ile normal sancı arasındaki tek fark sadece süreleri, buna inanın, acı aynı derecede can yakıcı. Nasıl bir acı diye merak ediyorsanız şöyle diyebiliriz; şiddetle bağırsaklarınız bozulmuş ama asla çıkış yolu yok, hayal edebildiniz mi ağrının şiddetini? Bütün bu keşmekeşte bana can yoldaşlığı eden arkadaşım Jale de ikinci bebeğine hamileydi “ya hu ben bu fasılları unutup neden tekrar hamile kalmışım” demez mi, onca can acısına rağmen gözümden yaşlar gelerek gülmüştüm.

Sonunda, “vakit geldi” diyerek beni sedyeye koyup doğumhaneye doğru yola çıkardılar. İşte o an yaşanan acı, ağrı her neyse sanki bir anda hafifledi, kaybolmadı, ama aylardır heyecanla beklediğim bebeğime kavuşacağım anın yaklaşmış olması fikri harikaydı.

Doğumhanede yattığım yerin tam karşısında kocaman bir saat vardı. Oğlumun doğduğu ve sağlam olduğunun söylenmesi sırasında saat tam 18.05 idi. Yer yüzündeki hiç bir örnek o anda hissettiklerimi anlatmaya yetmez.

Yine birbirimizden kilometrelerce uzakta geçecek bir doğum günü olacak. Garip bir şekilde Boston’a gittiğinden beri ancak 5 yılda bir beraber kutlayabiliyoruz Emir’in doğum günlerini 🙂

Canım oğlum; iyi ki doğmuşsun, teşekkür ederim beni hep mutlu eden ve gururlandıran bir evlat olduğun için. Doğum günün kutlu olsun, karşına hep iyi insanlar çıksın, yaşayacağın her gün bir öncekinden daha mutlu olsun, bedenin ve ruhun her daim sağlıklı olsun, ihtiyacı olanlarla sevgiyle paylaşacağın kadar da çok paran olsun.
Emir neler yapıyor merak eden olursa:
http://www.rotu.com


#Turmepa Mavi Kuşak Hareketi

Turmepa yazi

Kuruluşundan itibaren çalışmalarını heyecanla izlediğim Deniz Temiz Derneği/Turmepa’nın “Mavi Kuşak Hareketi-İstanbul Boğazı” Projesi ile 2014 yılında değerli dost Zeynep Çevik sayesinde tanışıp, Turmepa gönüllüsü de oldum. Resim yarışmasının değerlendirilme toplantılarına bizzat katıldım ve her yaştan pırıl pırıl gençlerimizin heyecanına ortak olma şansı buldum.

“Mavi Kuşak Hareketi-İstanbul Boğazı” Projesi sonuçlanınca 2013-2015 yılı arasında yapılan bütün eğitimler, çalışmalar, yarışmalar ve diğer aktiviteler “Deniz, en kirli hikayeleri bile temizler” isimli bir e-kitaba dönüştürülerek “Mavi Kuşak Hareketi” web sitesinde yayınlanmış. Çok sayıda değerli bilim insanı, eğitmen, sanatçı ve işadamı ile aynı kitapta kendi ismimi de görmek ne kadar hoş bir sürpriz oldu bana.

DenizTemiz Derneği/TURMEPA 20 yıldır deniz ve kıyıların kirlenmesini önlemek, mevcut kirliliğin giderilmesine katkı sağlamak ve kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla, her yaş grubuna uygun eğitici-öğretici faaliyetler sağlayan ve denizleri yaşatma çabasında olan bir dernek.

“Mavi Kuşak Hareketi-İstanbul Boğazı” Projesi, TURMEPA tarafından, MITSUI & CO, Ltd. desteğiyle ve İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü işbirliğiyle, Ekim 2013-Aralık 2015 tarihleri arasında İstanbul Boğazı’ndaki kirliliğe ve ekosistemin karşılaştığı tehditlere dikkat çekerek, eğitim faaliyetleri aracılığıyla bilinçlendirme ve farkındalık çalışmaları yürütülmüş.

