:::: MENU ::::
Browsing posts in: ŞİKAYETİM VAR

Senede Bir Gün Değil, Hep Kadınız

Bu yıl da 8 Mart için yazılacak olumlu bir gelişme yok. Kadına şiddet ve kimliksizleştirme, şiddeti ve kadın ölümlerini meşrulaştırma, kadınları çarşafa sokma çabaları son hız devam ediyor. “Kadınkırım” konusunda yine yol alınamadı. Erkek egemen meclisimizin %75 i kadın olmadığı sürece de değişmeyeceği ortada. Yolsuzluklarla, hırsızlıklarla, depremlerle, sellerle, yangınlarla çalkalanan ülkemde; kız çocukları kendileri bebeyken anne olmak zorunda bırakılmaya devam ederken, iyiyi güzeli hayal etmek bile zor. Senede bir kez hamasi laflarla, kozmetik ürün indirimleri, spa teklifleri ile geçiştirilen bir gün değil; “her gün kadın olunabilen” bir ülkede uyanacağımız günler için çabalamaya devam. 2022 yılında erkekler en az 327 kadını öldürdü, 198 kadının ölümü de ‘şüpheli’ olarak kayıtlara geçti. Kaynak: https://www.gazeteduvar.com.tr/erkekler-gecen-yil-en-az-327-kadini-oldurdu-793une-siddet-uyguladi-haber-1607120 

Minik bir not: Fotograf 1934 yılından. İyi düşünün lütfen, yaşamak istediğiniz hayatı şekillendirecek olan sizlersiniz, geleceğinizin daha fazla ipotek altına alınmasına izin vermeyin. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günümüzü daha güzel zamanlarda kutlayabilmek dileğiyle.

Kadinlar-1934

Geçtiğimiz yıl kadınlarla ilgili arpa boyu yol alınmadığı gibi; hepimizin saçlarını diken diken eden mahkeme kararları, cinayetler, dayaklarla “Kadınkırım” tam gaz devam ediyor. Enerjim yok yeni cümleler kurmaya, geçen yıllarda yazıp paylaştığım bilgileri ve yazıyı aşağıya ekledim. Okuduğunuz zaman hak vereceksiniz, rakamsal verilerde azalma değil artış olduğu da hepimizin malumu. Daha çok çaba sarf etmeliyiz, bizi yönetenlerden beklentimiz sıfıra indi, erkeklerin bilinç düzeyini yükseltecek çalışmalara önayak olalım, kişisel çabalarımızı artırıp daha çok kız çocuğun eğitimine, kişsel gelişimine katkıda bulunacak kampanyalara destek verelim. Bunları yapalım ki, gelecek nesillere verecek hesabımız olsun.

