:::: MENU ::::
Browsing posts in: Politika

Senede Bir Gün Değil, Hep Kadınız

Bu yıl da 8 Mart için yazılacak olumlu bir gelişme yok. Kadına şiddet ve kimliksizleştirme, şiddeti ve kadın ölümlerini meşrulaştırma, kadınları çarşafa sokma çabaları son hız devam ediyor. “Kadınkırım” konusunda yine yol alınamadı. Erkek egemen meclisimizin %75 i kadın olmadığı sürece de değişmeyeceği ortada. Yolsuzluklarla, hırsızlıklarla çalkalanan ülkemde kız çocukları kendileri bebeyken anne olmak zorunda bırakılmaya devam ederken, iyiyi güzeli hayal etmek bile zor. Senede bir kez hamasi laflarla, kozmetik ürün indirimleri, spa teklifleri ile geçiştirilen bir gün değil; “her gün kadın olunabilen” bir ülkede uyanacağımız günler için çabalamaya devam. Her yıl paylaştığım rakamsal verilerde iyileşme yok, artış var. 2018 yılında 317, Aralık ayında 27 kadın cinsel şiddete uğradı. 2018 yılında 440 kadın, Aralık ayında 45 kadın erkekler tarafından öldürüldü, kadın düşmanı uygulamalar devam ediyor. Bir yıl içerisinde en çok kadın cinayetinin gerçekleştiği iller; İstanbul’da 64, Antalya’da 24, Bursa’da 23, İzmir’de 19, Adana’da 15, Gaziantep’te 13, Konya’da 12 şeklinde. 

Aralık ayında Dünya Ekonomik Forumu 2018 Cinsiyet Eşitliği Raporu’nu yayınladı. Türkiye 12 yılda 25 sıra gerileyerek 149 ülke arasında 130. sıraya yerleşti. Türkiye’nin geride bıraktığı ülkelerden bazıları ise: Fildişi Sahili, Bahreyn, Nijerya, Togo, Mısır, Moritanya, Fas, Ürdün, Umman Sultanlığı, Lübnan, Suudi Arabistan, İran, Mali, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Çad, Suriye, Irak, Pakistan, Yemen.

Geçtiğimiz yıl kadınlarla ilgili arpa boyu yol alınmadığı gibi; hepimizin saçlarını diken diken eden mahkeme kararları, cinayetler, dayaklarla “Kadınkırım” tam gaz devam ediyor. Enerjim yok yeni cümleler kurmaya, geçen yıllarda yazıp paylaştığım bilgileri ve yazıyı aşağıya ekledim. Okuduğunuz zaman hak vereceksiniz, rakamsal verilerde azalma değil artış olduğu da hepimizin malumu. Daha çok çaba sarf etmeliyiz, bizi yönetenlerden beklentimiz sıfıra indi, erkeklerin bilinç düzeyini yükseltecek çalışmalara önayak olalım, kişisel çabalarımızı artırıp daha çok kız çocuğun eğitimine, kişisel gelişimine katkıda bulunacak kampanyalara destek verelim. Bunları yapalım ki, gelecek nesillere verecek hesabımız olsun.