Ataşehir, Beşiktaş, Beykoz, Eyüp, Fatih, Kadıköy, Kâğıthane, Sarıyer, Ümraniye, Üsküdar, Tuzla’nın içinde bulunduğu, İstanbul’un 11 ilçesinde yürütülen projede, İstanbul Boğazı’nın önemine, ekosistemin karşı karşıya olduğu tehditlere dikkat çekilerek, eğitim ve etkinliklerle gelecek kuşaklar bilgilendirilmiş. İstanbul Boğazı’nın korunması için, denizlerimizin kirlenmesini engellemeyi görev edinecek, sorumluluk sahibi Mavi Kuşaklar yetişmesini sağlamak, proje kapsamında İstanbul Boğazı’ndaki kirliliğe ve ekosistemin karşılaştığı tehditlere dikkat çekerek, eğitim faaliyetleri aracılığıyla bilinçlendirme ve farkındalık çalışmalarının yürütmek projenin temel amacını oluşturmuş.

27 ay boyunca eğitici eğitimleri, okul etkinlikleri, öğrencilerin kendilerini öğrendiklerini ifade edebilecekleri ve eserlerinin sergileneceği”Yaşasın Uskumru” platformu, 23 Nisan Etkinliği, Dalış Etkinliği ve Sualtı Atık Sergisi, İstanbul Boğazı’nın Sesi gibi eğitici-öğretici çalışmalar yürütülerek gelecek nesillerin İstanbul Boğazı, evi deniz olan canlıların yaşam alanı hakkında bilgilendirilmesi ve hepimizin üzerine düşen sorumlulukların duyurulması “Mavi Kuşak Hareketi- İstanbul Boğazı” projesinin temeli olmuş.

Sizler de BURAYA tıklayarak “Deniz, en kirli hikayeleri bile temizler” başlıklı e-kitabın sayfalarını keyifle çevirip, başarıyla sonuçlanan bu müthiş projeyi incelemeli ve yakınlarınızla mutlaka paylaşmalısınız.
Sevgiyle ve muhabbetle…


Istanbul’un Marul Bayramı

istanbulun marul bayramiSiz de benim gibi çocukluğunuzda, ilk gençlik yıllarınızda keyifle yediğiniz sebze meyvelerin tadını özleyenlerden misiniz? İstanbul’da yetişen Arnavutköy çileğinin ve topatan kavununun kokusunu hatırlıyor musunuz? Yıllardır marul diye kaktırılan plastikten hallice ithal yeşil otlardan sıkıldınızsa bu cumartesi gelin Yedikule Bostanları’nda buluşalım. Slow Food Türkiye / Fikir Sahibi Damaklar’ın binbir emekle hazırladığı bu güzel etkinliğe çoluk çocuk katılıp, yerel üreticimize destek verelim.
Etkinlik programını Slow Food Türkiye / Fikir Sahibi Damaklar sayfasından sizler için aşağıya kopyaladım. Facebook kullanıcısı iseniz, BURAYA tıklayarak etkinlik ve diğer çalışmalar hakkında da detaylara ulaşabilirsiniz. Piknik örtünüzü getirmeyi unutmayın 🙂
Sevgiyle ve muhabbetle…

İstanbul’un Marul Bayramı Programı

6 Mayıs 2016, Cuma
Salt Galata
17.00 – 19.00
panel:
İstanbul’da Bostanlar ve Bahar Şenlikleri
Necdet Sakaoğlu
Hayri Fehmi Yılmaz
Turgay Tuna
Faruk Pekin
bu etkinlik Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı işbirliğinde gerçekleşmektedir.
7 Mayıs 2016, Cumartesi
Yedikule Bostanları Ahmet Öztürk Bostanı girişi
11.00-13.00
Suriçi Bostanları’na vefa etkinliği:
2013 yılında da üzerine moloz dökülen bostanda çevre temizliği
bu etkinlik Kültür Karıncaları öğrencileri ile birlikte gerçekleştirilecektir, katılım için 212 347 2425’den Halil Özdemir ile irtibata geçilmesi rica olunur.
Yedikule Bostanları Ahmet Öztürk Bostanı
13.00-15.00
Marul Bayramı Şenliği: Cümbüş Cemaat’in müziğinin birleştiriciliğinde Yedikule Bostancılar Derneği, Yedikule Bostanları Girişimi ve Dürtük ‘den dostlarımızla birlikte bostanlarda yeniden yetiştirilmeye başlanan “Yağlı Yedikule Marulu” ile tanışacak, ekilişine, hasadına dair bilgilenecek, bol bol bostan muhabbeti yapacak ve mini bir piknikle karınlarımızı doyuracağız.
Etkinliğe gelirken üzerinde oturacağınız bir piknik örtünüzle gelmeyi ihmal etmeyin sakın!


