:::: MENU ::::

Efsane İstanbul: Bizantion’dan İstanbul’a – Bir Başkentin 8000 Yılı

25 ağustos günü Emir ve Berklee’de birlikte okuduğu yabancı arkadaşlarını, Sakıp Sabancı Müzesi’nde “Efsane İstanbul: Bizantion’dan İstanbul’a Bir başkentin 8000 yılı sergisine götürdüm. Aslında planımız tarihi yarımadaya geçip Topkapı, Ayasofya, Yerebatan üçlemesi yapmaktı, ama sabah saatlerine katılmaları gereken bir toplantı konulunca, biz de programı değiştirdik.    
Sahil yolundan eğlenceli bir yolculukla vardık Sakıp Sabancı Müzesi’ne. Çocuklarım öğrenci oldukları için 3 er lira ödeyerek gezdiler Köşk’teki daimi el yazmaları ve müze bölümündeki İstanbul sergisini.
Atlı Köşk’ün kısa süre öncesine kadar birilerinin evi olduğunu öğrenmek, Jason ve Gabriel’i oldukça etkiledi. Girişten başlayarak köşkün içine girene kadar fotoğraf makinalarını ellerinden bırakmadılar. Hem köşkte hem de müze bölümünde fotoğraf çekmek yasak olduğu için sırt çantalarımızı vestiyere bırakarak önce köşkün içini gezdik, avizelerin ihtişamı, tablolar ve el yazmalarına hayran kaldılar. Sonra müze bölümüne geçtik. Önce şehrin 8000 yıllık tarihini özetleyen bir video izledik. Emir’in de; doğup büyüdüğü, aşık olup adına besteler yaptığı şehri, yüzyıllar öncesinden başlayarak yeniden keşfetmek epey hoşuna gitti. Sergilenen objelerin çoğunu, gerek Arkeoloji Müzesi, gerekse Mozaik Müzesi’nde belki de defalarca görmüş olmama rağmen, özel düzenleme ve açıklamalarla tekrar incelemek, benim de çok hoşuma gitti. En çok etkilendiğim bölüm ise “İstanbul’un Kubbeleri” oldu. Hem sunum hem de yerleştirme olarak çok keyifliydi. Yaşadığınız şehri yeniden keşfetmeniz, tarih derslerinde anlatılanları can kulağıyla dinlememiş olsanız da; hazırlanan videolar ve özenli anlatımlarla İstanbul’a yeniden aşık olmanız mümkün bu sergide. İtiraf etmeliyim ki Bizans dönemi yapımı olan bir kolye epey ilgimi çekti. Eğer güvenlik görevlileri adam adama savunma yapar gibi dolaşmasalardı hemen görüntüleyecektim 🙂 Bu güzel gezinin tek rahatsız edici yanı, dirayetsiz öğretmenleri ve anneleri tarafından getirilmiş 4-6 yaş grubu anaokulu öğrencilerinin dikkat dağıtıcı gürültüleriydi. Enerjilerinin doruğundaki veletlerin bağırarak konuşmaları, koşuşmaları diğer konukları da en az benim kadar rahatsız etti. Belki de müze yönetimi böyle durumlar için özel bir gün veya saat belirleyip sadece çocukları almalı. Ya da diğer konukları uyarıp, onların turu tamamlamalarından sonra içeri girerlerse daha rahat edebileceklerini söylemeliler. Bu küçük pürüze rağmen  Sakıp Sabancı Müzesi gezimiz hepimiz için çok keyifliydi. Terastaki manzara gerçekten ömre bedel, ne kadar güzel bir şehirde yaşadığınızı bir kez daha hissedebiliyorsunuz.

Çıkışta, hemen önümüzden geçen klimalı yeşil otobüse el sallayıp durdurduk ve Ortaköy’e doğru yola çıktık. Püfür püfür esen rüzgarla gevşeyip, deniz kenarında otururken, acıktığımızı fark edip yol kenarına sıralanmış renkli kabinlere doğru yürüdük. Emir ve ben kumpir yedik (yıllardır Maya isimli kumpirciden alırım, iki güleryüzlü hanım sahipleri, her zaman zariftirler, tavsiye ederim) Jason ve Gabriel ise tercihlerini waffledan yana kullandılar, taze meyvelerin rengarenk sunumuna bayıldılar 🙂

Deniz kenarında karnımızı doyurup, kedilerle oynadık. Boğaz turu yaptırmak istedik konuklarımıza, ama saati epey geçti, biz de Ortaköy’de oyalanmaya karar verdik. Ortaköy Camii gezildi, fotoğraflar çekildi, sonra Emir’in akıllarını çelmesiyle nargile içip tavla oynamaya karar verdiler. Şeftali aromalı tütün pek hoşlarına gitti, ben de her iyi ev sahibinin yapması gerektiği gibi, tavla da ikisine de yenildim 🙂


One Comment

  • berna mutlu aytekin |

    Güzel bir gün geçirmişsin ablacım, imrendim. Müze gezilerini ben de seviyorum bir ara kaçıp gitmeli aslında :/ Kumpirci tavsiyeni aklımın köşesine yazdım kaç zamandır güzel kumpir yiyemiyoruz eskisi gibi yapmıyorlar bir de senin önerdiğin kumpirciye gidelim.

So, what do you think ?