Her yıl 8 martta akıllara düşer kadınlar. Kocaman kocaman laflar edilir, devleti yönetenlerden, sanatçısına, öğretmenine, sokaktaki insanına kadar herkes hamasi laflar eder, bir gün sonra ettiği lafları unutur gider. 2002 den bu yana sistemli bir şekilde ötekileştirilmeye çalışılan kadınların, hayatın içinde aktif rol almaları istenmemekte. Taciz ve tecavüz durumlarında suçlu sadece kadın olarak gösteriliyor, hem de devletin yüce mahkemeleri, ilahiyat mezunu din bilginleri tarafından bile. Dekolte giyindin, saçın açık, boyandın, gece sokağa çıktın, bara gittin, içki içtin, sevgilin var e o zaman suçlusun, sorguya gerek yok, doğrudan infaz. Hükümetin yüksek kademesindekiler, kadına ikinci sınıf vatandaş olması yönünde tebliğlerde bulunup duruyor. Çocuk doğur, evinde otur, kocanın sözünü dinle, haklarından feragat et…. liste uzuyor gidiyor. Her gün 5 kadının öldürüldüğü ülkemde “Kadınkırım” hızla devam ediyor. Yaşam hakkı hepimizin en önemli anayasal hakkı olmaktan çoktan çıkarılmış durumda. 2002 yılında cinayetlerle katledilen kadınların sayısı 66 iken, 2007 yılında bu sayının katlanarak arttığını ve 1077’ye yükseldiğini görüyoruz. 2009 yılının ilk yedi ayında ise 953 kadın katledilmiş. 2010 yılında ise, 337 kadın en acımasız işkencelerle, kafaları baltayla, testereyle kesilerek, diri diri toprağa gömülerek,yakılarak, kurşunlanarak çok basit nedenlerle erkekler tarafından katledilmiş. Devlet ise dayak yediği, işkence gördüğü, ölümle tehdit edildiği için polise defalarca şikayette bulunan kadınları korumayarak kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor. Erkek egemen sistem, son yılların en baskıcı ve kahredici günlerini yaşatıyor biz kadınlara. Meclisin yüzde 92si erkek, 375 koltukta kadın oturmadıkça da bu sorunlar çözülmeyecek. Nefret cinayeti, namus cinayeti, töre cinayeti … seç beğen al her model var. Kadınların artık bu konuda daha duyarlı ve aktif olmaları gerek. Güneydoğu’da yapılan bir araştırmada, araştırmaya katılan kadınların yüzde 46 sı erken yaşta zorla evlendirilmiş daha da acısı yüzde 20 si 12 yaşında bu küçük kadınların. Ülkenin yönetim kademesindekilerin, çeşitli yayın organlarında kendi karılarını neredeyse çocuk yaşta aldıklarını gerine gerine anlatmaları ise durumu daha da vahimleştiriyor.
2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nce 24 bin 48 hane ziyareti ve 12 binden fazla kadınla yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilen bir araştırma sonucuna göre;
-Türkiye’de kadınların yüzde 41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor.
-Yüzde 49.9’la en fazla şiddete maruz kalan kadınlar ‘düşük gelir’ grubunda. Orta gelir durumunda bu oran yüzde 41.8, ‘yüksek gelir düzeyin’de de yüzde 28.7.
‘-Çalışan’ kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayanların yüzde 41.1’i şiddet mağduru.
-Eğitimsiz kadınların yüzde 55.8’i, lise ve üzeri eğitim alan kadınların yüzde 27.2’si şiddet mağduru.
-En az bir kez gebe kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında şiddet yaşıyor.
-Kadınların yüzde 57.6’sı, üç veya daha fazla kez yaralandığını söylüyor.
-Erkeklerin ‘işten çıkmaya neden olma veya çalışmaya engel olma’ oranı düşük gelir seviyesindeki kadınlarda yüzde 21.5 iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda neredeyse aynı: Yüzde 21.2.
-Yaşadığı şiddetini kimseye anlatmayan kadın oranı yüzde 48.5. Düşük gelir düzeyinde bu oran yüzde 54.1, yüksek gelir düzeyindeyse yüzde 37.5.
-Şiddet yaşamış kadınların yüzde 33.7’si ‘hayatına son vermeyi düşündüğünü’ söylüyor. Düşük ve yüksek gelir grubunda bu fikri aklından geçiren kadın oranı aynı, yani yüzde 34.6.
Şiddet görenlerin yüzde 12.4’ü intiharı denemiş. Düşük gelir düzeyinde bu oran 12.4 iken, yüksek gelir düzeyinde yüzde 11
Utanç verici rakamlar bunlar, yürek burkan rakamlar. Lafa gelince herkes coşuyor, ama eylem yok.
Bu yıl biraz çaba gösterelim, aktif olarak derneklerde görev alalım, yakın çevremizden başlayarak, “Kadına Şiddete Hayır” kampanyalarına destek verelim. Kız çocuklarının eğitimine gönül veren herkese yardım etmeye çalışalım. Cinsiyetinden dolayı doğduğu günden başlayarak horlanan, yaşam hakkı elinden alınan kadınlara yardım edenlere destek olalım.
Sadece bir gün değil, yaşadığımız her an kadın olma hakkının, ülkemizde yaşayan her kadına tanınması için elimizden ne geliyorsa yapalım.

