:::: MENU ::::
Posts tagged with: özgürlük

İnsanın Kaynağı Kendi Ruhudur

Ruhumuzu yoran, yüreklerimizi daraltan zorlu zamanlardan geçiyoruz her birimiz. Gördüklerimiz, duyduklarımız ve okuduklarımız nefes almamızı zorlaştırmışken, çaresizce çırpınmak yerine ruhumuzu sakinleştirmenin, kaynağa dönmenin yollarını bulmalıyız. Kendimi sakinleştirmenin en kolay yolunun nefesime odaklanmak olduğunu öğrenmek yıllardır işime yarıyor. Bazen öyle şeylere tanık oluyorum ki, odaklanmakta zorlanıyorum. Hemen kulaklıkları takıp, ruhuma en iyi gelen müzik türü olan Bossa Nova melodileri dinlemeye başlıyorum. Uzun zaman önce okuduğum kitapların sayfalarını çevirip, ruhumu sakinleştiren satırlara kaptırıyorum kendimi. Aşağıda okuyacağınız satırlar da böyle bir yürek daraltan zamanda yeniden elime aldığım Ercan Kesal’ın “Cin Aynası” kitabının bir bölümünden alıntıdır. Şifa olsun okuyanlara da…

90 lı yıllar. Çağlayan Camii’nin hemen yanındaki iş merkezinin ikinci katına kurmaya çalıştığım polikliniğe röntgen cihazı gerekiyordu. Alçıpancılarla uğraşmaktan fırsat bulduğumda gazete ilanlarına bakıyordum. “500 mili amper, çift tüp, tek masa.” Gittim, gördüm. Cihaz eski ama işe yarar gözüküyor. En iyi tarafı da fiyatı. Pazarlığı bitirdik ve aldık aleti. Taşıma sürecinde anladım ama nasıl bir belaya bulaştığımı. Cihazı bulunduğu yerden benim merkeze taşımak için, Fatih’in karadan gemileri yürütme formülünü uyguladık. O kadar ağır ve biçimsiz. Neyse sonunda cihazın kurulup çalıştırımasına gelmişti sıra. Bu işleri o zamanlar İstanbul’da sadece bir kişi yapıyordu. Ömer Usta! Her zamanki sakin haliyle geldi, baktı. Aleti ilk görüşte tanıdığını hemen anlamıştım. “Hıı!” dedi, eski ve çok sevmediği bir dostunu, hiç beklenmedik bir yerde görmenin ruh haliyle. “Bu bizim Ukraynalı,” dedi. Sonra da bana dönerek birkaç cümlede açıkladı durumu: “Ecevit zamanında Ukrayna’ya kuru üzüm verdik, onlar da bize yirmibir tane röntgen cihazı verdiler. Bu senin alet de onlardan biri. Bir ara Denizli’deydi, demek buralara düşmüş.” Röntgen cihazından değil de, Sabahattin Ali hikayelerinin oturak alemlerine düşmüş geçkin kadınlarından söz ediyor mübarek. “İyi işte abi,” dedim, sıkıntımı belli etmemeye çalışarak. “Makine senin, çalıştır, ver bana, ” diye de devam ettim, kadının düşmüşlüğüne aldırmadan evlenmeye karar vermiş vicdanlı bir ses tonuyla. Ömer Usta cihazı iki günde kurdu. Sıra deneme çekimi yapmaya gelmişti ki beni çağırdılar. Kaset yerleştirildi, ışıklar kapandı, Usta düğmeye bastı. Hiçbir şey yok. Sağını solunu kurcalayıp bir daha, yok… Cihaz çalışmıyor. O gün akşama kadar uğraştı Ömer Usta. Cihaz çalıştırılamadı. Ertesi gün geldiğimde röntgen odasının zeminine kocaman bir brandanın serildiğini ve Ömer Usta’nın iki oğluyla birlikte bizim röntgen cihazini en ufak vidasına kadar parçalayıp yere serdiğini gördüm. Her parça numaralanıp, işaretlenmişti. Ara sıra yaptığım ümitsiz ziyaretlerin birinde Ömer Çoban’ın elindeki Kiril alfabeli bir şema kitabına bakarak cihazı yeniden ve baştan kurduğunu anladım. Bir hafta içinde, tüm parçaları hiç değiştirmeden ve müdahele etmeden elindeki şemaya göre bir araya getirdi ve beni de çağırarak düğmeye bastı. Cihaz çalışıyordu! “Bakın doktor bey. Biz bu cihaza hiçbir müdahelede bulunmadık. Ne yaparsak yapalım çalışmıyordu. Bu yüzden parçaladık ve yeniden kurduk, ama elimizdeki şemaya göre. O zaman çalıştı. Çalışmama sebebini bulamazsan boz, parçala ve kaynağına bakarak yeniden kur. Hiçbir şeyini değiştirmene gerek yok. O çalışır.” Psikanalitik bir süreçten söz ediyordu Ömer Usta. Duvarı yıkıp, taşları yeniden örmek gibi bir şeydi yaptığı.
“Rüyalarımızda başka bir dünya gördük, şu an yaşadığımızdan daha adil ve dürüst bir dünya. Bu hayali gerçekleştirmek, koltuklarımızda oturmak, evlerimizi aydınlatmak, mısır tarlalarımızda büyümek, çocuklarımızın kalplerini doldurmak, terimizi silmek ve tarihimizi iyileştirmek için harekete geçtik. Hepsi bu kadar. Tüm istediğimiz bu. Ne daha fazla, ne de daha az. Şimdi yolumuzda doğru ilerlemek için kalplerimize soruyoruz.” demişti Subcomandante Marcos…

