:::: MENU ::::
Posts tagged with: Emir Cerman

Doğum Günün Kutlu Olsun #EmirCerman

Bu yıl da birbirimizden kilometrelerce uzakta geçecek evladım Emir Cerman‘ın doğum günü. 6 yıl önce fiziken birlikte kutlayabilmiştik. Şükürler olsun internet ve akıllı telefon var; özlemi kolaylaştıran, mesafeleri yakınlaştıran. Sağlığımız yerinde ve aklımız başımızda olarak belki seneye birlikte kutlayabiliriz, hayaller kurmaya devam.

3 Haziran 1984 güzel bir pazar günüydü, 9 aylık heyecanlı bekleyişin sonunda, biricik oğlum Emir ’i kucağıma aldığım gün. Sabaha karşı başlayan küçük gaz sancısını andıran ağrıların doğum sancısı olduğunu anlamam pek zor olmuştu. Nereden bilebilirdim ki, bu benim ilk bebeğimdi. Filmlerde izlediğimiz kadınların “amanın yetişin, yandıım, öldüüm” diye bağırdıkları türden ağrılar da değildi.
Oturduğumuz çatı katındaki terasta dakikalarca yürüyüp, hala “gaz” dan kurtulamayınca saat tutmak aklıma gelmişti. Tabii ağrı aralarının 5 dakikada bir olması kafamda şimşekler çaktırmış, hemen günler öncesinden hazırladığım küçük bavulu kapının dibine koyup beklemeye başlamıştım. Ne mi bekliyorum “haydi vakit geldi” dediğimde aynı filmlerde görülen tepkiyi veren kocamın telaşla hazırlanmasını ???? Evet sonunda tam hazırlanıp kapıya çıkarken asansör bizim katta durdu ve içinden o anda en son görmem gereken kişi babam çıkmaz mı, haydi bakalım bir şey anlamasın diye tornistan eve geri dönüş ve “kahve içer misin babacığım” sorusuna verdiği cevabı duymadan mutfağa kaçış ve ağrıya katlanmak için nefes egzersizi yapmaya devam.
O günlerde kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle ani üzüntüler yaşamaması gereken annemin kulağına gitmesin diye babama binbir şaklabanlık yaptım. Adamcağızın da keyfi yerinde, anlatıyor da anlatıyor. Ben ise ne oturabiliyorum ne kalkabiliyorum, durum git gide vahimleşiyor. En sonunda aklıma, bir arkadaşımızın bizi kahve içmeye davet ettiğini söyleyip müsaade istemek geldi. Tabii bavulu almadan birlikte indik asansörle. O evlerine yürüdü, ben arabaya attım kendimi, kocam son hızla geri çıkıp bavulu aldı ve nihayet yola çıktık. Hastaneye girdik, ilk kontrol yapıldı, beni bir odaya aldılar ve sürpriz, sancılarım duruverdi. O kadar kasmışım ki kendimi, ortalık süt liman. Hemen doktorumu aradılar, kadıncağız tatili nedeniyle Tuzla’daki kardeşine ziyarete gitmiş. Bana ” Zeynep Doktor seni tekrar kontrol edecek ve bana durumu bildirecek gerekirse eve gidersin” der demez, can havliyle haykırdım “kesinlikle olmaz. Eve girince bir daha çıkamayabilirim, bakarsınız yine babam uğrar, ben en iyisi şurada bekleyeyim” dediğimde, akşamüstüne doğru geleceğini söyleyip beni rahatlattı.
Saatler geçmek bilmiyordu, gazeteler, magazinler, TV programları vs derken nihayet doktorum geldi ve kontrolü bitince de müjdeyi verdi “haydi hazırlan suni sancı ile başlayacağız” bende bir sevinç bir sevinç. Bebek hemşiresi elinde lavmanla gelene kadar da keyfime diyecek yoktu ???? Bundan sonrası hızlandırılmış film gibiydi. Suni sancı ile normal sancı arasındaki tek fark sadece süreleri, buna inanın, acı aynı derecede can yakıcı. Nasıl bir acı diye merak ediyorsanız şöyle diyebiliriz; şiddetle bağırsaklarınız bozulmuş, yapmak istiyorsunuz ama hiç çıkış yolu yok, hayal edebildiniz mi ağrının şiddetini? Bütün bu keşmekeşte bana can yoldaşlığı eden arkadaşım Jale de ikinci bebeğine hamileydi “yaaa ben bu fasılları unutup neden tekrar hamile kalmışım” demez mi, onca can acısına rağmen gözümden yaşlar gelerek gülmüştüm.
Sonunda, “vakit geldi” diyerek beni sedyeye koyup doğumhaneye doğru yola çıkardılar. İşte o an yaşanan acı, ağrı her neyse sanki bir anda hafifledi, kaybolmadı, ama aylardır heyecanla beklediğim bebeğime kavuşacağım anın yaklaşmış olması fikri harikaydı.
Doğumhanede yattığım yerin tam karşısında kocaman bir saat vardı. Oğlumun doğduğu ve sağlam olduğunun söylenmesi sırasında saat tam 18.05 idi. Yer yüzündeki hiç bir örnek o anda hissettiklerimi anlatmaya yetmez.