Inceleyiniz :

http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2869/kadin-cinayetlerini-durduracagiz-platformu-2018-veri-raporu

http://panel.stgm.org.tr/vera/app/var/files/k/a/kadin_emegi-5_mart_2019.pdf

http://www.khas.edu.tr/uploads/pdf-doc-vb/toplumsal-cinsiyet-ve-kadin-algisi-arastirmasi-2019-sonuclari.pdf

 


Senede Bir Gün Değil, Hep Kadınız

Bu yıl da 8 Mart için yazılacak olumlu bir gelişme yok. Kadına şiddet ve kimliksizleştirme, şiddeti ve kadın ölümlerini meşrulaştırma, kadınları çarşafa sokma çabaları son hız devam ediyor. “Kadınkırım” konusunda yine yol alınamadı. Erkek egemen meclisimizin %75 i kadın olmadığı sürece de değişmeyeceği ortada. Yolsuzluklarla, hırsızlıklarla, depremlerle, sellerle, yangınlarla çalkalanan ülkemde; kız çocukları kendileri bebeyken anne olmak zorunda bırakılmaya devam ederken, iyiyi güzeli hayal etmek bile zor. Senede bir kez hamasi laflarla, kozmetik ürün indirimleri, spa teklifleri ile geçiştirilen bir gün değil; “her gün kadın olunabilen” bir ülkede uyanacağımız günler için çabalamaya devam. 2022 yılında erkekler en az 327 kadını öldürdü, 198 kadının ölümü de ‘şüpheli’ olarak kayıtlara geçti. Kaynak: https://www.gazeteduvar.com.tr/erkekler-gecen-yil-en-az-327-kadini-oldurdu-793une-siddet-uyguladi-haber-1607120 

Minik bir not: Fotograf 1934 yılından. İyi düşünün lütfen, yaşamak istediğiniz hayatı şekillendirecek olan sizlersiniz, geleceğinizin daha fazla ipotek altına alınmasına izin vermeyin. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günümüzü daha güzel zamanlarda kutlayabilmek dileğiyle.

Kadinlar-1934

Geçtiğimiz yıl kadınlarla ilgili arpa boyu yol alınmadığı gibi; hepimizin saçlarını diken diken eden mahkeme kararları, cinayetler, dayaklarla “Kadınkırım” tam gaz devam ediyor. Enerjim yok yeni cümleler kurmaya, geçen yıllarda yazıp paylaştığım bilgileri ve yazıyı aşağıya ekledim. Okuduğunuz zaman hak vereceksiniz, rakamsal verilerde azalma değil artış olduğu da hepimizin malumu. Daha çok çaba sarf etmeliyiz, bizi yönetenlerden beklentimiz sıfıra indi, erkeklerin bilinç düzeyini yükseltecek çalışmalara önayak olalım, kişisel çabalarımızı artırıp daha çok kız çocuğun eğitimine, kişsel gelişimine katkıda bulunacak kampanyalara destek verelim. Bunları yapalım ki, gelecek nesillere verecek hesabımız olsun.