Her yıl 8 martta akıllara düşer kadınlar. Kocaman kocaman laflar edilir, devleti yönetenlerden, sanatçısına, öğretmenine, sokaktaki insanına kadar herkes hamasi laflar eder, bir gün sonra ettiği lafları unutur gider. 2002 den bu yana sistemli bir şekilde ötekileştirilmeye çalışılan kadınların, hayatın içinde aktif rol almaları istenmemekte. Taciz ve tecavüz durumlarında suçlu sadece kadın olarak gösteriliyor, hem de devletin yüce mahkemeleri, ilahiyat mezunu din bilginleri tarafından bile. Dekolte giyindin, saçın açık, boyandın, gece sokağa çıktın, bara gittin, içki içtin, sevgilin var e o zaman suçlusun, sorguya gerek yok, doğrudan infaz. Hükümetin yüksek kademesindekiler, kadına ikinci sınıf vatandaş olması yönünde tebliğlerde bulunup duruyor. Çocuk doğur, evinde otur, kocanın sözünü dinle, haklarından feragat et…. liste uzuyor gidiyor. Her gün 5 kadının öldürüldüğü ülkemde “Kadınkırım” hızla devam ediyor. Yaşam hakkı hepimizin en önemli anayasal hakkı olmaktan çoktan çıkarılmış durumda. 2002 yılında cinayetlerle katledilen kadınların sayısı 66 iken, 2007 yılında bu sayının katlanarak arttığını ve 1077’ye yükseldiğini görüyoruz. 2009 yılının ilk yedi ayında ise 953 kadın katledilmiş. 2010 yılında ise, 337 kadın en acımasız işkencelerle, kafaları baltayla, testereyle kesilerek, diri diri toprağa gömülerek,yakılarak, kurşunlanarak çok basit nedenlerle erkekler tarafından katledilmiş. Devlet ise dayak yediği, işkence gördüğü, ölümle tehdit edildiği için polise defalarca şikayette bulunan kadınları korumayarak kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor. Erkek egemen sistem, son yılların en baskıcı ve kahredici günlerini yaşatıyor biz kadınlara. Meclisin yüzde 92si erkek, 375 koltukta kadın oturmadıkça da bu sorunlar çözülmeyecek. Nefret cinayeti, namus cinayeti, töre cinayeti … seç beğen al her model var. Kadınların artık bu konuda daha duyarlı ve aktif olmaları gerek. Güneydoğu’da yapılan bir araştırmada, araştırmaya katılan kadınların yüzde 46 sı erken yaşta zorla evlendirilmiş daha da acısı yüzde 20 si 12 yaşında bu küçük kadınların. Ülkenin yönetim kademesindekilerin, çeşitli yayın organlarında kendi karılarını neredeyse çocuk yaşta aldıklarını gerine gerine anlatmaları ise durumu daha da vahimleştiriyor.
2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nce 24 bin 48 hane ziyareti ve 12 binden fazla kadınla yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilen bir araştırma sonucuna göre;
-Türkiye’de kadınların yüzde 41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor.
-Yüzde 49.9’la en fazla şiddete maruz kalan kadınlar ‘düşük gelir’ grubunda. Orta gelir durumunda bu oran yüzde 41.8, ‘yüksek gelir düzeyin’de de yüzde 28.7.
‘-Çalışan’ kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayanların yüzde 41.1’i şiddet mağduru.
-Eğitimsiz kadınların yüzde 55.8’i, lise ve üzeri eğitim alan kadınların yüzde 27.2’si şiddet mağduru.
-En az bir kez gebe kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında şiddet yaşıyor.
-Kadınların yüzde 57.6’sı, üç veya daha fazla kez yaralandığını söylüyor.
-Erkeklerin ‘işten çıkmaya neden olma veya çalışmaya engel olma’ oranı düşük gelir seviyesindeki kadınlarda yüzde 21.5 iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda neredeyse aynı: Yüzde 21.2.
-Yaşadığı şiddetini kimseye anlatmayan kadın oranı yüzde 48.5. Düşük gelir düzeyinde bu oran yüzde 54.1, yüksek gelir düzeyindeyse yüzde 37.5.
-Şiddet yaşamış kadınların yüzde 33.7’si ‘hayatına son vermeyi düşündüğünü’ söylüyor. Düşük ve yüksek gelir grubunda bu fikri aklından geçiren kadın oranı aynı, yani yüzde 34.6.
Şiddet görenlerin yüzde 12.4’ü intiharı denemiş. Düşük gelir düzeyinde bu oran 12.4 iken, yüksek gelir düzeyinde yüzde 11
Utanç verici rakamlar bunlar, yürek burkan rakamlar. Lafa gelince herkes coşuyor, ama eylem yok.
Bu yıl biraz çaba gösterelim, aktif olarak derneklerde görev alalım, yakın çevremizden başlayarak, “Kadına Şiddete Hayır” kampanyalarına destek verelim. Kız çocuklarının eğitimine gönül veren herkese yardım etmeye çalışalım. Cinsiyetinden dolayı doğduğu günden başlayarak horlanan, yaşam hakkı elinden alınan kadınlara yardım edenlere destek olalım.
Sadece bir gün değil, yaşadığımız her an kadın olma hakkının, ülkemizde yaşayan her kadına tanınması için elimizden ne geliyorsa yapalım.


İnternet Yasaklarının Dijital Reklam Sektörüne Etkisi Yıkıcı Olacak

Uzunca bir süredir; internet yasakları ile ilgili gerek yurt içinde gerek yurt dışında yayınlanan her yazıyı, her bilgiyi satır satır tarıyor ve okuyorum. Özellikle ülkemizde reklam sektörünün büyük oyuncularının ve basının bu konuya neden bu kadar az tepki gösterdiğini anlamaya çalışıyorum. Hemen hemen sektördeki şirketlerin çoğu yasaklara karşıy “mış gibi” yaptılar. Yeterli değildi, internet yasası ağır cezai yaptırımlara yol açacak şekilde onaylandı. Şimdilerde Twitter, Youtube ve olası bir Facebook yasaklanmasında da dijital reklam ajansları ve çalışanları büyük zarar görecekler. Hatta dün okuduğum bir yazıda VPN ve DNS değişikliği ile internete bağlanmalar nedeniyle reklam gelirlerinde büyük düşüşler olduğundan söz ediliyordu. (Kaynak : Turk Internet )