Canım oğlum; iyi ki doğmuşsun. Teşekkür ederim beni hep mutlu eden ve gururlandıran bir evlat olduğun için. Doğum günün kutlu olsun, karşına hep iyi insanlar çıksın, hep sevil ve sev, yaşayacağın her gün bir öncekinden daha mutlu ol, bedenin ve ruhun her daim sağlıklı olsun, ihtiyacı olanlarla huzurla paylaşacağın kadar da bol paran olsun.
Uzun yıllar o hep Muge Cerman’ın oğluydu. Beni tanıyanlar ondan söz edecekleri zaman ismini anımsayamazlarsa Müge’nin oğlu derlerdi. Yıllar geçtikçe kişiliği gelişti, hem iyi bir evlat, hem de iyi bir sanatçı olarak hatırlanmaya başlandı. Artık ben Emir Cerman ‘ın annesiyim. Gurur duyuyorum oğlumla; yeteneğini fark edip, kalbinin sesini dinleyip, dünyanın en prestijli okullarından birinde Berklee College of Music’te burslu okumaya hak kazanıp, başarıyla mezun oldu. Ona güvenenlerin yüzünü kara çıkarmamak için, gündüzünü gecesine katarak çalışıyor. Kendisine tanınan şansın bilincinde olduğu için de; planlarında, projelerinde hep imkanı olmayan yetenekli gençlere kaynak yaratmaya çabalıyor.
Emir neler yapıyor merak edenlere de bir link vereyim.
https://www.rotu.com/


Doğum Günün Kutlu Olsun #EmirCerman

Bu yıl da birbirimizden kilometrelerce uzakta geçecek evladım Emir Cerman‘ın doğum günü. En son 5 yıl önce fiziken birlikte kutlayabilmiştik. Bin şükür ki internet ve akıllı telefon var; özlemi kolaylaştıran, mesafeleri yakınlaştıran. Sağlığımız yerinde ve aklımız başımızda olarak belki seneye birlikte kutlayabiliriz, hayaller kurmaya devam.

3 Haziran 1984 güzel bir pazar günüydü, 9 aylık heyecanlı bekleyişin sonunda, biricik oğlum Emir ’i kucağıma aldığım gün. Sabaha karşı başlayan küçük gaz sancısını andıran ağrıların doğum sancısı olduğunu anlamam pek zor olmuştu. Nereden bilebilirdim ki, bu benim ilk bebeğimdi. Filmlerde izlediğimiz kadınların “amanın yetişin, yandıım, öldüüm” diye bağırdıkları türden ağrılar da değildi.
Oturduğumuz çatı katındaki terasta dakikalarca yürüyüp, hala “gaz” dan kurtulamayınca saat tutmak aklıma gelmişti. Tabii ağrı aralarının 5 dakikada bir olması kafamda şimşekler çaktırmış, hemen günler öncesinden hazırladığım küçük bavulu kapının dibine koyup beklemeye başlamıştım. Ne mi bekliyorum “haydi vakit geldi” dediğimde aynı filmlerde görülen tepkiyi veren kocamın telaşla hazırlanmasını ???? Evet sonunda tam hazırlanıp kapıya çıkarken asansör bizim katta durdu ve içinden o anda en son görmem gereken kişi babam çıkmaz mı, haydi bakalım bir şey anlamasın diye tornistan eve geri dönüş ve “kahve içer misin babacığım” sorusuna verdiği cevabı duymadan mutfağa kaçış ve ağrıya katlanmak için nefes egzersizi yapmaya devam.
O günlerde kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle ani üzüntüler yaşamaması gereken annemin kulağına gitmesin diye babama binbir şaklabanlık yaptım. Adamcağızın da keyfi yerinde, anlatıyor da anlatıyor. Ben ise ne oturabiliyorum ne kalkabiliyorum, durum git gide vahimleşiyor. En sonunda aklıma, bir arkadaşımızın bizi kahve içmeye davet ettiğini söyleyip müsaade istemek geldi. Tabii bavulu almadan birlikte indik asansörle. O evlerine yürüdü, ben arabaya attım kendimi, kocam son hızla geri çıkıp bavulu aldı ve nihayet yola çıktık. Hastaneye girdik, ilk kontrol yapıldı, beni bir odaya aldılar ve sürpriz, sancılarım duruverdi. O kadar kasmışım ki kendimi, ortalık süt liman. Hemen doktorumu aradılar, kadıncağız tatili nedeniyle Tuzla’daki kardeşine ziyarete gitmiş. Bana ” Zeynep Doktor seni tekrar kontrol edecek ve bana durumu bildirecek gerekirse eve gidersin” der demez, can havliyle haykırdım “kesinlikle olmaz. Eve girince bir daha çıkamayabilirim, bakarsınız yine babam uğrar, ben en iyisi şurada bekleyeyim” dediğimde, akşamüstüne doğru geleceğini söyleyip beni rahatlattı.
Saatler geçmek bilmiyordu, gazeteler, magazinler, TV programları vs derken nihayet doktorum geldi ve kontrolü bitince de müjdeyi verdi “haydi hazırlan suni sancı ile başlayacağız” bende bir sevinç bir sevinç. Bebek hemşiresi elinde lavmanla gelene kadar da keyfime diyecek yoktu ???? Bundan sonrası hızlandırılmış film gibiydi. Suni sancı ile normal sancı arasındaki tek fark sadece süreleri, buna inanın, acı aynı derecede can yakıcı. Nasıl bir acı diye merak ediyorsanız şöyle diyebiliriz; şiddetle bağırsaklarınız bozulmuş, yapmak istiyorsunuz ama hiç çıkış yolu yok, hayal edebildiniz mi ağrının şiddetini? Bütün bu keşmekeşte bana can yoldaşlığı eden arkadaşım Jale de ikinci bebeğine hamileydi “yaaa ben bu fasılları unutup neden tekrar hamile kalmışım” demez mi, onca can acısına rağmen gözümden yaşlar gelerek gülmüştüm.
Sonunda, “vakit geldi” diyerek beni sedyeye koyup doğumhaneye doğru yola çıkardılar. İşte o an yaşanan acı, ağrı her neyse sanki bir anda hafifledi, kaybolmadı, ama aylardır heyecanla beklediğim bebeğime kavuşacağım anın yaklaşmış olması fikri harikaydı.
Doğumhanede yattığım yerin tam karşısında kocaman bir saat vardı. Oğlumun doğduğu ve sağlam olduğunun söylenmesi sırasında saat tam 18.05 idi. Yer yüzündeki hiç bir örnek o anda hissettiklerimi anlatmaya yetmez.