Her yıl 8 martta akıllara düşer kadınlar. Kocaman kocaman laflar edilir, devleti yönetenlerden, sanatçısına, öğretmenine, sokaktaki insanına kadar herkes hamasi laflar eder, bir gün sonra ettiği lafları unutur gider. 2002 den bu yana sistemli bir şekilde ötekileştirilmeye çalışılan kadınların, hayatın içinde aktif rol almaları istenmemekte. Taciz ve tecavüz durumlarında suçlu sadece kadın olarak gösteriliyor, hem de devletin yüce mahkemeleri, ilahiyat mezunu din bilginleri tarafından bile. Dekolte giyindin, saçın açık, boyandın, gece sokağa çıktın, bara gittin, içki içtin, sevgilin var e o zaman suçlusun, sorguya gerek yok, doğrudan infaz. Hükümetin yüksek kademesindekiler, kadına ikinci sınıf vatandaş olması yönünde tebliğlerde bulunup duruyor. Çocuk doğur, evinde otur, kocanın sözünü dinle, haklarından feragat et…. liste uzuyor gidiyor. Her gün 5 kadının öldürüldüğü ülkemde “Kadınkırım” hızla devam ediyor. Yaşam hakkı hepimizin en önemli anayasal hakkı olmaktan çoktan çıkarılmış durumda. 2002 yılında cinayetlerle katledilen kadınların sayısı 66 iken, 2007 yılında bu sayının katlanarak arttığını ve 1077’ye yükseldiğini görüyoruz. 2009 yılının ilk yedi ayında ise 953 kadın katledilmiş. 2010 yılında ise, 337 kadın en acımasız işkencelerle, kafaları baltayla, testereyle kesilerek, diri diri toprağa gömülerek,yakılarak, kurşunlanarak çok basit nedenlerle erkekler tarafından katledilmiş. Devlet ise dayak yediği, işkence gördüğü, ölümle tehdit edildiği için polise defalarca şikayette bulunan kadınları korumayarak kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor. Erkek egemen sistem, son yılların en baskıcı ve kahredici günlerini yaşatıyor biz kadınlara. Meclisin yüzde 92si erkek, 375 koltukta kadın oturmadıkça da bu sorunlar çözülmeyecek. Nefret cinayeti, namus cinayeti, töre cinayeti … seç beğen al her model var. Kadınların artık bu konuda daha duyarlı ve aktif olmaları gerek. Güneydoğu’da yapılan bir araştırmada, araştırmaya katılan kadınların yüzde 46 sı erken yaşta zorla evlendirilmiş daha da acısı yüzde 20 si 12 yaşında bu küçük kadınların. Ülkenin yönetim kademesindekilerin, çeşitli yayın organlarında kendi karılarını neredeyse çocuk yaşta aldıklarını gerine gerine anlatmaları ise durumu daha da vahimleştiriyor.
2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nce 24 bin 48 hane ziyareti ve 12 binden fazla kadınla yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilen bir araştırma sonucuna göre;
-Türkiye’de kadınların yüzde 41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor.
-Yüzde 49.9’la en fazla şiddete maruz kalan kadınlar ‘düşük gelir’ grubunda. Orta gelir durumunda bu oran yüzde 41.8, ‘yüksek gelir düzeyin’de de yüzde 28.7.
‘-Çalışan’ kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayanların yüzde 41.1’i şiddet mağduru.
-Eğitimsiz kadınların yüzde 55.8’i, lise ve üzeri eğitim alan kadınların yüzde 27.2’si şiddet mağduru.
-En az bir kez gebe kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında şiddet yaşıyor.
-Kadınların yüzde 57.6’sı, üç veya daha fazla kez yaralandığını söylüyor.
-Erkeklerin ‘işten çıkmaya neden olma veya çalışmaya engel olma’ oranı düşük gelir seviyesindeki kadınlarda yüzde 21.5 iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda neredeyse aynı: Yüzde 21.2.
-Yaşadığı şiddetini kimseye anlatmayan kadın oranı yüzde 48.5. Düşük gelir düzeyinde bu oran yüzde 54.1, yüksek gelir düzeyindeyse yüzde 37.5.
-Şiddet yaşamış kadınların yüzde 33.7’si ‘hayatına son vermeyi düşündüğünü’ söylüyor. Düşük ve yüksek gelir grubunda bu fikri aklından geçiren kadın oranı aynı, yani yüzde 34.6.
Şiddet görenlerin yüzde 12.4’ü intiharı denemiş. Düşük gelir düzeyinde bu oran 12.4 iken, yüksek gelir düzeyinde yüzde 11
Utanç verici rakamlar bunlar, yürek burkan rakamlar. Lafa gelince herkes coşuyor, ama eylem yok.
Bu yıl biraz çaba gösterelim, aktif olarak derneklerde görev alalım, yakın çevremizden başlayarak, “Kadına Şiddete Hayır” kampanyalarına destek verelim. Kız çocuklarının eğitimine gönül veren herkese yardım etmeye çalışalım. Cinsiyetinden dolayı doğduğu günden başlayarak horlanan, yaşam hakkı elinden alınan kadınlara yardım edenlere destek olalım.
Sadece bir gün değil, yaşadığımız her an kadın olma hakkının, ülkemizde yaşayan her kadına tanınması için elimizden ne geliyorsa yapalım.


İnternet Yasaklarının Dijital Reklam Sektörüne Etkisi Yıkıcı Olacak

Uzunca bir süredir; internet yasakları ile ilgili gerek yurt içinde gerek yurt dışında yayınlanan her yazıyı, her bilgiyi satır satır tarıyor ve okuyorum. Özellikle ülkemizde reklam sektörünün büyük oyuncularının ve basının bu konuya neden bu kadar az tepki gösterdiğini anlamaya çalışıyorum. Hemen hemen sektördeki şirketlerin çoğu yasaklara karşıy “mış gibi” yaptılar. Yeterli değildi, internet yasası ağır cezai yaptırımlara yol açacak şekilde onaylandı. Şimdilerde Twitter, Youtube ve olası bir Facebook yasaklanmasında da dijital reklam ajansları ve çalışanları büyük zarar görecekler. Hatta dün okuduğum bir yazıda VPN ve DNS değişikliği ile internete bağlanmalar nedeniyle reklam gelirlerinde büyük düşüşler olduğundan söz ediliyordu. (Kaynak : Turk Internet )

