:::: MENU ::::
Posts tagged with: Cumhuriyet

23 Nisan’da Bu Blog Çocukların

23 Nisan’da blogumun konuğu 8 yaşındaki Deniz. Sizlerle, UNICEF yararına Roche tarafından düzenlenen ‘Geleceğin Yıldızı Sensin! Ne Olmak İstersin?” resim yarışmasına katıldığı resmini paylaşıyor. Yolun açık, bayramın kutlu olsun genç yetenek


Ve ben sustum… And I did not speak out…

Önce Geldiler…

Önce Komünistler için geldiler
Ve ben sustum
Çünkü Komünist değildim
Sonra sendikacılar için geldiler
Ve ben sustum
Çünkü ben sendikacı değildim
Sonra Yahudiler için geldiler
Ve ben sustum
Çünkü Yahudi değildim
Sonra benim için geldiler
Ve benim için konuşacak
Kimse kalmamıştı.

Martin Niemöller

First They came…

First they came for the communists.
and I didn’t speak out
because I wasn’t a communist.
Then they came for the trade unionists,
and I didn’t speak out
because I wasn’t a trade unionist.
Then they came for the Jews,
and I didn’t speak out
because I wasn’t a Jew.
Then they came for me
and there was no one left to speak out for me.

Martin Niemöller

Fotograf :  https://encyclopedia.ushmm.org/content/en/article/martin-niemoeller-first-they-came-for-the-socialists


Vurulduk Ey Halkım, Unutma Bizi

ugurmumcu
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük
Dövüldük, vurulduk, asıldık…
Vurulduk ey halkım, unutma bizi
Yoksullugun bükemedigi bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarimiz, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acimasiz ellerine terkedildik.
Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarimizi fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi.
Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmis doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin
ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attik
önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük.
Adana’da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle,
başlarımızı ezmek
kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi.
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi.

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmus ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi.

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.

Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere
Bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük

Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bir gün mezarlarımızda güller açacak
ey halkım, unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
ey halkim unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
simdi hep birlikteyiz

ey halkım, unutma bizi.

UĞUR MUMCU

10 Kasım

Atatürk’ü yok sayanlara, adını ve yaptıklarının izlerini silmeye çalışanlara inat, sözlerini ve öğrettiklerini paylaşmaya devam.

“Büyük olmak için hiç kimseye dalkavukluk etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın.

Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin.

Herkes sana karşı çıkacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, fakat sen buna dayanıklı olacaksın, önüne sonu gelmeyen engeller çıkacaktır.

Kendini büyük değil; küçük, zayıf, kimsesiz ve araçsız kabul edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanmış olarak bu engelleri aşacaksın.

Bundan sonra da sana “BÜYÜKSÜN” derlerse bunu söyleyenlere güleceksin!. ”

Mustafa Kemal Atatürk


Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun

Yarın 29 Ekim 2010. Cumhuriyetin ilanından bu yana 87 yıl geçmiş. Sabah erken saatlerde ruh halimi anlatan bir yazı eklemiştim. Şimdi de teşekkür etmek istiyorum; bizlerin fikri ve vicdanı hür vatandaşlar olarak yaşamamızı sağlayan Atatürk’e ve silah arkadaşlarına, kimsenin kölesi olmadan yaşayabilmemiz için kendilerini siper eden gazilere ve şehitlerimize…

Kıymetini anlayabildiğimiz tartışılır bağımsız olmanın, anlayabilenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Bizleri dışa bağımlı, üç kuşak ileriye borçla doğan bir toplum haline getirenleri, bıkmadan usanmadan yönetici olarak seçmeye ve alkışlamaya devam edenler oldukça kolumuz kanadımız kırık, ruh halimiz çapraşık, aldığımız terbiyeye isyan ederek yaşayan bireylere dönüyoruz.
İçimden daha fazla yazmak gelmiyor. Şubat ayında yazdığım satırları yeniden ekliyorum, değişen bir durum olmadığı gibi, iyiye değil kötüye gidiyoruz.