Canım oğlum; iyi ki doğmuşsun. Teşekkür ederim beni hep mutlu eden ve gururlandıran bir evlat olduğun için. Doğum günün kutlu olsun, karşına hep iyi insanlar çıksın, hep sevil ve sev, yaşayacağın her gün bir öncekinden daha mutlu ol, bedenin ve ruhun her daim sağlıklı olsun, ihtiyacı olanlarla huzurla paylaşacağın kadar da bol paran olsun.
Uzun yıllar o hep Muge Cerman’ın oğluydu. Beni tanıyanlar ondan söz edecekleri zaman ismini anımsayamazlarsa Müge’nin oğlu derlerdi. Yıllar geçtikçe kişiliği gelişti, hem iyi bir evlat, hem de iyi bir sanatçı olarak hatırlanmaya başlandı. Artık ben Emir Cerman ‘ın annesiyim. Gurur duyuyorum oğlumla; yeteneğini fark edip, kalbinin sesini dinleyip, dünyanın en prestijli okullarından birinde Berklee College of Music’te burslu okumaya hak kazanıp, başarıyla mezun oldu. Ona güvenenlerin yüzünü kara çıkarmamak için, gündüzünü gecesine katarak çalışıyor. Kendisine tanınan şansın bilincinde olduğu için de; planlarında, projelerinde hep imkanı olmayan yetenekli gençlere kaynak yaratmaya çabalıyor.
Emir neler yapıyor merak edenlere de bir link vereyim.
https://www.rotu.com/


Doğum Günün Kutlu Olsun #EmirCerman

Bu yıl da birbirimizden kilometrelerce uzakta geçecek evladım Emir Cerman‘ın doğum günü. Bin şükür internet ve akıllı telefon var; özlemi kolaylaştıran, mesafeleri yakınlaştıran. En son 2017 de Boston’da birlikte kutlamıştık. Sağlığımız yerinde ve aklımız başımızda olarak belki seneye birlikte kutlayabiliriz, hayal kurmanın sonu yok ????

3 Haziran 1984 güzel bir pazar günüydü, 9 aylık heyecanlı bekleyişin sonunda, biricik oğlum Emir ’i kucağıma aldığım gün. Sabaha karşı başlayan küçük gaz sancısını andıran ağrıların doğum sancısı olduğunu anlamam pek zor olmuştu. Nereden bilebilirdim ki, bu benim ilk bebeğimdi. Filmlerde izlediğimiz kadınların “amanın yetişin, yandıım, öldüüm” diye bağırdıkları türden ağrılar da değildi.
Oturduğumuz çatı katındaki terasta dakikalarca yürüyüp, hala “gaz” dan kurtulamayınca saat tutmak aklıma gelmişti. Tabii ağrı aralarının 5 dakikada bir olması kafamda şimşekler çaktırmış, hemen günler öncesinden hazırladığım küçük bavulu kapının dibine koyup beklemeye başlamıştım. Ne mi bekliyorum “haydi vakit geldi” dediğimde aynı filmlerde görülen tepkiyi veren kocamın telaşla hazırlanmasını ???? Evet sonunda tam hazırlanıp kapıya çıkarken asansör bizim katta durdu ve içinden o anda en son görmem gereken kişi babam çıkmaz mı, haydi bakalım bir şey anlamasın diye tornistan eve geri dönüş ve “kahve içer misin babacığım” sorusuna verdiği cevabı duymadan mutfağa kaçış ve ağrıya katlanmak için nefes egzersizi yapmaya devam.
O günlerde kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle ani üzüntüler yaşamaması gereken annemin kulağına gitmesin diye babama binbir şaklabanlık yaptım. Adamcağızın da keyfi yerinde, anlatıyor da anlatıyor. Ben ise ne oturabiliyorum ne kalkabiliyorum, durum git gide vahimleşiyor. En sonunda aklıma, bir arkadaşımızın bizi kahve içmeye davet ettiğini söyleyip müsaade istemek geldi. Tabii bavulu almadan birlikte indik asansörle. O evlerine yürüdü, ben arabaya attım kendimi, kocam son hızla geri çıkıp bavulu aldı ve nihayet yola çıktık. Hastaneye girdik, ilk kontrol yapıldı, beni bir odaya aldılar ve sürpriz, sancılarım duruverdi. O kadar kasmışım ki kendimi, ortalık süt liman. Hemen doktorumu aradılar, kadıncağız tatili nedeniyle Tuzla’daki kardeşine ziyarete gitmiş. Bana ” Zeynep Doktor seni tekrar kontrol edecek ve bana durumu bildirecek gerekirse eve gidersin” der demez, can havliyle haykırdım “kesinlikle olmaz. Eve girince bir daha çıkamayabilirim, bakarsınız yine babam uğrar, ben en iyisi şurada bekleyeyim” dediğimde, akşamüstüne doğru geleceğini söyleyip beni rahatlattı.
Saatler geçmek bilmiyordu, gazeteler, magazinler, TV programları vs derken nihayet doktorum geldi ve kontrolü bitince de müjdeyi verdi “haydi hazırlan suni sancı ile başlayacağız” bende bir sevinç bir sevinç. Bebek hemşiresi elinde lavmanla gelene kadar da keyfime diyecek yoktu ???? Bundan sonrası hızlandırılmış film gibiydi. Suni sancı ile normal sancı arasındaki tek fark sadece süreleri, buna inanın, acı aynı derecede can yakıcı. Nasıl bir acı diye merak ediyorsanız şöyle diyebiliriz; şiddetle bağırsaklarınız bozulmuş, yapmak istiyorsunuz ama hiç çıkış yolu yok, hayal edebildiniz mi ağrının şiddetini? Bütün bu keşmekeşte bana can yoldaşlığı eden arkadaşım Jale de ikinci bebeğine hamileydi “yaaa ben bu fasılları unutup neden tekrar hamile kalmışım” demez mi, onca can acısına rağmen gözümden yaşlar gelerek gülmüştüm.
Sonunda, “vakit geldi” diyerek beni sedyeye koyup doğumhaneye doğru yola çıkardılar. İşte o an yaşanan acı, ağrı her neyse sanki bir anda hafifledi, kaybolmadı, ama aylardır heyecanla beklediğim bebeğime kavuşacağım anın yaklaşmış olması fikri harikaydı.
Doğumhanede yattığım yerin tam karşısında kocaman bir saat vardı. Oğlumun doğduğu ve sağlam olduğunun söylenmesi sırasında saat tam 18.05 idi. Yer yüzündeki hiç bir örnek o anda hissettiklerimi anlatmaya yetmez.