twitter
Şimdi adım adım birlikte düşünelim; internet yasaklarıyla birlikte dijital reklamcılıktan pay alan büyük oyuncuları hafifçe yana itelim (çoğunlukla bir dünya devi ajansın mutfağında olanlar, yabancı ortağı olanlar gibi gibi), sektörün küçük cirolu oyuncuları yasaklardan önce, koca koca markalardan pay alıp güzel ve göz alıcı işler yapmaya başlamışlardı. Pastanın dilimlerinde payların oranı hızla değişiyordu. Aynı durum TV ve basılı mecralar için de geçerliydi. Bilgisayarları, tabletleri ve cep telefonlarıyla internete bağlanan tüketicileri hızla yakalayan, o dev yayın kuruluşlarının hantal yapılarına kafa tutan birileri vardı ortalıkta. Hala akıllarının alamadığı konu; internet denen ele avuca gelmez yeniliğin, kimsenin tekelinde olamayacağı ve yasaklanamayacağıydı. Hükümet yandaşı/kuklası konumundaki çoğu yayın kuruluşu ve basılı medya devlerinin internet yasağına ses çıkarmayışı anlaşılır tabii, nispeten bağımsız sayılabilecek diğerlerinin yeterince ses etmemesi de yıllardır sömürdükleri reklamverelerin daha az bütçelerle daha efektif kampanyalar yapabileceklerini fark edip ellerinden kaçırmamaya çalışmalarıydı. İnternet reklamcılığı ölürse, yine TV reklamlarına dönüş başlar, markalar yeniden gazete ve dergilerde yer almaya başlarlar diye hesap ediyorlar sanırım. Kaybedilenin sadece bütçeler değil, daha önemli konular olduğunu anlamalarını umuyorum, biraz daha sağduyulu olmanın, insan olmakla mümkün olabileceğine inancım devam ediyor. youtube
Hemen belirteyim aktif olarak iş hayatı içinde değilim, emekliyim; akıllara yanlış bir soru takılmasın 3 yıldır özellikle reklam sekörüne kilometrelerce uzak duruyorum, teklif beklentim de yok. Üzüntüm; yıllarca emek verdiğim sektörü, dijital dünyanın önünü keserek beslenmeye çalışırken görüp, sevdiğim ve işlerini takdir ettiğim çok sayıda genç insanın zorda kalmasına sebep olacağını bilmektir. Olası bir yıkımın, sektörün bütün kanallarına etkisi olacağı da göz ardı edilmemelidir.
Hamiş: Konuya daha hakim kişilerin rakamsal verilerini de paylaşmak isterdim ama erişemedim. Kısa sürede bulursam buradan paylaşacağım.
Yazıda kullandığım görseller; internet yasaklarına en çok tepki veren ve en sistemli paylaşım yapan İnternet Özgürdür isimli blogdan alıntıdır.


İstanbul İçin Adayım Aydemir Güler

Bu kez boyun eğmeyeceğim. Bu kez; bana dayatılan iki haptan birini yutmamaya, katır veya satır cezalarından birini çekmemeye karalıyım. Kılıçdaroğlu aralık ayı başında Washington’da yaptığı konuşmayla Yellowrose’u aday gösterdiğinde, benim de İstanbul için oy vereceğim aday arayışım başladı. Diğer partiler de adaylarını açıkladıkladıklarında, üşenmeyip hepsini incelemeye, haklarında nasıl haberler çıkmış araştırmaya başladım. İstanbul’u yönetmeye aday olanlardan sadece bir tanesi İstanbul doğumluydu, diğerlerinin hemen hemen hepsi söylemlerinde “filanca yerli hemşehrilerim” cümlesini huzur içinde ve en ufak rahatsızlık duymadan kuruyorlardı. Bu şehrin ekmeğini yiyip, mahalle arasına “özbilmemne kasabası derneği” kuran, her fırsatta “İstanbul bitmiş, kaçmak gerek buralardan” cümlesini diline pelesenk etmişlerden bu şehre hayır olmadığını yıllardır yaşadıklarımızdan öğrendik. Her seçilen, kendi memleketlisinin yerleştiği gecekondu bölgelerini ihya edip imara açtı, şehrin plansız programsız giderek çirkin bir dev olmasında son 50 yılın seçilmişlerinin hepsinin suçu var.

