:::: MENU ::::
Posts tagged with: Didem Özbahçeci Sönmez

Van’daki son kale de düştü

Van’daki son kale de düştü. Van’daki gençlere aydınlık olan son kale Kelepir Kitabevi kapandı. Değerli dost Didem Özbahçeci Sönmez sayesinde, on yıl kadar önce varlığından haberdar olduğum bilgi yuvası geçtiğimiz günlerde kapandı. Kitabevlerinin kapanması hep içimi acıtıyor. Yeni yetişirken içinde dolaşıp, kitapları koklayıp okşadığım Hachette ve Sander kitabevleri kapandıklarında günlerce kendimi hasta hissetmiştim. Beyoğlu’ndaki Denizler Kitabevi kapanacak dediklerinde de çok sarsılmıştım.
Üzüntümüz büyük, Kelepir Kitabevi Van’da bilginin, aydınlığın simgesiydi. Sevgili Didem’in dayısı, kitabevinin sahibi zarif ve müthiş insan Haluk Bekiroğlu’na gönderilen bir mektubu paylaşmak istiyorum sizlerle. Belki o zaman neden bu kadar üzüldüğümüzü daha iyi anlayabilirsiniz. Tabii anlayabilecek durumda olanlar için geçerli söylediklerim, biat edeyim derken akıl tutulması, yürek taşlaşması yaşayanlara vız gelecektir.

Kelepir’in Son Günü
“Kelepir” Van’da bir kitabevidir.

Benim için önceleri, ucuz kitap edinmenin mekânıydı. Samsun’da askerliğimin çarşı izninde tanışmıştım onunla… Adı bilinmez sinema kitaplarını ilk gördüğüm yerdi…

Adı bilinmedik bir adamdım Van’a geldiğimizde… İçimde gurbetlik uğulduyordu.
Bir arkadaşım bahsetmişti ondan “dayım” diyerek… Ben onunla tanıştığımda içim bu yüzden bilenmişti, belki de “dayım “sayacağımı bilemeyerek…

Bilen bilir mutlaka hem de pekiyi… Gözlüğü bazen ışıltılı gülüşlerin aksiyle parlar bazen kıyıcı öfkelerin buzuyla kaplıdır. Gene de kim ne derse desin iyi adamdır. Ki “adam” olmak hakkında iyi bir kaynaktır.

Uzun mu uzun bir sohbetin ardından karakolluk olmanın eşiğinden dönerek ayrılmıştım yanından…
Bana “Kelepir” zincirlerinin nasıl oluşturulduğunu ve beceriksizce batırıldığını anlatmıştı. Ne yalan söyleyeyim… Ya burcumun getirdiği hesapsızlıktan ya da sadece sohbetinin hesapsız zevkinden, dedikleri bir kulağımdan girip öbür kulağımdan çıkmıştı.

Bana onları anlatan adamın Kelepir gibi bir yeri niye çalıştırdığını hiç anlayamıyordum. Yeni kitapları elinden geldiğince izleyen… Ama belki daha önemlisi ayaküstü de olsa kitapseverlerin sohbet edebildikleri, sözcükleri ve yazıyı ciddiye alan bir yerdi.

O gün, insanları birbirinden ayıran o büyük depremden epey sonra uğradığımda öğrendim olanı biteni. Raflar seyrekleşmişti. İçeride bir göç bungunluğu vardı. Maraş Caddesi’nden çıkarken Kız Meslek Lisesi’nin artık yerinde olmadığını, Ticaret Lisesi’nin de yıkılmakta olduğunu gördüğümde duyduğum o artçı dehşet dükkânın bütün köşelerine sinmişti. İçi çekiliyordu, sanki insanın.