Canım oğlum; iyi ki doğmuşsun. Teşekkür ederim beni hep mutlu eden ve gururlandıran bir evlat olduğun için. Doğum günün kutlu olsun, karşına hep iyi insanlar çıksın, hep sevil ve sev, yaşayacağın her gün bir öncekinden daha mutlu ol, bedenin ve ruhun her daim sağlıklı olsun, ihtiyacı olanlarla huzurla paylaşacağın kadar da bol paran olsun.
Uzun yıllar o hep Muge Cerman’ın oğluydu. Beni tanıyanlar ondan söz edecekleri zaman ismini anımsayamazlarsa Müge’nin oğlu derlerdi. Yıllar geçtikçe kişiliği gelişti, hem iyi bir evlat, hem de iyi bir sanatçı olarak hatırlanmaya başlandı. Artık ben Emir Cerman ‘ın annesiyim. Gurur duyuyorum oğlumla; yeteneğini fark edip, kalbinin sesini dinleyip, dünyanın en prestijli okullarından birinde Berklee College of Music’te burslu okumaya hak kazanıp, başarıyla mezun oldu. Ona güvenenlerin yüzünü kara çıkarmamak için, gündüzünü gecesine katarak çalışıyor. Kendisine tanınan şansın bilincinde olduğu için de; planlarında, projelerinde hep imkanı olmayan yetenekli gençlere kaynak yaratmaya çabalıyor.
Emir neler yapıyor merak edenlere de bir link vereyim.
https://www.rotu.com/projects


Doğum Günün Kutlu Olsun Emir Cerman

3 Haziran 1984 güzel bir pazar günüydü, 9 aylık heyecanlı bekleyişin sonunda, biricik oğlum Emir ’i kucağıma aldığım gün. Sabaha karşı başlayan küçük gaz sancısını andıran ağrıların doğum sancısı olduğunu anlamam pek zor olmuştu. Nereden bilebilirdim, bu benim ilk bebeğimdi. Filmlerde izlediğimiz kadınların “amanın yetişin yandıım öldüüm” diye bağırdıkları türden ağrılar da değildi.
Oturduğumuz çatı katındaki terasta dakikalarca yürüyüp, hala “gaz” dan kurtulamayınca saat tutmak aklıma gelmişti. Tabii ağrı aralarının 5 dakikada bir olması kafamda şimşekler çaktırmış, hemen günler öncesinden hazırladığım küçük bavulu kapının dibine koyup beklemeye başlamıştım.Ne mi bekliyorum “haydi vakit geldi” dediğimde aynı filmlerde görülen tepkiyi veren kocamın telaşla hazırlanmasını ???? Evet sonunda tam hazırlanıp kapıya çıkarken asansör bizim katta durdu ve içinden o anda en son görmem gereken kişi babam çıkmaz mı, haydi bakalım bir şey anlamasın diye tornistan eve geri dönüş ve “kahve içer misin babacığım” sorusuna verdiği cevabı duymadan mutfağa kaçış ve ağrıya katlanmak için nefes egzersizi yapmaya devam.
O günlerde kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle ani üzüntüler yaşamaması gereken annemin kulağına gitmesin diye babama binbir şaklabanlık yaptım. Adamcağızın da keyfi yerinde, anlatıyor da anlatıyor. Ben ise ne oturabiliyorum ne kalkabiliyorum, durum git gide vahimleşiyor. En sonunda aklıma, bir arkadaşımızın bizi kahve içmeye davet ettiğini söyleyip müsaade istemek geldi. Tabii bavulu almadan birlikte indik asansörle. O evlerine yürüdü, ben arabaya attım kendimi, kocam son hızla geri çıkıp bavulu aldı ve nihayet yola çıktık. Hastaneye girdik, ilk kontrol yapıldı, beni bir odaya aldılar ve sürpriz, sancılarım duruverdi. O kadar kasmışım ki kendimi, ortalık süt liman. Hemen doktorumu aradılar, kadıncağız tatili nedeniyle Tuzla’daki kardeşine ziyarete gitmiş. Bana ” Zeynep Doktor seni tekrar kontrol edecek ve bana durumu bildirecek gerekirse eve gidersin” der demez, can havliyle haykırdım “kesinlikle olmaz. Eve girince bir daha çıkamayabilirim, bakarsınız yine babam uğrar, ben en iyisi şurada bekleyeyim” dediğimde, akşamüstüne doğru geleceğini söyleyip beni rahatlattı.
Saatler geçmek bilmiyordu, gazeteler, magazinler, TV programları vs derken nihayet doktorum geldi ve kontrolü bitince de müjdeyi verdi “haydi hazırlan suni sancı ile başlayacağız” bende bir sevinç bir sevinç. Bebek hemşiresi elinde lavmanla gelene kadar da keyfime diyecek yoktu ???? Bundan sonrası hızlandırılmış film gibiydi. Suni sancı ile normal sancı arasındaki tek fark sadece süreleri, buna inanın, acı aynı derecede can yakıcı. Nasıl bir acı diye merak ediyorsanız şöyle diyebiliriz; şiddetle bağırsaklarınız bozulmuş ama asla çıkış yolu yok, hayal edebildiniz mi ağrının şiddetini? Bütün bu keşmekeşte bana can yoldaşlığı eden arkadaşım Jale de ikinci bebeğine hamileydi “ya ben bu fasılları unutup neden tekrar hamile kalmışım” demez mi, onca can acısına rağmen gözümden yaşlar gelerek gülmüştüm.
Sonunda, “vakit geldi” diyerek beni sedyeye koyup doğumhaneye doğru yola çıkardılar. İşte o an yaşanan acı, ağrı her neyse sanki bir anda hafifledi, kaybolmadı, ama aylardır heyecanla beklediğim bebeğime kavuşacağım anın yaklaşmış olması fikri harikaydı.
Doğumhanede yattığım yerin tam karşısında kocaman bir saat vardı. Oğlumun doğduğu ve sağlam olduğunun söylenmesi sırasında saat tam 18.05 idi. Yer yüzündeki hiç bir örnek o anda hissettiklerimi anlatmaya yetmez.
Canım oğlum; iyi ki doğmuşsun, teşekkür ederim beni hep mutlu eden ve gururlandıran bir evlat olduğun için. Doğum günün kutlu olsun, karşına hep iyi insanlar çıksın, sevil ve sev, yaşayacağın her günde bir öncekinden daha mutlu ol, bedenin ve ruhun her daim sağlıklı olsun, huzurla paylaşacağın kadar da bol paran olsun.
Uzun yıllar o hep Muge Cerman’ın oğluydu. Beni tanıyanlar ondan söz edecekleri zaman ismini anımsayamazlarsa Müge’nin oğlu derlerdi. Yıllar geçtikçe kişiliği gelişti, hem iyi bir evlat, hem de iyi bir sanatçı olarak hatırlanmaya başlandı. Artık ben Emir Cerman ‘ın annesiyim. Gurur duyuyorum oğlumla; yeteneğini fark edip, kalbinin sesini dinleyip, dünyanın en prestijli okullarından birinde Berklee College of Music’te burslu okumaya hak kazanıp, başarıyla mezun oldu. Ona güvenenlerin yüzünü kara çıkarmamak için, gündüzünü gecesine katarak çalışıyor. Kendisine tanınan şansın bilincinde olduğu için; planlarında, projelerinde hep imkanı olmayan yetenekli gençlere kaynak yaratmaya çabalıyor. Emir neler yapıyor merak eden olursa diye bir de link vereyim.
http://www.rotu.com