Artık masal dinlemeye karnım tok, inşaat baronlarıyla düşüp kalkan bezirganlara geçit vermeye niyetim yok. Her konuşmasında ağzından köpükler saçarak bağıran, parmağını gözüme sokacak gibi uzatan, geçmişi karanlık adamlardan bıktım. 90 lardan beri İstanbul’u betonlaştıran zihniyetin farklı uzantısı olan Pensilvanya hormonlu bir başka hırsıza daha geçit vermeye de niyetim yok.

Varlıklarıyla bizlere lütufta bulunmuyor bu zatlar, onları oylarımızla bize hizmet vermeleri için seçiyoruz. Koca koca sahnelerden, otobüs tepelerinden büyüklük taslamalarına göz yummayalım artık. Politikacıların %98 inin hamasi duygularla bu göreve soyunmadıklarını anlamak gerek. Bu ünvan onlar için bir iş, hatta bir an önce politikacıların; futbolcu, film yıldızı ya da şampiyon tenisçi olmadıklarının da ayırdına varılmalı.

Aydemir GulerBu seçimlerde “aman öcü” minvalli tehditlere boyun eğmiyorum; benim adayım Aydemir Güler. 1961 yılında İstanbul’da doğan Güler; orta öğrenimini Saint Joseph Lisesi’nde, yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde tamamlamış. 1986-1992 yılları İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmış. Yüksek lisansını da yine bu üniversitenin Sosyal Bilimler Enstisü’nde yapmış. 1992’de kurulan Sosyalist Türkiye Partisi’nde (STP) kurucu, siyasi büro üyesi ve İstanbul il başkanı olarak görev yapmış. STP’nin Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılmasından sonra 1993’te kurulan Sosyalist İktidar Partisi’nde (SİP), kuruluştan kısa bir süre sonra genel başkanlık görevini üstlenmiş. SİP’in Türkiye Komünist Partisi (TKP) adını aldığı Olağanüstü Kongre’de yeniden genel başkan seçilmiş. 2009 yılında yapılan TKP’nin 9. Parti Kongresi’nde kongrede alınan gençleşme ve atılım kararları gereği genel başkanlığı bırakmış. Tam bu noktada durun ve okuduğunuzu iyi algılayın lütfen; bir siyasi parti başkanı, diğer parti başkanlarının yaptığı gibi koltuğuna yapışmak yerine, kenara çekilip genç yaşta bir başka siyasetçiye yol vermiş. Çok sayıda yayınlanmış kitabı bulunan Aydemir Güler, günlük gazete soL’da ve Gelenek ‘de düzenli olarak yazmaya devam ediyor. Düzgün bir türkçeyle rahatça sürdürdüğü, kurduğu anlaşılır cümlelerle yaptığı sakin ve etkileyici konuşmaları kafanızda oluşacak soruların hemen hepsine cevap oluyor.
Değişime inanıyorsanız; bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünüyorsanız, o değişime önce kendi düşünce kalıplarınızdan başlamaya ne dersiniz? Size zorla dayatılan, aba altından sopa gösterilerek korku senaryoları ile desteklemeniz söylenen, ama bir türlü içinize sinmeyenlere oy vermek yerine, bu kez oyunuzu dürüstçe çalışacak birine verin. Oylar bölünecek diye yırtınıyorlar ya boyun eğmeyin bu tehditlere, boşverin, yıllardır Atatürk’ün partisine ve Türk soluna en çok zararı kendileri verdiler. Şimdi hepsine sus deme ve ders verme zamanı. Baskıcı güçlere, hizmet değil cep doldurma derdindekilere, betonsevicilere, ben dedim olduculara boyun eğmeden, hakiki bir sosyalist alternatife oy vermenin tam zamanı.
Şimdi lütfen üşenmeyin ve Aydemir Güler ile ilgili linkleri inceleyin, özellikle konuşmalarını dikkatle dinleyin. 30 Mart seçimlerinde;  yaşadığınız şehre ve size saygı duyacağından, İstanbul’u sosyal adaletle yöneteceğinden emin olacağınız birine, Aydemir Güler’e oy verin.
Aydemir Güler’in Enver Aysever’e konuk olduğu programı BURADAN izleyebilirsiniz.
Aydemir Güler’in Sol Portal’da soruları yanıtladığı videoyu BURADAN izleyebilirsiniz.
Aydemir Güler’in Oy ve Ötesi videosunu BURADAN izleyebilirsiniz.
Aydemir Güler gazete yazılarına BURADAN erişebilirsiniz.