“Ateşi ve ihaneti gördük… Dayandık” Nazım Hikmet

Ateşi ve ihaneti gördük
Dayandık
Dayandık her yanda,
dayandık İzmir’de, Aydın’da,
Adana’da dayandık.
Dayandık, Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te…
Nazım Hikmet

Yine dayanıyoruz Nazım Üstadım, 8 yıldır dayanıyoruz; hukuku guguk edenlere, analarımıza sövenlere, yüzümüze tükürenlere, paramızı pul edenlere, memleketi parsel parsel satanlara dayanıp duruyoruz. Daha ne kadar dayanacağız ben de merak ediyorum.
Hemen her gün şu satırları hatırlıyorum olan biteni izledikçe:
“Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil isgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha Elim ve daha Vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, İKTiDARA SAHiP OLANLAR GAFLET ve DALALET ve hattâ HIYANET içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Kollarım iki yanıma düşmüş, ellerim yumruk olmuş, dişlerimi sıkıyorum, çenem ağrıyor, dayanıyorum, dayanmaya çalışıyorum.


“HAYIR” hem de gönülden

Uzun süre neler değişecek, hangi anayasa maddelerinde nasıl iyileştirmeler yapılacak diye paylaşılan olumlu, olumsuz çokça yazı okudum. Ekonomik istikrar (sanki var da, cari dış açık ürkütücü rakamlara ulaşmış) bozulacak diye telaşlanan iş çevreleri, yandaşlar, besleme basın organları heyecanla savunuyorlar. Acaba bende mi bir terslik var diye düşünmeye başlarken, geçen gün okuduğum Ali Sirmen yazısıyla gönülden “HAYIR” diyeceğim. Rastladığım herkese okutuyorum, kağıda bastığım bu yazıyı.   
Lütfen sizler de okuyun ve RTE’nin kendi ağzından çıkan sözlerle, neden “HAYIR” demeniz gerektiğini görün.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Sayın Ali Sirmen’in yazısından alıntıdır.
“Son zamanlarda, artık “evet mi hayır mı?” sorularından bıkmaya başlamıştım ki, Mine cumartesi günkü gazetelerden birinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir açıklamasını okudu ve hemen buyurdu:
– Her şeyi açık açık anlatıyor. Sen de bunu yaz da herkes görsün!
Bir köşe yazarı, karısı yaz deyince, yazmaktan başka ne yapabilir ki? Ben de yazıyorum.
Bakın Tayyip Erdoğan perşembe günü katıldığı iftar yemeğinde ne demiş:
“İnanın ayaklarımızda pranga var. Biz prangaları çözemediğimiz sürece, sizler belki dışarıdan zannediyorsunuz ki, parlamentonun yüzde 65’ine sahipsin çöz de git! Neyi çözüyorsun?
Türkiye’de parlamentonun da, yürütmenin de üzerinde bir yargı gücü var. Seni engelliyor. Ben bugün vali ataması yapamıyorum. Seni engelliyor. Atadığım valiyi geri iade ediyor aynı anda. 23 kere bir müdürü geri iade ediyor (geri iade ediyor denmez ama üslup Başbakan’ındır aynen koruyorum A.S.) Ben bir yürütme ve hükümet olarak, istediğim müdürü istediğim yere atayamazsam, istediğim valiyi istediğim yere atayamazsam, bu ülkede ben nasıl icrai faaliyet yapacağım? Halkın karşısına o mu geliyor, ben mi geliyorum?.. Yarın beni siz yargılayacaksınız, vatandaş yargılayacak. İyi yaptın kötü yaptın diye bana diyecek olan kim. Onlar halkın karşısına çıkmıyor ki, ben çıkıyorum halkın karşısına. Hesabı veren ben, ama gelip bana zulmeden de o. Bu böyle yürümez. Onun için bu anayasa değişikliğine evet istiyoruz.”