Çok Yönlü ve Başarılı Bir Genç Sanatçı : Ece Müniroğlu

Ece portre

Bu yazımda sizlere genç, başarılı ve çok yönlü bir sanatçıdan Ece Müniroğlu’ndan söz edeceğim. 2013 yılında oğlum Emir Cerman ve arkadaşlarının Boston Outside of the Box Festivali’nde Rhythm of The Universe konseri öncesinde tanıştım besteci, aranjör, piyanist Ece Müniroğlu ile. Güler yüzüyle, yüksek enerjisiyle bir yandan sahnedeki performansına hazırlanırken, yardım gereken herkese de koşturmasıyla kalbimi kazanmıştı. Her fırsatta keyifle sohbet etmiştik ben dönene kadar. Sonra da Istanbul’da olduğu sürelerde, vakit yaratıp sohbetlerimize devam ettik. Ocak ayının ilk günlerinde Boston’a dönerken Emir’ime gidecek bir iki paketi vermek üzere buluştuk. Hazırlıkları tamamlanan web sitesinden, geleceğe dair planlarından söz ederkenki coşkusuna ve heyecanına bayılmıştım. Geçen hafta web sitesini görünce, konuşmalarımızı hatırladım ve sizleri Ece ile tanıştırmak istedim.

Ece piyano

7 yaşında piyano çalmaya başlayan Ece Müniroğlu müzikle hep iç içe yaşamış. Öğrenciliği süresince severek çalıştığı geometri ve matematik dersleri ona İTÜ Mimarlık bölümünün yolunu açmış. Okulun son yılında bitirme projesi hazırlarken; Berklee College of Music’ in Ankara’da öğrenci seçmeleri düzenlediğini duyunca bu fırsatı değerlendirmiş ve sınavı kazanmış. İTÜ Mimarlık diplomasını cebine koyan Ece; aldığı eğitimin kendisine kazandırdığı farklı bakış açılarıyla bu kez de Boston’a yeni okuluna koşmuş.

“Atılan her adım, yaşanılan her deneyim, bir sonraki adımımızı şekillendiriyor, Berklee’den önceki eğitimim ve çalışmalarım benim bu noktada olmama yardımcı oldu.” diyen Ece Müniroğlu; Berklee College of Music’ten Mayıs 2016 da “Çagdaş Bestecilik ve Prodüksiyon” bölümünden mezun oldu. Berklee’deki eğitimi süresince Ece’nin beste ve aranjmanları çeşitli konserlerde seslendirildi. Futura Productions’ta kaydedilen ve Ece tarafından yönetilen son orkestra parçası “Memory Land”i BURAYA tıklayarak izleyebilirsiniz. Mezun olduktan hemen sonra Boston Üniversitesi’nde “The Cradle Will Rock” müzikalinde Catherine Stornetta’ya müzikal direktör asistanlığı yaptı. Aynı zamanda; Boston’da devlet okullarında okuyan çocukların müzikal gelişimini sağlamayı ve okulda ders veren öğretmenleri bu anlamda bilinçlendirmeyi amaçlayan “Disney Musicals in Schools” isimli bir programda da müzik direktörü olarak çalışmaya başladı . The Lion King’den “Can you Feel the Love Tonight”, Pocahontas’tan “Just Around the Riverbend” müzikal aranjmanlarını yaptı. Bu alandaki bir sonraki projesi Toy Story’den “When She Loved Me”nin stüdyo kaydını yapmak ve yönetmek. Bu proje, Singapur’lu şarkıcı/besteci ve yine Berklee mezunu Enya Lim ile beraber yürütecegi bir çalışma olacak.