Bekar Yaşam Kılavuzu – How To Be Single

HowToBeSingle

Bu sabah gri, serin ve basık havayı unutturacak bir romantik komedi filmi izledim Warner Bros öngösterimiyle; “How To Be Single”
Rebel Wilson kadrodaysa genellikle eğlenceli bir fimdir diye düşünerek gittim ve haklı çıktım.
Değişik çevrelerden 4 genç kadının hayat hikayesinin anlatıldığı filmde, başrol oyuncularına çoğu sahnede New York City manzaraları da eşlik ediyor. Müzikleriyle de izlemesi keyifli hale gelen bir film “How To Be Single”. Özellikle gece klubü sahnelerindeki müziklerde yerimde durmakta zorlandığımı mutlaka eklemeliyim 🙂

Sex & City dizisini, He’s Just Not That Into You tadındaki filmleri sevdinizse bu filmi de eğlenerek izleyeceksiniz. Yönetmenlğini Christian Ditter’ın yaptığı filmin hikayesi Liz Tuccillo’nun kitabından Abby Kohn ve Marc Silverstein tarafından uyarlanmış.

Başrollerde Dakota Johnson, Rebel Wilson, Leslie Mann, Allison Brie, Damon Wayans Jr., Anders Holm, Jake Lacy ve Nicholaus Braun var.
Prodüktörleri arasında Drew Barrymore’un da olduğu filmin müziklerinde Fil Eisler imzası var.
Warner Bros tarafından Bekar Yaşam Kılavuzu adıyla dağıtımı yapılacak olan How To Be Single, 15 Nisanda gösterime giriyor.
Haberlerin iç karartıcılığından, günlük hayatın stresinden azıcık uzaklaşmak isterseniz, bu filme bir şans verin derim.
Hepinize iyi eğlenceler


Kadının Adı Var

Pazartesi sabahı instagram akışımda sevgili Banu Tozluyurt’un çok sevimli bir daveti gözüme ilişti. Caddebostan Kültür Merkezi’nde sahne alacakları bir gösteriye davet ediyordu bizleri. Teyzemin tahlil sonuçları için hastaneye gitmem, eve alınacaklar var derken hepsini hızlıca halledip gitmeye karar verdim. Koşturma hali ve adrenalin ruhuna iyi geliyor insanın 🙂
Trafiği düşünerek yer altından geçtim karşıya, vapur keyfini de dönüşe bıraktım. Kıtı kıtına yetiştim gösteriye, hemen oturup izlemeye başladım.

kadinin adi var

Kadına ve erkeğe eşit uzaklıkta, insana yakın gösteri başlığıyla yola çıkmıştı sahnedeki üç kadın; bizlere kadınların kendi potansiyellerini gerçekleştirmeleri, okur yazar sayısının çoğalması, kadınların ekonomiye katılımı, kadın ve erkeğin el ele barış içinde birlikte yol alabilmelerinden söz ettiler. Ülkemizle ilgili rakamsal verileri de paylaştılar; 181.000 çocuk gelin, 24.000.000 istismara uğrayan çocuğun olduğu bir coğrafyada yaşadığımızı hatırlattılar. Kadının eğitimi yüzde 1 oranında arttığında, o ülkenin gayri safi milli hasılasına bunun katkısının yüzde 3,37 oranında olduğunu, kadınların gelirlerinin yüzde 90’ını sağlık ve çocuklarının eğitimleri için harcarken, erkeklerde bu oranın yüzde 35 civarında kaldığını belirttiler.