***
Tayyip Bey’in 23 Nisan 2010 yılında koltuğunu sembolik olarak küçük bir çocuğa bırakırken söyledikleri de şuydu:
– Artık mühür sende, ister asarsın, ister kesersin!
Tayyip Bey’in bu iki konuşması 12 Eylül’de anayasa referandumunda neden hayır oyu vereceğimi gayet iyi açıklıyor.
Görüyorsunuz Tayyip Bey kendi sözleriyle açıklıyor ki, 12 Eylül oylamasının asıl gerekçesi kendi astığı astık, kestiği kestik yönetiminin önündeki yargı engelini kaldırmak. Tayyip Bey’e bu açık sözlü konuşmasından dolayı çok teşekkür ederiz. Bütün aldatmacaların ardında, gerçek niyetin ne olduğunu şimdiye dek hiç kimse, bu kadar net bir biçimde anlatamamıştı.
Teşekkürler Tayyip Bey! “Hayır”ın en güzel en açık gerekçesini bizzat siz verdiniz. “


Yoksulluk… Yazan Gizem Nur Koç

Dünyamızda fakir insanlar çoktur. Bizim elimizden geldiğince onlara yardım etmemiz gerekir. Bizim aile gelirimiz yüksek ise bir kısmını bağışlayabiliriz. Çoğu kişi aile geliri yüksek olmasına rağmen bencillik yapar. 

Mesela biz sınıfça doğudaki bir okula yardım yaptık. Bizim yardımımızdan sonraki resimlerini gördüm ve gözlerinin içi gülüyordu. Diğer kişiler de yoksullara yardım edip onları mutlu edebilirler. Okula gitmeyen çocukların okula gitmesine katkı sağlayabilirler. Böyle yardımlar yaparak onların o küçücük yaşlarında çalışmamalarına da yardım etmiş olurlar. Bizlerin yardımları sayesinde o çocuklar bugünlerimizin doktoru, öğretmeni vb. gibi meslek sahipleri olabilirler. Onlara yardım edip onların da bizim sahip olduğumuz imkanlara sahip olmalarını sağlamalıyız.

Bu duyarlı satırların sahibi Gizem Nur Koç, 11 yaşında pırıl pırıl bir kız çocuğu.  Çiftlik İlköğretim okulu 5 B sınıfında okuyor. Unicef sayesinde, 23 nisanda bu blog onun.

Teşekkürler Gizem Nur, yazdığın ve paylaştığın için.                                                                                  Yolun ve bahtın açık olsun.


“Ateşi ve ihaneti gördük… Dayandık” Nazım Hikmet

Ateşi ve ihaneti gördük
Dayandık
Dayandık her yanda,
dayandık İzmir’de, Aydın’da,
Adana’da dayandık.
Dayandık, Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te…  Nazım Hikmet

Yine dayanıyoruz Nazım Üstadım, 8 yıldır dayanıyoruz; hukuku guguk edenlere, analarımıza sövenlere, yüzümüze tükürenlere, paramızı pul edenlere, memleketi parsel parsel satanlara dayanıp duruyoruz. Daha ne kadar dayanacağız ben de merak ediyorum.
Hemen her gün şu satırları hatırlıyorum olan biteni izledikçe:
“Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil isgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha Elim ve daha Vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, İKTiDARA SAHiP OLANLAR GAFLET  ve DALALET ve hattâ HIYANET içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.”

Kollarım iki yanıma düşmüş, ellerim yumruk olmuş, dişlerimi sıkıyorum, çenem ağrıyor, dayanıyorum dayanmaya çalışıyorum.


“Ve o saat, bir milletin kaderini değiştirdi…”

Gözyaşlarına boğulduğum bir armağan aldım bugün. Veda filminin tanıtımı için hazırlanan siyah çok şık  bir kutuydu beni ağlatan. Film ile ilgili epey bilgi ve görsel paylaşıldı, videolarını da izledim ama bu kutuyu almak beni daha çok etkiledi. Tanıtım dosyasını kaldırıp köstekli saati görünce sel oldu gözyaşlarım. “Ve o saat, bir milletin kaderini değiştirdi…” Anılar, sesler, görüntüler üşüşüverdiler.
Ailemde Çanakkale’de, Kurtuluş savaşlarında şehit olan büyüklerim var, gazi bir büyük dayıyı tanımak şerefine de erişmiştim. Bizler için Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının, Cumhuriyet’in, vatan sevgisinin önemi büyüktür. Şimdilerde moda olan aşağılama ve karalamaları içim acıyarak izliyorum. Yapılanları küçümsemek olsa olsa cahilliktir bana göre. Düşman işgali altında; silahsız, parasız, umutsuz insanları bir araya toplayıp, onlara ümmet olmayı değil millet olmayı öğreten, özgürlüğe koşmaları için yol gösterenlere saygım sonsuz. Veda filmini izlemek için 26 şubat tarihini heyecanla bekliyorum.
Teşekkürler emeği geçen herkese; yönetmeninden oyuncusuna, montajcısından ışıkçısına, set işçisinden, tanıtım ekibine… sağolun varolun.
Yazımı yazarken arka planda “Manastırın Ortasında” türküsü çalıyordu. Şuradan dinleyebilirsiniz.
Filmin detaylı tanıtımına videolarına ve görsellerine buradan ulaşabilirsiniz.