Ece studyo

Berklee’deki eğitimi sırasında reklam müzikleri de besteleyen Ece, bu alandaki çalışmalarına Türkiye ve Amerika’da devam ediyor. Berklee Radyosu “The BIRN” de Visual Media Director olarak çalışan Ece aynı zamanda grafik tasarımı yapıyor, posterler hazırlıyor. Her sanatçı gibi onun da hayalinde Los Angeles var. Pixar ve Disney filmlerine müzik yazmak, yönetmek, özetle hikayeye müzik yazmak var. Yolun da, bahtın da hep açık olsun sevgili Ece Müniroğlu.

Web sitesi: http://www.ecemun.com


Doğum Günün Kutlu Olsun Emir Cerman

3 Haziran 1984 sabahı, güzel bir pazar günü, 9 aylık heyecanlı bekleyişin sonunda, biricik oğlum Emir ’i kucağıma aldığım gündü. Sabaha karşı başlayan ve gaz sancısını andıran ağrıların doğum sancısı olduğunu anlamam zor olmuştu. Nereden bilebilirdim, doğurmaya hazırlandığım ilk bebeğimdi. Filmlerde izlediğimiz kadınların “amanın, yetişiiin, yandıım, öldüüm” diye bağırdıkları türden ağrılar da değildi.

Oturduğumuz evin terasında dakikalarca yürüyüp, hala “gaz” dan kurtulamayınca saat tutmak aklıma gelmişti. Tabii ağrı aralarının 5 dakikada bir olması kafamda şimşekler çaktırmış, hemen günler öncesinden hazırladığım küçük bavulu kapının dibine koyup beklemeye başlamıştım. Ne mi bekliyordum, “haydi vakit geldi” dediğimde aynı filmlerde görülen tepkiyi veren rahmetli kocamın telaşla hazırlanmasını 🙂 Evet sonunda tam hazırlanıp kapıya çıkarken asansör bizim katta durdu ve o anda en son görmem gereken kişi babam çıkmaz mı asansörden, haydi bakalım bir şey anlamasın diye tornistan eve geri dönüş ve “kahve içer misin babacığım” sorusuna verdiği cevabı duymadan mutfağa kaçış ve ağrıya katlanmak için nefes alıp vermeye devam.

O günlerde kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle ani üzüntüler yaşamaması gereken annemin kulağına gitmesin diye babama binbir şaklabanlık yaptım. Adamcağızın da keyfi yerinde, anlatıyor da anlatıyor. Ben ise ne oturabiliyorum ne kalkabiliyorum, durum git gide vahimleşiyor. En sonunda aklıma, bir arkadaşımızın bizi kahve içmeye davet ettiğini söyleyip müsaade istemek geldi. Tabii bavulu almadan birlikte indik asansörle. O evlerine yürüdü, ben arabaya attım kendimi, kocam son hızla geri çıkıp bavulu aldı ve nihayet yola çıktık. Hastaneye girdik, ilk kontrol yapıldı, beni bir odaya aldılar ve sürpriz, sancılarım duruverdi. O kadar kasmışım ki kendimi, ortalık süt liman. Hemen doktorumu aradılar, kadıncağız tatili nedeniyle Tuzla’daki kardeşine ziyarete gitmiş. Bana ” Zeynep Doktor seni tekrar kontrol edecek ve bana durumu bildirecek gerekirse eve gidersin” der demez, can havliyle haykırdım “kesinlikle olmaz. Eve girince bir daha çıkamayabilirim, bakarsınız yine babam uğrar, ben en iyisi şurada bekleyeyim” dediğimde, sakin olmamı, akşamüstüne doğru yanıma geleceğini söyleyip beni rahatlattı.

Saatler geçmek bilmiyordu, gazeteler, dergiler, TV programları vs derken nihayet doktorum geldi ve kontrolü bitince de müjdeyi verdi “haydi hazırlan suni sancı ile başlayacağız” bende bir sevinç bir sevinç. Hemşire hanım elinde lavmanla gelene kadar da keyfime diyecek yoktu 🙂 Bundan sonrası hızlandırılmış film gibiydi. Suni sancı ile normal sancı arasındaki tek fark sadece süreleri, buna inanın, acı aynı derecede can yakıcı. Nasıl bir acı diye merak ediyorsanız şöyle diyebiliriz; şiddetle bağırsaklarınız bozulmuş ama asla çıkış yolu yok, hayal edebildiniz mi ağrının şiddetini? Bütün bu keşmekeşte bana can yoldaşlığı eden arkadaşım Jale de ikinci bebeğine hamileydi “ya hu ben bu fasılları unutup neden tekrar hamile kalmışım” demez mi, onca can acısına rağmen gözümden yaşlar gelerek gülmüştüm.

Sonunda, “vakit geldi” diyerek beni sedyeye koyup doğumhaneye doğru yola çıkardılar. İşte o an yaşanan acı, ağrı her neyse sanki bir anda hafifledi, kaybolmadı, ama aylardır heyecanla beklediğim bebeğime kavuşacağım anın yaklaşmış olması fikri harikaydı.

Doğumhanede yattığım yerin tam karşısında kocaman bir saat vardı. Oğlumun doğduğu ve sağlam olduğunun söylenmesi sırasında saat tam 18.05 idi. Yer yüzündeki hiç bir örnek o anda hissettiklerimi anlatmaya yetmez.

Yine birbirimizden kilometrelerce uzakta geçecek bir doğum günü olacak. Garip bir şekilde Boston’a gittiğinden beri ancak 5 yılda bir beraber kutlayabiliyoruz Emir’in doğum günlerini 🙂

Canım oğlum; iyi ki doğmuşsun, teşekkür ederim beni hep mutlu eden ve gururlandıran bir evlat olduğun için. Doğum günün kutlu olsun, karşına hep iyi insanlar çıksın, yaşayacağın her gün bir öncekinden daha mutlu olsun, bedenin ve ruhun her daim sağlıklı olsun, ihtiyacı olanlarla sevgiyle paylaşacağın kadar da çok paran olsun.
Emir neler yapıyor merak eden olursa:
http://www.rotu.com


Dünyanın Akciğerleri Elden Gidiyor #amazonanthem

Yeryüzündeki en büyük ekosistem Amazon ormanları; bu hızla katledilmeye devam edilirse 40 yıl sonra tamamen tükenecek. 