Mide Bulantısı Hissiyle Yaşamak

flowers17 Aralık tarihinden bu yana tanık olduklarımız bir Avrupa ülkesinde yaşansa, milyonların sokağa dökülüp, sebep olanları neredeyse tükürükle boğacağı durumlar. Ülkemizde ise mizah arşivlerine  katkıda bulunulup, elde çekirdek izleme halinde ilerliyor genellikle. Hatırlayalım neden başlamıştı bu itiş kakış, rant paylaşımından değil mi? Peki böyle olmasının hepimizi rahatsız etmesi gerekmiyor mu? Sormuyor muyuz “Madem olanları biliyordunuz bunca zaman neden sustunuz, mamanız kesilince mi aklınıza geldi kayıtları ortaya dökmek. Gencecik çocuklar öldürülüp, sakat bırakılırken neden sustunuz, o çocukların kanları elinize bulaşmışken, paraları birlikte istiflediniz gıkınızı çıkarmadan değil mi?” Kim bu insanlar; devletin hangi kademelerine sıvaşmışlar, hırsız tayfası hissesini vermeyince ellerindeki kayıtları ortaya saçıveren bu adamlardan nasıl kurtulacağız peki?
Sürekli mide bulantısı hissiyle yaşar oldum, dengede kalmaya çalışıyorum, kötülüğe değil iyiliğe odaklanmaya çalışıyorum, çok zorlanıyorum. Kafamın içinde yüzlerce soru dönüp duruyor, cevaplarını bulamadığım. Endişem gencecik insanların, küçücük bebelerin geleceklerinin kimliği bilinmeyen bir gürühun insafına kalıp, ipotek altına alınmış olması.
Hala çok sayıda insanın siyaseti futbol takımı tutar gibi takip etmesi, sorgulamadan, sadece duruşunu beğendi diye oy verip yaşadığı beldeyi hırsıza, uğursuza teslim etmeye hazır olmaları, belediye seçimiyle genel seçimi ayıramayıp bu seçimlerin bütün sorunlara çözüm olacağını sanmaları bana kendimi hasta gibi hissettiriyor.
Rahmetli anneannemin dediği gibi “Sonumuz hayr’olsun”

Olan Biteni Kolayca Hatırlamak İçin Linkler
17 Aralık Kronolojisi
Mülksüzleştirme Ağları
İktidar Savaşı

Fotografın konuyla ilgisi yok, içim daraldıkça bakıyorum, çiçeklerin rengi ruhuma iyi geliyor, yazının ağırlığını hafifletir umuduyla ekledim.


İnternet Özgürdür Manifestosu #karşıyız

Aşağıda okuyacağınız manifestonun altına ben de seve seve imzamı atarım, sizler de atmalısınız. Ortak alanlarımıza yapılan müdahelelerin hepsine karşıyım; internet sansürüne ise bağıra bağıra karşıyım. Sevgili İpek Aral‘ın televizyon söyleşisinde belirttiği gibi “iNTERNET YASASI DEVLETİN MOBİNGİDİR” kabul edilemez. Lütfen sizler de artık sünepelikten vazgeçin ve sesinizi yükseltin, bu manifestoya destek verin.
Televizyon söyleşisini izlemek için BURAYA tıklayınız.

ikmanifestosu

İnternet, birbirimize akıllarımızla dokunduğumuz ortak alanımız.

21. yüzyılın işbirlikçi, yenilikçi, hızla gelişen dünyasında Türkiye’nin insan temel hak ve özgürlüklerinin kullanımında adım adım geriye gitmekte olduğunu görmek biz İnsan Kaynakları Bloggerlarını şiddetle endişelendirmektedir.

Gerek Anayasamız, gerekse uluslararası normlara aykırı içeriğe sahip olan İnternet Yasası’na karşı tek nefes olup “Hayır” diyoruz. Ortak alanımıza devlet eliyle yapılacak insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı her türlü müdahaleye #karşıyız.

İnterneti kullanma konusunda yeni nesillerin vizyonuna sahip olmak, birbirimize güvenmek, geleceğe dijital dünyanın faydalarına sarılarak özgür şekilde ilerlemek arzumuzun sonuna kadar arkasında duracağız.