Kelepir’in ayrılmaz parçası, şivesinden tebessümüne apaydın Vanlı, Çetin Ağabey vaziyeti açıkladı. Maraş Caddesi yok olmak üzereydi, okullar harap olmuş, ahali göçmüştü. İşin daha acı tarafı kimsede kitap okuma merakı kalmamıştı. Ve ilk defa Kelepir’de çay içilmiyordu… Çetin Ağabey, taziyelerde metin, sohbetlerde şen yüzünde, gene de bilgeliğin zırhındaki çatlaktan sızan bir hüzünle söyledi bütün bunları. Vahdet ki o da her girdiğimde koltuğumun altına nasıl girdiğini almadığım kitaplarımın müsebbibiydi, zorlama gülüşlerle buyur etmişti beni rafların önüne.

Kelepir, hazır tavuk’tan yufkaya, akla gelmedik pek çok şeyi Van’a ilk kez getirmiş bir ailenin, kitapsızlığa, cehalete ve bağnazlığa karşı savunduğu son kaleydi.

Yarı fiyatlı kitaplarına adeta saldırdığımda kendimi bir yağmacı veya akbaba gibi hissettim. O yüzden önce kitapları azalmış raflarıyla içini ve sonra belki de Türkiye’de artık hiç örneği kalmamış o orijinal “Kelepir” zinciri tabelâsıyla kepenkleri inik cephesini…

Gene de devam eder Kelepir rüyası Halûk Bekiroğlu’nun hayatında… Halûk Bekiroğlu, sattığı şeyi tanıyan, eli sigaralı, memlekete sevdalı, candan mı candan bir Türk evlâdıdır.

Ben “abi” derim ama sorsanız hani yalan da olmaz, desem ki “dayımdır”.

Kelepir kitabın Van’daki adıdır…

Kelepir kepenklerini, belki de cemre suya indiğinde, tabelasıyla beraber indirdi. Satılanlar satıldı, satılmayan kitaplar kolilenip iade edildi. Raflar belki söküldü, belki sökülmedi. Birileri gelip enfes tabelâsını yerinden etti. Camlarında eski çıkartmalar, kiracının gelişine kadar şaşkınca kaldı. Vahdet, Çetin Ağabey’den sonra ışıkları son kez söndürerek çıktı, asma kilitler de son kez takırdadı. Dükkân ilk kez kitapsız bir boşlukta, bağrı soğuk, sağır geceye “merhaba” dedi. Onunla beraber Van’da bir devir bitti.

Kelepir, Van’da bir kitabeviydi. Hem de ne kitabevi…

Afşar ÇELİK 28.02.2012


Burcum Karakellem iyi ki doğmuşsun

2004 de tanıdım Burcu Karakelle’yi. Sevgili Didem Özbahçeci Sönmez’in evinde, keyifli bir kahvaltıda uzun saatler sohbet edip gülüp, eğlenmiştik. İlginç meziyetleri olan genç bir meslektaşımla karşılaşmak hoşuma gitmişti. Aradan geçen zamanda kader ikimize de ilginç oyunlar oynadı ve yine yollarımız kesişti. Çalıştığı global şirket, Türkiye ofisini iptal etmeye karar verince, Burcu iş arıyordu ve özgeçmişi Didem tarafından bana yollanmıştı. Kısa sürede yeniden kurumsal hayata dönüp, bir başka büyük şirkette çalışmaya başlamıştı.    

Birlikte toplanıp eğlenceli zamanlar geçiriyor, hayatımızda olanları güncelliyorduk. 2006 da evimi kapattığımda Didem ve Burcu sırayla bana kapılarını açtılar, uzunca bir süre Burcu’nun evinde konuk oldum. Fenerbahçe ile Kalamış’ın kesiştiği noktada, bir apartmanın en üst katında; kocaman pencereli, aydınlık ve en önemlisi Adalar’dan Yenikapı’ya kadar müthiş panoramaya sahip, her tarafı melek figürleriyle dolu bir evdi. Birlikte pek güzel zaman geçirdik. Didem ve Alihan’ın da katıldığı akşam yemekleri, bol kahkahalı pazar kahvaltılarının tadı hala damağımda.