kadinin adi var 1

Türkiye’de kadınların var olma savaşı içinde olduğunu anlatıp, Kadının Adı Var‘ın tam da bu sebeple gösterimde olduğunu söylediler.
Kadın dayanışmasının önemini belirterek, erkek egemen toplum belletmesi olan bazı sözlerin özellikle altını çizerek, artık değişim gerektiğini kadınların birbirlerini destekleyerek potansiyellerini geliştirebileceklerini anlattılar.
Perdede Ümmiye Koçak’ın hikayesini yine gözyaşlarıyla izledim. Onunla ilgili bilgleri BURAYA tıklayarak mutlaka okuyun ve Ümmiye Hanım’ın web sayfasına gidip videolarını da mutlaka izleyin.
Banu Tozluyurt, Ebru Tuay Üzümcü, Özge Uzun her üçü de; sizin benim gibi hayatın zaman zaman hırpaladığı, zorluklarla yoğrulan, ama yılmayan ve ayakta durmayı başarıp, başka kadınlara ilham vermeye çalışan kadınlar. Onların kurduğu “Kadının Adı Var” platformunu mutlaka inceleyin. Facebook sayfalarını beğenip takibe alın.
Zincir mağazalar, dünya devi markalar yerine yerel üretici kadınlardan alışveriş yapın, kız çocuklarının eğitimi için uğraşan kurumlara destek olun. Her birimizin; başkalarının hayatına dokunarak fark yaratacağı yetenekleri var, bir köşeye çekilmektense neler yapabileceğimize ve nasıl fark yaratabileceğimize odaklanalım. Damlaya damlaya göl olacağını da hep aklımızda tutalım.
Sevgiyle ve muhabbetle…


Batman v Superman: Dawn of Justice

Superman wonderwoman batman

Uzun zamandır merakla beklenen Batman v Superman: Dawn of Justice filmini, Warner Bros davetiyle öngösterimde izleme şansı buldum bu sabah. Türk Hava Yollarının şık ağırlamasıyla karşılanıp, kesinlikle çok işime yarayacak hediyeleriyle uğurlanmak da pek hoş bir sürprizdi.

thy hediyeler

Film öncesinde yönetmen Zack Snyder tarafından yapılan uyarıya sadık kalarak fazla bir şey yazmak istemiyorum.
2013 yılında vizyona giren Man of Steel filminin sonunda cani General Zod ve Supermen’in savaş sahnelerini izleyiciye yeniden hatırlatıyor Snyder. Fakat bu kez saçları ağarmaya başlamış Bruce Wayne’in perspektifinden izliyoruz Metropolis’in yıkılışını, vahşi ve ürkütücü sahneleri.
Kalabalık ve ünlü oyuncu kadrosu, önemli yapımcıları ve ödüllü senaryo yazarlarıyla değişik bir film ortaya çıkarmışlar. Bu film muhtemelen 2017 de izleyeceğimiz The Justice League için de altyapı hazırlıyor, diğer metahumanlarla ilgili ipuçları veriyor. Aquaman olarak Jason Momoa’yı görmek de hoş oldu tabii 🙂

jason momoa
Ne yazsam ipucu olacak en iyisi siz bu haftasonu Hans Zimmer’in müthiş müzikleriyle bezeli bu filmi izleyin, ama mutlaka IMAX olarak izleyin.
Çocuklar için bence uygun değil, savaş ve dövüş sahneleri, kabuslar vs. epey rahatsız edici, yine de siz bilirsiniz. Hepinize iyi seyirler.
Sevgiyle ve muhabbetle…