Okuyun: Türkan Saylan ve ÇYDD’ye saldırıların nedeni…

Bugün sizlerle, genç ve aydınlık düşünceli bir dostumun yazısını paylaşacağım.
Barış Ünver yazılarını ve paylaşımlarını ilgiyle takip ettiğim bir isim. Bu sabah rastladığım blog yazısını, mutlaka okumanızı ve yakın çevrenizle paylaşmanızı rica ediyorum. Tarikat çemberine sıkışmış genç zihinlere karşı, böyle yürekli ve aklı başında gençlerimizin olması içimi rahatlatıverdi. Paylaşımlarınızda Barış Ünver’in linkini de vermenizi özellikle rica ediyorum.

Türkan Saylan ve ÇYDD’ye saldırıların nedeni
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin ülkemizde eğitim adına çalıştırdığı tonla kurum var.

Dernek bünyesinde 2 anaokulu var. 39 ilköğretim okulu mevcut ve bu ilköğretim okullarının 28’i köylerde. Bir tane de liseleri var. Ha, iki de kütüphane. Yurtları da var: Üniversiteli kızlar için 7 yurt, liseli kızlar için 21 yurt açılmış.

Kesmemiş, büyük kısmı deprem bölgelerine olmak üzere 30 derslik, 17 rehabilitasyon & kültür merkezi kurmuşlar. O bile yetmemiş, 200 küsur okula da ders araç-gereci yardımı yapmışlar.

Bitiyor mu? Bitmiyor efendim. 36 bin kız öğrenciye de burs veriyor. Türkan Saylan, vasiyetinde bu sayının 100 bine çıkarılmasını rica etmiş. Ayrıca (biraz zor gözükse de) okulsuz her köye bir okul yaptırılmasını istemiş. Kaynak bulamadım ama yanlış bilmiyorsam ÇYDD’nin burs verdiği öğrenciler bu 36 bin kız öğrenciyle sınırlı değil.

Peki bundan hangi çevre rahatsız olabilir? Tabii ki eğitime sızarak yayılan bir zihniyet. Bu şekilde çalışan, ülkemizin en ünlü tarikatı hangisi? Fethullah Gülen’in tarikatı, elbette.

Tabii artık ona tarikat denemez çünkü Fethullah Gülen Hareketi artık öylesine büyüdü ki, dünyaya yayıldı. Eğitim alanında uygulanan stratejiyle 500’ü aşkın eğitim kurumunda öğrencilerin beyinleri, İslam’ın aslında Fethullah Gülen’in anlattığı gibi olduğu konusunda mıncıklanıp duruyor.

Tabii kalkıp “Yok efendim öyle bir şey, o okullarda hiçbir şekilde baskı uygulanmıyor!” diyenler de çıkabilir. Valla ben de o kadar iyi niyetli olmak isterdim fakat herhangi bir FEM Dershanesi’ne gitsek veya ne bileyim, bir ışık evi ziyaret etsek beyin yıkama ritüellerinin nasıl gerçek hayata başarıyla adapte edilerek uygulandığını görebiliyoruz. Ha, bilmeyenleri kandırmak isteyenler buyursunlar yazsınlar bu yazının altına.

Neyse, konumuza dönelim: ÇYDD’nin bu büyüyüşü, Fethullah Gülen Hareketi’nin yolundaki en büyük taştır.