Eğlenceli bir ev arkadaşı, duygusal bir dost ve enerji kaynağı bir öğretmendir Burcu. Yeni yerler görmeye, güzel müzikler dinlemeye, okumaya, film izlemeye bayılır. Birlikte film izlenmesi en keyifli insanlardandır. Film süresince sadece onun tepkilerini izleyerek bile çok eğlenebilir insan 🙂

Formula 1 tutkusu onu tanıyanlarca bilinen en önemli özelliğidir. Yoga, melek çalışmaları, enerji eğitimleri derken, uzun zaman önce annesinin isteğiyle ara verdiği oyunculuk eğitimlerine de yeniden başlayıp, sahnelere geri dönmeye karar verdi. Vahide Gördüm Hocasının tavsiyeleriyle, Ekim ayında bir çocuk oyununda rol almaya başlıyor. Bugünlerde heyecanla yeni oyunun provalarına ve kamera derslerine koşturuyor. Kurumsal dünyada çalışırken asla rastlamadığım kadar keyifli ve neşeli. Gözleri bir başka parlıyor sanki.

İyi ki doğmuşsun Burcum ve iyi ki arkadaşım olmuşsun.


Didemime, Çiğdemime

2003 yılının sıcak bir yaz günü akşamüstü saatleriydi, Didem’i tanıdığımda.
Gülüşü, gözlerinde başlayan ve bütün yüzüne yayılan insanlardan diye düşündüm, elimi sıktığında da, kendine güvenini ve hayata sağlam bağlanışını hissettim. Serbest zamanlı olarak bir projeye destek vermek üzere gittiğim, sevgili Mukaddes Akça’nın sahibi olduğu Mozaik Reklam Ajansı’nda 6 ay birlikte çalıştık. Hem çok eğlendik, hem de sağlam bir dostluğun temellerini attık.
Dostları, arkadaşları Didem için hep ön plandadır, kim “aman” dese en kısa sürede derdine çözüm bulmak için kolları sıvayıverir. Evi hepimiz için çölde vaha gibidir. Sevgili eşi Alihan ile konuklarına en özenli ikramın yanında, sevgilerini de sunarlar.
Atadan dededen gelen örf ve adetlere, yaşanmışlıklara, doğal hayata, çevreye saygılıdır. Herkesi bilgilendirip, yönlendirmeye çalışır çevre duyarlığı konusunda.
Geçirdiği onca zorlu hastalıktan sonra yeniden doğmuş gibi yaşamayı bilen, içindeki olağanüstü sevgiyi, iyiliği ve enerjiyi coşkuyla paylaşan, taklit yeteneğiyle bizleri kırıp geçiren Didem’den çok şey öğrendim ben, en önemlisi de enseyi karartmadan, kuyruğu dik tutmayı tabii. Kişisel gelişim adına 2006 dan beri attığım her adım, onun rehberliği sayesinde oldu.
Ankara Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü mezunu olan Didem’im; kalemi gerçekten kuvvatli bir yazardır. Titizlikle araştırır, inceler, hem yazarken hem de konuşurken, düzgün türkçe kullanmaya da ayrıca özen gösterir. Sistemli çalışması nedeniyle sanırım, çalıştığı şirketlerde en zor işler ona verirlir hep 🙂
Emir’in müzik kariyerindeki kilometre taşlarından biridir Didem, ona sürekli “sanatçı” diyerek destek veren, hep moral olan, her başımız sıkıştığında çözüm için yanımızda beliren gönül insanıdır.
Canım Çiğdemim ( ben ona arada böyle seslenirim, harf hatası yok)
İyi ki doğmuşsun ve iyi ki tanımışım seni. Yaşayacağın her yeni gün diğerlerinden daha huzurlu, daha sağlıklı ve daha bereketli olsun.
Doğum günün kutlu olsun Didem Özbahçeci Sönmez .