İnsan Kaynakları Bloggerları


İki Haptan Birini Yutmak Zorunda Değiliz

Kırk katır mı, kırk satır mı sorusundan sıkılmadınız mı? Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktan bıkmadınız mı? Birilerinin size sürekli ölümü gösterip, sıtmaya razı etmelerinden yorulmadınız mı? Ben çok sıkıldım.
Aman Ballhead olmasın da kim olursa olsun diye Yellowrose’a dört elle sarılanları hayretle izliyorum. Nasıl içiniz rahat ediyor, hafızanız tamamen mi silindi.
“E ne yapalım yani” diyene kadar adayları iyice inceleseniz, sorgulasanız, araştırsanız. “Kimdir bu, neden bu kadar hevesle talip olmuş bu işe” diye bir durup düşünseniz. İnşaat baronlarıyla el ele, kol kola yaşayan şehr-i eminlerden hala ne umuyorsunuz. Size nefes alabileceğiniz parklar yeşil alanlar, ruhunuzu zenginleştireceğiniz sanat merkezleri filan mı yapacaklarını sanıyorsunuz.
Hiç sordunuz mu semt pazarınız neden yok oldu? Havalı marketler iş yapsın diye, ulaşımı zor ücra köşelere tıkıştırılmış pazar yerlerinden memnun musunuz?
Peki ya yan sokağınızda, ağaçlıklar içindeki eski köşke ne oldu? Az ilerideki devasa boş alana Japon Bahçesi yapacağım diye sizden oy toplayıp, sonra orayı bir inşaat baronuna peşkeş çektiklerinde hesap sordunuz mu maaşını ödediklerinizden.
Bu ülkede, siyaseti futbol takımı tutar gibi destekleyenlerle geldiğimiz nokta ortada. Ya mavi hapı yutacaksın, ya kırmızıyı… MatrixBluePillRedPill
Haydi canım sen de, bir başka dünya mümkün, yeter ki azıcık araştıralım, inceleyelim ve sonra da göreve geldiklerinde denetleyelim.
Kim seçilirse seçilsin, bize hesap vermek zorunda. Varlıklarıyla bizlere lütufta bulunmuyor bu zatlar, onları oylarımızla bize hizmet vermeleri için seçiyoruz. Koca koca sahnelerden, otobüs tepelerinden büyüklük taslamalarına göz yummayalım artık. Politikacıların %98 inin hamasi duygularla bu göreve soyunmadıklarını anlamak gerek. Bu ünvan onlar için bir iş, hatta bir an önce politikacıların; futbol yıldızı ya da şampiyon tenisçi olmadıklarının da ayırdına varılmalı.
Bu seçimde oy vermeden önce; belediye meclisine kimler aday olmuş, daha önce neler yapmışlar, nasıl birileri bu insanlar diye araştırın. Mahallenize muhtar seçeceğiniz kişiyle tanışın, gözlerinin içine bakın.
Haydi azıcık çaba harcayın, bu seçimlerde iki haptan birini yutmak zorunda kalmayın.

Görsel kaynağı  http://goo.gl/BG9FI1


2 Temmuz 1993 #unutMADIMAKlımda

Ne güzel başlayan bir gündü aslında 2 temmuz 1993. Kuşadası’nda Yeni Asır Gazetesi’nin konuğuyduk bir grup reklamcı dostla. Koyları gezdik tekneyle, akşam da Efes Antik Tiyatro’da  Sting’i izlemeye gittik. Neredeyse gözgöze denecek mesafeden izlemiştik o müthiş adamı.

Konser bitip de çıktığımızda, gazetedekilerden geldi acı haber. Sivas’ta Madımak Oteli’ni içindekilerle yakmıştı gözü dönmüş caniler. Aziz Nesin linç edilmekten zor kurtulmuştu.
Bulunduğum yere çöküverdiğimi hatırlıyorum. İnsanların diri diri yakıldığını duymak acıydı da, nedenini duymak daha da acıydı. Allah adına can almak nasıl bir anlayıştır hiç aklım almıyor, almayacak da. Aradan geçen bunca yılda türlü şaklabanlıklara şahit olduk, kebap lokantası bile yaptılar o mekanı da, içlerine sindiremediler  bir türlü, onlarca can’ın kül olduğu yeri müzeleştirmeyi. Gavur deyip burun bükülen Almanlar bile, Türklerin yakıldığı evi müzeleştirdi. Biz kendi can’larımıza yakıştıramadık o binaya müze adını vermeyi. Ozanlar, düşünürler, ekmek parası derdindeki çalışanlar can verdi orada.
Ölümlere sebebiyet verenleri, onlara göz yumanları, delilleri karartanları;  adına cinayet işledikleri Tanrı’ya havale ediyorum.
Canlarını yitirenleri rahmetle anıyorum, huzurla uyusunlar.