Bu sebepten dolayı son 1-2 ayda Türkan Saylan’ı tanıma fırsatı bulduk çünkü artık kimin tarafından yönetildiği aşağı yukarı tahmin edilebilen Ergenekon soruşturması kapsamında gerçek darbecilerin yanında muhalif kesim de susturulmak istendi, yoldaki taşlar temizlenmek istendi. Ben Kur’an’a uyup ikra ettim (okudum, sorguladım) ve Türkan Saylan hakkındaki gerçek bilgileri edindim. İkra etmekten imtina edenler ise Ergenekon soruşturması kapsamında oluşturulan medya hareketinde yer alan tüm iddiaları maalesef sorgulamadan gerçek kabul etti ve darbe karşıtı bir konuşma yapmak istediği için zamanında İzmir’deki Cumhuriyet Mitingi’nde konuşturulmayan Türkan Saylan’ın evi “darbecilik” suçlamasıyla arandı ve kadıncağız bir anda hem ateist, hem Hıristiyan oldu. Yetmedi, lezbiyen yaptılar, İslam düşmanı yaptılar. Oysa kadıncağızın tek savaşı siyasi bir simgeyleydi. Türbanı baş örtüsünden ayırt etmeden İslam’ın bayrağı yapanlara inananlar haliyle Türkan Saylan’ın İslam düşmanı olduğuna ikna oldular. Aslında çok başarılı bir çalışmadan söz ediyoruz. Ne var ki bu başarılı çalışma, büyük bir yalanı yaymak içindi ve Müslüman geçinenler, aslında gerçek bir Müslüman olan Türkan Saylan’ı ÖLDÜRDÜLER.

Kanseri yakından tanırım zira bizim sülalede vefat edenlerin çok büyük bir kısmı çeşitli kanser hastalıklarından vefat ettiler. Ruhsal durum hastalığın ilerleyişinde önemli rol oynar. Kişi yeterince iyi bir ruh halindeyse kanseri yenebilir, hayatına kaldığı yerden devam eder. Ama hafif bir bunalıma girsin; kemoterapi dayanılmaz olur, kısa sürede kansere yenik düşer. Türkan Saylan da böyle yenildi kansere.

Toparlayayım:

ÇYDD, eğitime yaptığı bunca katkıyla FGH’nin önündeki en büyük engeldir. Dolayısıyla büyük bir toplum mühendisliği çabasıyla daha önceden hiçbir vukuatını duymadığımız ÇYDD, son 1-2 ay içerisinde PKK ve misyoner yuvası oldu, ÇYDD’den burs alanlar bir anda Hıristiyan oldu. Ortadaki yalanı gören yüz binler iki gün önce Türkan Saylan’ın cenazesine katıldı. Vakit gazetesi cenazeyle ilgili bir haberine “Saylan’ın cesedi dün…” diye başlamaktan çekinmedi. Cenazeyi kılan imam (eski Beyoğlu Müftüsü), Türkan Saylan’ı aklamakla suçlandı, halbuki o Saylan’ın hayatını anlattı. İleride Ergenekoncu çıkması da muhtemel.

Eğer mantık sahibi olduğunuza inanıyorsanız, hayatınız boyunca ÇYDD’nin bir ters hareketini duymamış olmanıza rağmen neden şimdi bu kadar kötülendiğini sorgularsınız. Eğer içinizde biraz olsun vicdan varsa; Türkan Saylan’a, kadıncağız öldükten sonra bile küfür etmeyi bilen kesimle ilişiğinizi kesersiniz. Eğer niyetiniz iyiyse, Türkan Saylan’ın gerçekten İslam düşmanı olup olmadığını araştırırsınız; kadının aslında küçüklüğünden beri Müslüman olduğunu görürsünüz.

Eğer “verdiğiniz savaş” uğruna mantığınızı, vicdanınızı önemsemekten vazgeçecek konumdaysanız, içiniz kötü niyetle dolduysa buyrun, küfürlerinizi sıralayın bu yazının altına. Veya biraz daha “ılımlı” olun, kötü niyetinizi iğneli eleştirilerle gizlemeye çalışın. Ne bileyim, ne yaparsanız yapın işte. Yine de Kur’an’a uymayı unutmayın. En azından ilk suresine:
OKU

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=936796&CategoryID=77
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11679493&yazarid=1&tarih=2009-05-19
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11685423.asp
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11685372.asp


Sayfalar:123456