“Yedi Tepe’den Yedi Kıta’ya Ritm Tutturacak Genç Adam”ı Tanıyınız

Okuyacağınız satırları benden önce davranıp yazan canım dostuma teşekkür ediyorum.
Konuk yazar : Didem Özbahçeci Sönmez

Sezen Aksu ve Emir Cerman

Bugün bir Can Dündar yazısı yazmak istedim 🙂

Tarih 3 Aralık 2009, yer İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı. Sahnede dev kadın Sezen Aksu, 4 tane pırıl pırıl genç müzisyene eşlik ediyor. Yıllardır onun gönüllerimize, kulaklarımıza kazınmış parçalarından bazılarını bu 4 genç senfonik olarak yeniden düzenlemiş ve onları çoşkuyla seslendiriyor.

Bu gecenin mimarı, bütün bu sahnedekileri bir araya getiren o dörtlüden biri var ki Emir Çerman. Bu ismi bir yere kaydedin ve günü gediğinde “ben onun ilk konserini dinlemiştim” demenin gururunu yaşayın. Kendi çıktığı müzik yolculuğunda, okuduğu dünyanın en önemli müzik okulunu Berklee College’ı ülkesine seçmelere getirmeye ikna eden, her aşamasında titizlikle çalışan ve yer alan müzisyenliğinin yanı sıra iyi de bir organizatör olan bu genç adamın takipçisi olun. 25 yaşında kendine ektikleriyle yetinmeyip, ülkesine de katkıda bulunmak için çabalayan Berklee College of Music’ın 2. kuşak Arif Mardin’i olmaya aday Emir Çerman, ilerde yapacaklarının ilk sinyalini dün akşam“Yedi Tepe’den Yedi Kıta’ya ıstanbul’un Ritmi” konserinde ilk büyük organizasyonuyla ortaya koydu.

İşte dün akşamı o salonda olmayanlar için özetleyebilecek tarihe düşülmüş bir not.

 

Dün akşam o salonda olup, yüreklerimize düşen notları da eklemek isterim……
Emir’ciğim yıllar önce yapmak istediklerini anlatırken, Sezen Aksu ile çalmak, aynı sahnede olmak paylaştığın hayallerinden biriydi. Dün akşam gösterdin ki; bunun için yıllarca beklemen gerekmedi, hatta hayali gerçeğe dönüştürmenin örneğini yaşattın kendine ve hepimize. Buradaki ilk konserinde Sezen Aksu ile aynı sahnede …”Gülümse” parçasını karşılıklı yorumlayışınıza gözyaşları ile tanıklık ettik. Bestelerini dinlerken coştuk hep birlikte.

Bu yılın başında Sezen Aksu’nun bir açık hava konserine gittmiştik, ön sırada Çağan Irmak oturuyordu. Her parça bitişince yerinden fırlıyor, ellerini parçalarcasına alkışlıyor ve çığlık çığlığa BRAVO diye bağırıyordu. Dün akşam kendimi sürekli Çağan Irmak gibi hissettim. Ben bunlara bir de japon çizgi filimlerindeki gibi gözyaşını ekledim.

Annenin tanımadığımız tüm arkadaş ve dostlarıyla çıkışta tanışırken, hayatımda ilk kez gördüğüm insanlara sarılma ihtiyacı duydum. Hepimizin gözleri yaşlı, birbirimizle paylaştığımız tek duygu; bize yaşattığın inanılmaz gurur ve mutluluktu.
Sana hep “yolun açık, şansın bol olsun” diye temennide bulundum. Yolunu; kendi ellerinle açık hale getirdiğine şahitlik ettik. Geriye yalnızca, onlarca kez ŞANSIN BOL OLSUN, ŞANSIN BOL OLSUN demek istiyorum.

Bize böylesine çoskulu duygular yaşattığın, gururun, mutluluğun ve hazzın ne demek olduğunu hissettirdiğin için yürekten teşekkürler ve sevgiler “SANATÇI”  🙂

Yolun hep çok açık, şansın bol olsun….
Sonsuz sevgilerimle
Didem Özbahçeci Sönmez