:::: MENU ::::

Moran Günlerine devam…

İlk üç ay göz açıp kapayana kadar geçivermişti. Bir yandan yeni iş diğer yandan üniversite heyecanı, zamanın su gibi akmasını sağlamıştı. Sabahtan akşama kadar reklam ajansının günlük telaşı içinde koştururken, akşam da okulumu tanımaya çalışmak beni çok mutlu ediyordu. Şirketin bölümlerinde neler yapıldığını öğrenmek için boş vakit buldukça oda oda dolaşmaya başlamıştım. Önceleri en yakınımdaki bölüme, tabii yaşça yakın olduğum Eleniçe arkadaşım nedeniyle “araştırma” adıyla tanıdığım odaya gidiyordum. Teoman Bey, İnci Hanım, sevgili Kenan ve Eleni’yi bitmek bimeyen sorularımla bayıltıyordum. Ajansın can damarlarından biriydi bu oda, hem arşivleme ve takipler yapılıyordu, hem de veriler değerlendiriliyor, analizler yapılıyordu. Ajansımız ülkenin üç büyüğünden biriydi o yıllarda. Müşterileri arasında Unilever’in çeşitli markaları (Sanella Margarin, Fidan salça ve konserveleri, Acısso) G.A.Baker’ın ürünleri (Gibbs Traş kremi ve losyonu, Rexona deo,Reward sabun,ALL otomatik çamaşır mak. deterjanı ) Renault,Yapı ve Kredi Bankası, DYO Boya,Air France,KLM gibi havayolları, Deva İlaç Fabrikası, İbrahim Etem İlaç Fabrikası,Dandy Sakız, Perma Sharp Traş bıçakları, Dinarsu Halı,Transtürk Holding,İnnova Kozmetik Lancome,İpeker Kumaş… ve daha bir çok marka.
Arı kovanı gibiydi şirket; Harbiye’de Dame de Sion okulunun hemen yanındaki  iş hanının 4 katına yayılmıştı. Serigraf bölümü ve marangozhanenin olduğu, biri Dolapdeye’ye inerken, diğeri de Cihangir  civarında olan 2 ayrı binada daha yer alırdı. Sevgili Ömer Mercan, yaşıyorsa allah uzun ömür versin, gördüğüm en becerikli adamdı. 2 tahta parçasından otomobil yapmayı bile başarabilirdi. Reklam filmlerinde kullanılacak dekorlar vs hep onun ehil elleri ve ekibinden çıkardı. Yaratıcı yönetmenimiz sevgili Brian Anderson’un hem en sinirlendiği hem de en sevdiği adam olma şerefine sahipti. Çılgın ingiliz aklına ne eserse “bu olmalı” diye tutturur, Ömer Usta ise “ya adam, olmaz bu, denge diye bir şey var” diye terslenirdi. Sonra Bay Peter (kendisi şirketin ortağı ve Malta asıllı bir İngilizdir) aralarını bulur, ortamı yatıştırırdı. Araştırma bölümündeki heyecanım kısa sürede geçti. Kendime daha eğlenceli bir başka bölüm bulmuştum. Ne zaman biraz boş vaktim olsa, şirketin diğer yaratıcı yönetmeni rahmetli Aydın Arakon’un metin yazarları ve prodükyon ekibinin yanında alıyordum soluğu. Ne kadar renkli dünyaları vardı onların, ne önemli insanlardı hepsi. Aydın Arakon Türkiye’nin ilk film yönetmenlerindendi. Eski bir İstanbul beyefendisiydi. Odasına girdiğinizde ayağa kalkar önünü iliklerdi. Bu gün bile gözümün önünde. Sanırım aynı kültürden geldiğimiz için ben yadırgamazdım ama, işe yeni başlayanlar için onun bu zarafeti hep şaşırtıcı oluyordu. Metin yazarlarından Sezer Tansuğ bir çoğunuzun yakından tanıdığı bir isim, Mehmet Keskinoğlu (aynı zamanda da”Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” ın oyuncusu), Ali Özdamar, Ayla Seyhan, Nur Ander… hepsi o bölümde tanıdığım, kısa süre içinde yanlarına transfer edildiğim için mutlulukla birlikte çalıştığım büyüklerim, akıl hocalarımdılar. Evet o bölümde o kadar mutlu oluyordum ve vakit harcıyordum ki beni transfer ettiler. Yeni bir genel asistan aldılar, bir hafta zor dayandım heyecandan bildiklerimi  Fezal’e aktardım ama aklım yeni çalışacağım bölümdeydi hep. “Prodüksyon bölümü”  amma havalı bir ismi vardı. Reklam filmlerinin, bütün hakimiyetine ortak olacaktım. Çılgın Brian’ı hesaba katmamıştım tabii. O yıllarda İstanbul’da bile olsak malzeme açısından birçok zorluk yaşanabiliyordu. Reklam filmleri 35 mm olarak çekilirdi. Etrafı kalın yapışkanlı bantla çevrilmiş, bana göre sihir dolu yuvarlak teneke kutulardı bunlar. Üzerlerinde kaç asa oldukları, süresi, kodlar vs yazardı. Her şeye kolay erişilebilen yıllar değildi onlar. Bir ithalatçı getirir dağıtırdı. Herkes aynı kişiyle çalıştığı için zaman zaman yokluklar yaşanırdı. Böyle durumlarda Fono Film,Acar Film,ADS ile bağlantıya geçilir neler yapılabileceği sorulurdu. Sevgili Ali Çiçek’le (filmlerin montajı, dublajı ondan sorulurdu) tabanı yanmış gibi sağa sola koşturduğumuz günleri şimdi bir sis perdesinin arkasından izliyorum sanki.


So, what do you think ?