Oğlum Emir Cerman’ın kurucusu olduğu Rhythm Of The Universe (ROTU), Amazon Aid Foundation işbirliği ile bu konuya dikkat çekmek ve destek sağlamak için kolları sıvadılar, Anthem for the Amazon isimli yeni bir projeye başladılar.

amazon

Amazon yağmur ormanlarının önemi hakkında küresel izleyicileri bilgilendirmek için bir müzik video projesi üretecekler. Yüzden fazla ülkeden öğrenciler, sanatçılar ve bilim adamları, dünyanın en büyük ormanını kurtarmak, ülkeleri yöneten karar mekanızmalarını zorlayıcı bir eylem çağrısı yaratmak için el ele veriyorlar.

Amazon Yağmur Ormanlarını korumak için, bugünün ve yarının liderlerine; müzik, dans, şiir, multimedya ve sanat yoluyla kendi fikirleri ve düşünceleriyle bir çağrı yapacaklar.
Tanıtım videosunu çekebilmek için kaynak yaratmak üzere de Kickstarter üzerinde bir destek kampanyası başlattılar. Ve bizlere soruyorlar:
“Okyanuslara %20 taze su taşıyan, dünya üzerindeki türlerin %30 una yaşam alanı sağlayan, binlerce kabileye ev sahipliği yapan dünyanın akciğerlerini kurtarma fırsatı elinizde olsa sizler de destek olur musunuz?”
Aşağıdaki yazıya tıklayıp olanaklarınız ölçüsünde sizler de katılın, tanıtım videosunu izleyin ve çevrenizle paylaşın lütfen.

Anthem for the Amazon

Daha fazla ROTU projesi için de BURAYA tıklayabilirsiniz.


3 Haziran Emir Cerman’ın Doğum Günü…

Emir Cerman Yedi tepeden yedi kitaya konser

Bundan 30 yıl önce, 1984 yılının güzel bir pazar günü, 9 aylık heyecanlı bekleyişin sonunda, biricik oğlum Emir ’i kucağıma aldığım gündü. Sabaha karşı başlayan küçük gaz sancısını andıran ağrıların doğum sancısı olduğunu anlamam pek zor olmuştu. Nereden bilebilirdim, bu benim ilk bebeğimdi. Filmlerde izlediğimiz kadınların “amanın yetişin yandıım öldüüm” diye bağırdıkları türden ağrılar da değildi.

Oturduğumuz çatı katının boğazı gören manzarasına bakarak terasta dakikalarca yürüyüp, hala “gaz” dan kurtulamayınca saat tutmak aklıma gelmişti. Tabii ağrı aralarının 5 dakikada bir olması kafamda şimşekler çaktırmış, hemen günler öncesinden hazırladığım küçük bavulu kapının dibine koyup beklemeye başlamıştım.Ne mi bekliyorum  “haydi vakit geldi” dediğimde aynı filmlerde görülen tepkiyi veren kocamın telaşla hazırlanmasını 🙂 Evet sonunda tam hazırlanıp kapıya çıkarken asansör bizim katta durdu ve içinden o anda en son görmem gereken kişi babam çıkmaz mı, haydi bakalım bir şey anlamasın diye tornistan eve geri dönüş ve “kahve içer misin babacığım” sorusuna verdiği cevabı duymadan mutfağa kaçış ve ağrıya katlanmak için nefes egzersizi yapmaya devam.

O günlerde kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle ani üzüntüler yaşamaması gereken annemin kulağına gitmesin diye babama binbir şaklabanlık yaptım. Adamcağızın da keyfi yerinde, anlatıyor da anlatıyor. Ben ise ne oturabiliyorum ne kalkabiliyorum, durum git gide vahimleşiyor. En sonunda aklıma, bir arkadaşımızın bizi kahve içmeye davet ettiğini söyleyip müsaade istemek geldi. Tabii bavulu almadan birlikte indik asansörle. O evlerine yürüdü, ben arabaya attım kendimi, kocam son hızla geri çıkıp bavulu aldı ve nihayet yola çıktık. Hastaneye girdik, ilk kontrol yapıldı, beni bir odaya aldılar ve sürpriz, sancılarım duruverdi. O kadar kasmışım ki kendimi, ortalık süt liman. Hemen doktorumu aradılar, kadıncağız tatili nedeniyle Tuzla’daki kardeşine ziyarete gitmiş. Bana ” Zeynep Doktor seni tekrar kontrol edecek ve bana durumu bildirecek gerekirse eve gidersin” der demez, can havliyle haykırdım “kesinlikle olmaz. Eve girince bir daha çıkamayabilirim, bakarsınız yine babam uğrar, ben en iyisi şurada bekleyeyim” dediğimde, akşamüstüne doğru geleceğini söyleyip beni rahatlattı.

Saatler geçmek bilmiyordu, gazeteler, magazinler, TV programları vs derken nihayet doktorum geldi ve kontrolü bitince de müjdeyi verdi “haydi hazırlan suni sancı ile başlayacağız” bende bir sevinç bir sevinç. Yaşlı bebek hemşiresi elinde lavmanla gelene kadar da keyfime diyecek yoktu 🙂 Bundan sonrası hızlandırılmış film gibiydi. Suni sancı ile normal sancı arasındaki tek fark sadece süreleri, buna inanın, acı aynı derecede can yakıcı. Nasıl bir acı diye merak ediyorsanız şöyle diyebiliriz; şiddetle bağırsaklarınız bozulmuş ama asla çıkış yolu yok, hayal edebildiniz mi ağrının şiddetini? Bütün bu keşmekeşte bana can yoldaşlığı eden arkadaşım Jale de ikinci bebeğine hamileydi “ya ben bu fasılları unutup neden tekrar hamile kalmışım” demez mi, onca can acısına rağmen gözümden yaşlar gelerek gülmüştüm.