Rüyalarımızı kalplerimizden başka soracağımız hiç kimsemiz yok. Odamızın ortasına düşen güneşin farkında mıyız? Yolumuzu kaybetmişsek, kaynağa dönmemiz lazım. İnsanın kaynağı kendi ruhudur. O halde kaynağa ruhumuza…

Cin Aynası, Ercan Kesal – 2016 İletişim Yayınları

 

 

 

 

(Yazının başında gördüğünüz fotografı, 2017 Eylül ayında Ayvalık Artur’da Cemile arkadaşımın evinde konuk olarak kaldığım günlerden birinde, akşamüstü yürüyüşüm sırasında çekmiştim. Huzuru simgeleyen en güzel anlardan biri olduğu için yazıya eşlik etmesini istedim.)


Gençliğe Hitabe

 

Ey Türk gençliği !

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
20 Ekim 1927


Yeniden: Gençliğe Hitabe

Gündem değiştirme çabasıyla görevlendirilmiş troller yine ortalıktalar. Bu tipleri yetiştirenler nasıl ebeveynlerdir. Ailelerinde hiç mi şehit ya da gazi aile büyükleri yoktur. Atatürk ve silah arkadaşlarının bu vatan için yaptıklarını bir kalemde silip atabilmeyi nasıl yüreklerine sindirirler. Bugün nefes alabiliyor ve bu denli küstahlaşabiliyorlarsa; saygı duymayı zul saydıkları Atatürk ve silah arkadaşları sayesindedir. Bu nedenle; Ata’mın “Gençliğe Hitabe” sini yeniden yayınlamaya karar verdim.

Ey Türk gençliği !

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
20 Ekim 1927


Birbirimizi Tamamen ve Derinden Sevip, Kabul Edelim

“In Lak’ech Ala’kin” Maya kültüründe insanlar ellerini kalplerinin üzerine koyup böyle diyerek selamlarmış birbirini. “Ben bir başka Sen’im, sen de Ben’sin”

“Sen ve ben. Biz Bir’iz. Senin canını acıtamam kendimi yaralamadan…” der Mahatma Gandhi de.

Bizler; birbirimizi tamamen ve derinden kabul edip sevemedikçe, Bir’lik bilincini içselleştirmedikçe; hayatlarımıza huzurun, bolluk-bereketin, coşkunun gelmeyeceği, değişimin gerçekleşemeyeceği, kendi yarattığımız cehennemlerde yaşamaya devam edileceği aşikar.

Sükünet ve sabırla çabalamaya; yüreklerimizde endişe, kızgınlık, düşmanlık yerine huzur ve sevgi beslemeye devam etmeliyiz. Değişim önce kendimizle başlıyor; düşüncelerimiz, davranışlarımız, söylemlerimiz, kelimelerimizle. #Barış #Kardeşlik #Birlik #Sevgi #Dostluk #İyilik #Huzur #Saygı #Dürüstlük #Bolluk #Bereket bu kelimelere günlük hayatımızda bolca yer vermeye niyet edelim. Güzellikleri, dostluğu, sevgiyi, huzuru paylaşalım ve çoğaltalım.
Muhabbetle…

Yazıya görüntü olarak kullandığım fotografları 2017 de, sonbaharda farklı zamanlarda Konyaaltı sahilinde çektim. O muhteşem maviliğe bakmak bana hem huzur veriyor, hem de daha güzel bir dünya hayal etmek için güç veriyor. Sizlerin de ruhuna iyi gelmesi dileğiyle paylaşıyorum.

 


Sevgiyle ve muhabbetle…

baharlar

yine çiçekteyiz
işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte,
yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Adnan Yücel

Değerli dost İrem Afşin’e, bu harika dizeleri hatırlattığı için teşekkür ederim.