Şükredebilmek…

bebek

Mutsuz olmak için kendinize binlerce sebep yaratabilirsiniz, gayet kolay bir eylem bu. Gelin birlikte başka bir yol seçelim; ne kadar zor durumda olsak da mutlu olacak ve yaşadığımız için şükredecek sebepler bulmayı deneyelim.
Her sabah uyandığınızda hiç olmazsa sağ salim uyandığınız için şükredebilirsiniz. Kendinize ait temiz ve rahat bir yatakta uyuyabildiğiniz için şükredebilirsiniz. Başınızın üzerinde bir çatı olduğu, etrafınızda sizi hava şartlarından koruyabilecek duvarlar olduğu için şükredebilirsiniz. Musluklarınızdan akan su için şükredebilirsiniz. Üzerinize giyecek temiz eşyalarınız olduğu için şükredebilirsiniz. Bedenen ve ruhen sağlıklıysanız; nefes alabildiğiniz, görebildiğiniz, duyabildiğiniz, konuşabildiğiniz, yediklerinizi yutabildiğiniz, lezzetlerini alabildiğiniz, kollarınızı oynatabildiğiniz, nesneleri ellerinizle tutabildiğiniz, yürüyebildiğiniz, hatta koşabildiğiniz için şükredebilirsiniz. Etrafınızda sizi seven, önemseyen, özleyen, koruyan, kollayan yakınlarınız ve dostlarınız olduğu için şükredebilirsiniz. Okuyabildiğiniz, anlayabildiğiniz, öğrenebildiğiniz için şükredebilirsiniz. Kendiniz olabildiğiniz için şükredebilirsiniz. Düşüncelerinizi özgürce ifade edebildiğiniz için şükredebilirsiniz.
Maddeleri arttırabiliriz tabii, ama ana fikir; öfürdene pöfürdene mutsuz ve huzursuz yaşamak yerine, sahip olduklarımıza şükredebilmek, gerçekten ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz şeyler ve arzu ettiklerimiz için çaba harcamaya devam edebilmek.
İçinizi ısıtacağını ve biraz da olsa daha huzurlu bir hayata adım atmanıza yardım edeceğini düşündüğüm bir kısa film videosu ekledim. İzleyin lütfen.
Hepinize keyifle geçecek harika bir yeni hafta diliyorum.
Sevgiyle ve muhabbetle..

The Present from Jacob Frey on Vimeo.


Oscar Adayı #Spotlight 29 Ocakta Gösterime Giriyor

spotlight-one-sheet

29 Ocak tarihinde gösterime girecek olan Spotlight’ı Warner Bros davetiyle izleme şansı buldum. Aylardır uluslararası festivallerde ses getiren ve Oscarlarda da çeşitli dallarda ödüllere aday gösterilen filmde; Boston’da küçük yaşta çocuklara tecavüz eden bir grup rahibin suçlarının; Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı Boston Katolik Başpsikoposluğu tarafından uzun yıllar örtbas edilmesinin haberleştirilmesi sağlam bir sinematografiyle anlatılıyor.
Yönetmen Tom McCarthy, sanılanın aksine bu filmde gazetecileri kahramanlaştırmıyor, onların görevlerinin gereğini yapmalarına tanıklık ettiriyor izleyicilerini. Film bittiğinde; hem yönetmen, hem de oyunculuklar “hmm özel efektler, üç boyutlu gözlükler, patlayan zıplayan nesneler olmadan da bir nefeste film izlenebiliyormuş” dedirtiyor.
michael keaton

Filmde çok sayıda tanıdık oyuncu var, ama ağırlık bu habercilikle 2003 yılnda Pulitzer ödülü alan Spotlight ekibinde. Ekip lideri Walter ‘Robby’ Robinson’ı Michael Keaton, atak araştırmacı gazeteci Mike Rezendes’i Mark Ruffalo, ekibin tek kadın muhabiri Sacha Pfeiffer’ı Rachel McAdams canlandırıyor. Times’dan Globe’a transfer olan sakin tavırlı editör Martin Baron’u Liev Schreiber, egzantrik avukat Mitchell Garabedian’ı Stanley Tucci, taciz kurbanlarının avukatlığını yapan Eric MacLeish’i Billy Crudup, Globe’un editörlerinden Ben Bradlee Jr.’ı John Slattery başarıyla canlandırmışlar.
Stanley-Tucci-Spotlight-movie

Spotlight’ı izlerken bir kez daha dinlerin, erkek egemenliğini ve zenginleri korumak üzere yozlaştırıldığını gözlemledim. Boston’a her gidişimde adım başı Katolik Kilisesi görmemin nedeni de filmden sonra iyice netleşti; ne kadar çok ibadethane, garibanlardan tanrı adına söğüşlenen o kadar çok para aktarımı 🙂 Tanıdık geliyor değil mi? Sistem her dinde aynı, değişmiyor.
Filmin tadını kaçırmamanız için konuyu sizlere basitçe özetledim, oyunculuklar ve heyecanı düşürmeyen kurgusuyla mutlaka izlemeniz gerek Spotlight’ı.
İyi seyirler…
Filmle ilgili detaylar için BURAYA tıklayınız


Yaşlanmak…

omg we re aduts Ian Kellen

Yaşlanmak sadece aynada gördüğünüz yabancıdan hoşlanmamak değildir.