Sonunda, “vakit geldi” diyerek beni sedyeye koyup doğumhaneye doğru yola çıkardılar. İşte o an yaşanan acı, ağrı her neyse sanki bir anda hafifledi, kaybolmadı, ama aylardır heyecanla beklediğim bebeğime kavuşacağım anın yaklaşmış olması fikri harikaydı.

Doğumhanede yattığım yerin tam karşısında kocaman bir saat vardı. Oğlumun doğduğu ve sağlam olduğunun söylenmesi sırasında saat tam 18.05 idi. Yer yüzündeki hiç bir örnek o anda hissettiklerimi anlatmaya yetmez.

Canım oğlum; iyi ki doğmuşsun, teşekkür ederim beni hep mutlu eden ve gururlandıran bir evlat olduğun için. Doğum günün kutlu olsun, karşına hep iyi insanlar çıksın, yaşayacağın her gün bir öncekinden daha mutlu olsun, bedenin ve ruhun her daim sağlıklı olsun, ihtiyacı olanlarla sevgiyle paylaşacağın kadar da çok paran olsun.

 


Başarı Nedir Sizce?

Başarı göreceli bir kavram. Herkes için farklı bir anlamı var başarının. Kimi zaman bir çocuk için kurabiye kavanozuna erişmektir. Yaşlanınca da, epey yüksek bir kaldırıma yardımsız çıkmak olabilir başarı.
Ülkemizde yaşanan son olaylara bakınca; her türlü şartta onuruyla yaşayabilmek, bana başarıların en büyüğü gibi geliyor.
Başarı tanımları arasında en sevdiğim, ünlü Amerikalı yazar ve şair Ralph Waldo Emerson’un satırları:

“Başarı, sık sık gülmek ve çok sevmektir. Akıllı insanların saygısını, çocukların sevgisini kazanmaktır. Dürüst eleştirmenlerin onayını almak, sahte dostların arkadan vurmalarına dayanmaktır. Güzeli sevmektir. Herkesteki en iyiyi bulmaktır. Karşılık beklemeyi hiç düşünmeden, kendiliğinden vermektir. Geride ister sağlıklı bir çocuk, ister kurtarılmış bir ruh, ister bir parça yeşil bahçe, ister iyileştirilen bir sosyal durum bırakarak dünyanın iyileşmesine katkıda bulunmaktır. Gönlünce eğlenmek ve gülmek, kendinden geçerek şarkı söylemektir. Tek bir kişi bile olsa, birinin sizin varlığınızdan dolayı daha rahat nefes aldığını bilmektir…”

Emir bebeEmir stage tuxYukarıda sıralananlardan çoğunu yapabildiğim, ilk fotograftaki minik sarı kafanın diğer fotograftaki genç adama dönüştüğünü görebildiğim ve Emerson’un yazısındaki maddelerin hemen hemen hepsini tamamlamış dostlara sahip olduğum için de kendimi başarılı sayıyorum.
Haydi şimdi siz de bir kağıt kalem alıp kendi başarı ölçülerinizi ve ne kadarını tamamlayabildiğinizi sıralayın, kolay gelsin.


Holiday Season Message From A Musician

Emir Cerman is a musican and he is my son. I’m proud of him and want to share his message to whole world. Please read and spread this message to your friends and loved ones. Happy Holidays to all.


I LOVE MY LIFE AND I LOVE YOU MUSICIANS SO MUCH.
I HAVE TO SHARE WITH YOU GUYS.

Please take a moment and Read this !, Im sure it will change your day too, if you do what I did this morning.

I had a most amazing experience of my life this morning at Boston metro.

10:00am Green Line,

I was going to prudential E line and I got out of from the metro. I went to upstairs and I saw this huge crowd of high school kids, and I didn’t pay attention and start to walking,
then I start to hear a huge choir sound. And i stopped!
The moment when I looked back and 60 kids singing and their teacher was start to conducting!!

They were singing this beautiful Christmas choir piece ! And I was the only one listening to them….
people was too SCARED to stay and STOP in the morning and listen to them I guess????? How ??

It was so magical at 10:00 am in the morning with huge energy with amazing smile!

By the time they finish the piece, we were 2 people clapping them…. and I saw there was a hat on the floor with bunch of dollars..

I start to walking to them to give money and THAT WAS THE MOMENT !! One of the performer said .

OMG HE IS COMING HE IS THE FIRST ONE ! Everybody starts to clapping cheering up screamiiing and I put there 10$. And they screamed at me MERRY CHRISTMAS we love you so muuuch. THAT WAS A MESSAGE FOR ME FOR 2013 :))

The appreciation was unbelievable!!

Please support the musicians. Because you don’t know how hard this journey is.
If you are a musician and if any people playing on the street professional or amateur, Doesn’t really matter give them something please!!

Don’t you forget how hard this journey is ?? Don’t you remember how much you were excited when you started first time ??

If you are not musician, oh that’s another story of course ! that means you are missing the most amazing elements of your life !! Don’t walk away, im sure you have couple minutes in your life to stop and breathe with the music!!

if you don’t have money at least stay and smile and watch them. Because they will see on you face that you are appreciating their art! And they will appreciate you too.

Musicians!!! don’t ever forget we are the one’s giving rest of the world for a living reason! and Healing to the world!

Some people just forget how to listen!!! And lets show them how to listen!!

I believe this will innovate the world.

I love you all, I love my life and appreciating every single moment because of I’m HUMAN and MUSICIAN!!

HAPPY HOLIDAYS
Emir Cerman


Sayfalar:123