Yeni Umutlarla Yeni Yıla Merhaba

Istanbul   Galata Tower
2014 yılı;
Onurumuzla, sahip olduklarımıza şükrederek, anlamsız hırslardan arınarak, bebekler gibi kibirsizce, her sabah daha yenilenerek, barış içinde “bir orman gibi hür ve kardeşcesine” yaşayacağımız; ruhlarımızın hep genç kalacağı, daha bereketli, daha huzurlu ve çok daha güzel bir yıl olsun.

Bu maddeler de hep aklınızın bir köşesinde bulunsun.
-Kendinizi sevin, önemseyin.
-Yeri geldiğinde egoist olmayı deneyin, kendinize daha çok vakit ayırın.
-Halinizden şikayet etmeyi aklınızdan bile geçirmeyin.
-Cahiller ve aptallarla tartışmayın, nefesinizi boşa tüketmeyin.
-Çok kızgın ve sinirli olduğunuz zamanlarda bile gülümsemeye çalışın. Hayata gülümsemek, bütün dertlerin en güzel ilacı.

Sevgi ve ışıkla kalın…


Utanıyorum

Klavye delikanlılığının anlamı yok utanıyorum, bizlere emanet ettiklerini korumayı başaramadığımız için. Hala senden medet ummaya çalışanları gördükçe daha da utanıyorum. Yıllardır olana bitene göz yumanlar, şimdilerde dövünmeye başlamışlar, günaydın mı desem onlara acaba.
Tepki yürüyüşlerinde protesto mesajlarında destek istediğimde “aman sana kalmış ya bu işler” diye dalga geçenler bu sabah profil fotografı değiştirme aktivisti olmuşlar ve hala ” ah sen olsan keşke” diye senden medet umuyorlar.
Bizlere bıraktıklarına sahip çıkamadıkları gibi, anlayıp sindirememişler de söylediklerini. “Muhtaç olduğumuz kudret” in nerede olduğunu da söylemiştin, ama hala seni uyandırmaya çalışıyorlar, kendileri silkelenip ayılmak yerine.
Kadınlarımıza; Avrupa’lı hemcinslerinden uzun yıllar önce sağladığın birey olma hakkını bile elinin tersiyle itmeye çalışanları düşündükçe, utancım daha da artıyor.
Demokratik haklarına sahip çıkmayıp, gölgelere kaçanları, köşelerine sinenleri gördükçe içim acıyor, yumruklarım sıkılı kollarım iki yanıma düşüyor, utanıyorum.
Nur içinde yat ve bizleri affet.


Mâdem ki insansın…

“Mâdem ki insansın, mâdem ki duyuyor, düşünüyor ve seziyorsun, büyük hakikati bulmak için gönlünü ve idrakini yoracaksın. Duyduklarını ve bulduklarını söyleyeceksin. Sen söyleyemezsen, ruhunun vâsıl olduğu sırları şiirlere, sazlara ve sema’lara söyleteceksin. Bütün bunlarla dahi söyle…”

Mevlana 

Dünden beri internet üzerinde Fazıl Say hakkında çok sayıda yazıyı, eleştiriyi, protesto mesajlarını okuyordum. Bu sabah sevgili dost Ahmet Fazıl Ayan ‘ın paylaştığı Mevlana dizeleri gözüme ilişti. Orada kalmasınlar sizler de okuyun istedim. Bu da benim “söyleme” yolum sanırım.

Sevgi ve ışıkla kalın…

 

Kullandığım görsel de sevgili dost Hülya Özbudun’un çektiği bir kare.


Ve ben sustum… And I did not speak out…

Önce Geldiler…

Önce Komünistler için geldiler
Ve ben sustum
Çünkü Komünist değildim
Sonra sendikacılar için geldiler
Ve ben sustum
Çünkü ben sendikacı değildim
Sonra Yahudiler için geldiler
Ve ben sustum
Çünkü Yahudi değildim
Sonra benim için geldiler
Ve benim için konuşacak
Kimse kalmamıştı.

Martin Niemöller

First They came…

First they came for the communists.
and I didn’t speak out
because I wasn’t a communist.
Then they came for the trade unionists,
and I didn’t speak out
because I wasn’t a trade unionist.
Then they came for the Jews,
and I didn’t speak out
because I wasn’t a Jew.
Then they came for me
and there was no one left to speak out for me.

Martin Niemöller

Fotograf :  https://encyclopedia.ushmm.org/content/en/article/martin-niemoeller-first-they-came-for-the-socialists


Gençliğe Hitabe

Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
20 Ekim 1927