Yaşlanmak; sizi arayıp soranların sayısının hızla azalması demektir. Sizi aradıklarında bilirsiniz ki, soracakları bir konu veya dinlemenizi istedikleri bir sorunları vardır.

Birlikte eğlenilecek yerlere çağrılma miktarınız sıfıra yaklaşmışsa, yaşlandığınıza inanabilirsiniz.

Gündemi takip etmeniz, çokça konuda genç yaştakilerden daha yeni bilgiye sahip olmanız da hayatınızı kolaylaştırmaz, hatta çoğu zaman size düşman olacaklardır.

Nasihat etmek istediğinizde genellikle ukalalık olarak algılarlar, sizin daha önce bu konuda canınızın yandığını ve onların canı yanmasın diye uyardığınızı akıllarına bile getirmezler.

Gençliğin nasıl olduğunu hatırlamadığınızı düşünürler, ama bilmezler ki aslında yaşlanan sadece bedenlerdir, ruhlar kendini hep genç hisseder.

Yaşlanınca; gittiğiniz mekanda sevdiğiniz bir melodi çalarken, içinizde bir yerlerde, çılgınlar gibi dans etmek isteyen genç ruhunuzu hızla engellemezseniz, uzaylı görmüş taşralı bakışlarına maruz kalırsınız. Boynunuzu büküp yerinizde oturun, ayağınızla tempo tutmakla yetinin.

Öyle canınızın her istediğini giymeniz, fazla aksesuar kullanmanız da uygun değildir. Saçınızı atkuyruğu yapmanız, arkanızdan kikirdeşmelere neden olabilir.

Tatil yörelerinin sakin olanlarında konaklamanız beklenir sizden, eskaza gündemdeki adreslerden birine yolunuz düşmüşse, neredeyse iğrenir bakışlarla karşılaşırsınız “ne işi var bunun burada” der gibidirler.

Yaşlanmak, bir anlamda da görünmez olmaya başlamaktır. Yirmilerinizdeki ışıldayan görünüşünüze, sağlıklı bedeninize sahip olmadığınız için başkaları tarafından farkedilmeniz de zorlaşır.

Gençliğinizde size yol vermek için çekilip gülümseyenler, yaşlıysanız neredeyse bulundukları yerden geçmeye çalıştığınız için sizi tokatlar gibi bakarlar.

Karşıdan karşıya geçerken yaya geçidinde bile kornalarla protesto edilirsiniz. Toplu taşıma araçlarına binerken size yol vermelerini asla beklemeyin, ezmemeleri ve kenara itmemeleri için dua edin.

Sokağa çıkmanızı yasaklamaları mümkün olsa yapacak binlerce genç insan var etrafta. Bunu da huzur içerisinde sağa sola not olarak yazıyorlar. Sanıyorlar ki hep yirmilerinde kalacaklar.

Bizler; 50, 60, 70 li yıllarda doğanlar, farklı dünya görüşleriyle yetiştirildik ve eğitildik diye düşünüp hoşgörmeye çalışıyorum, zorlansam da deniyorum.

38 yaşımı çok sevmiştim, ruhumu oraya sabitledim ilerlemesine izin vermiyorum, bedenime de elimden geldiğince iyi bakmaya çalışıyorum, ama biyolojik olarak zamana karşı durmak zor oluyor. Yaşlanmayı gençliğin yitişi değil de, fırsatların ve gücün yeni bir aşaması olarak kabullenmek biraz olsun huzur veriyor.

Keşke bir yolu olsa da insanlar hep genç kalsalar; gözleri bozulmasa, hastalanmasalar, elden ayaktan düşmeseler, bunamasalar. Süreleri dolunca fişi çekilmiş elektronik alet gibi duruverseler. Hayal işte hoşgörün, ne de olsa sizlere göre epey yaşlıyım 🙂


Sayfalar:1...12131415161718...59