twitter
Şimdi adım adım birlikte düşünelim; internet yasaklarıyla birlikte dijital reklamcılıktan pay alan büyük oyuncuları hafifçe yana itelim (çoğunlukla bir dünya devi ajansın mutfağında olanlar, yabancı ortağı olanlar gibi gibi), sektörün küçük cirolu oyuncuları yasaklardan önce, koca koca markalardan pay alıp güzel ve göz alıcı işler yapmaya başlamışlardı. Pastanın dilimlerinde payların oranı hızla değişiyordu. Aynı durum TV ve basılı mecralar için de geçerliydi. Bilgisayarları, tabletleri ve cep telefonlarıyla internete bağlanan tüketicileri hızla yakalayan, o dev yayın kuruluşlarının hantal yapılarına kafa tutan birileri vardı ortalıkta. Hala akıllarının alamadığı konu; internet denen ele avuca gelmez yeniliğin, kimsenin tekelinde olamayacağı ve yasaklanamayacağıydı. Hükümet yandaşı/kuklası konumundaki çoğu yayın kuruluşu ve basılı medya devlerinin internet yasağına ses çıkarmayışı anlaşılır tabii, nispeten bağımsız sayılabilecek diğerlerinin yeterince ses etmemesi de yıllardır sömürdükleri reklamverelerin daha az bütçelerle daha efektif kampanyalar yapabileceklerini fark edip ellerinden kaçırmamaya çalışmalarıydı. İnternet reklamcılığı ölürse, yine TV reklamlarına dönüş başlar, markalar yeniden gazete ve dergilerde yer almaya başlarlar diye hesap ediyorlar sanırım. Kaybedilenin sadece bütçeler değil, daha önemli konular olduğunu anlamalarını umuyorum, biraz daha sağduyulu olmanın, insan olmakla mümkün olabileceğine inancım devam ediyor. youtube
Hemen belirteyim aktif olarak iş hayatı içinde değilim, emekliyim; akıllara yanlış bir soru takılmasın 3 yıldır özellikle reklam sekörüne kilometrelerce uzak duruyorum, teklif beklentim de yok. Üzüntüm; yıllarca emek verdiğim sektörü, dijital dünyanın önünü keserek beslenmeye çalışırken görüp, sevdiğim ve işlerini takdir ettiğim çok sayıda genç insanın zorda kalmasına sebep olacağını bilmektir. Olası bir yıkımın, sektörün bütün kanallarına etkisi olacağı da göz ardı edilmemelidir.
Hamiş: Konuya daha hakim kişilerin rakamsal verilerini de paylaşmak isterdim ama erişemedim. Kısa sürede bulursam buradan paylaşacağım.
Yazıda kullandığım görseller; internet yasaklarına en çok tepki veren ve en sistemli paylaşım yapan İnternet Özgürdür isimli blogdan alıntıdır.


Mide Bulantısı Hissiyle Yaşamak

flowers17 Aralık tarihinden bu yana tanık olduklarımız bir Avrupa ülkesinde yaşansa, milyonların sokağa dökülüp, sebep olanları neredeyse tükürükle boğacağı durumlar. Ülkemizde ise mizah arşivlerine  katkıda bulunulup, elde çekirdek izleme halinde ilerliyor genellikle. Hatırlayalım neden başlamıştı bu itiş kakış, rant paylaşımından değil mi? Peki böyle olmasının hepimizi rahatsız etmesi gerekmiyor mu? Sormuyor muyuz “Madem olanları biliyordunuz bunca zaman neden sustunuz, mamanız kesilince mi aklınıza geldi kayıtları ortaya dökmek. Gencecik çocuklar öldürülüp, sakat bırakılırken neden sustunuz, o çocukların kanları elinize bulaşmışken, paraları birlikte istiflediniz gıkınızı çıkarmadan değil mi?” Kim bu insanlar; devletin hangi kademelerine sıvaşmışlar, hırsız tayfası hissesini vermeyince ellerindeki kayıtları ortaya saçıveren bu adamlardan nasıl kurtulacağız peki?
Sürekli mide bulantısı hissiyle yaşar oldum, dengede kalmaya çalışıyorum, kötülüğe değil iyiliğe odaklanmaya çalışıyorum, çok zorlanıyorum. Kafamın içinde yüzlerce soru dönüp duruyor, cevaplarını bulamadığım. Endişem gencecik insanların, küçücük bebelerin geleceklerinin kimliği bilinmeyen bir gürühun insafına kalıp, ipotek altına alınmış olması.
Hala çok sayıda insanın siyaseti futbol takımı tutar gibi takip etmesi, sorgulamadan, sadece duruşunu beğendi diye oy verip yaşadığı beldeyi hırsıza, uğursuza teslim etmeye hazır olmaları, belediye seçimiyle genel seçimi ayıramayıp bu seçimlerin bütün sorunlara çözüm olacağını sanmaları bana kendimi hasta gibi hissettiriyor.
Rahmetli anneannemin dediği gibi “Sonumuz hayr’olsun”

Olan Biteni Kolayca Hatırlamak İçin Linkler
17 Aralık Kronolojisi
Mülksüzleştirme Ağları
İktidar Savaşı

Fotografın konuyla ilgisi yok, içim daraldıkça bakıyorum, çiçeklerin rengi ruhuma iyi geliyor, yazının ağırlığını hafifletir umuduyla ekledim.


İnternet Özgürdür Manifestosu #karşıyız

Aşağıda okuyacağınız manifestonun altına ben de seve seve imzamı atarım, sizler de atmalısınız. Ortak alanlarımıza yapılan müdahelelerin hepsine karşıyım; internet sansürüne ise bağıra bağıra karşıyım. Sevgili İpek Aral‘ın televizyon söyleşisinde belirttiği gibi “iNTERNET YASASI DEVLETİN MOBİNGİDİR” kabul edilemez. Lütfen sizler de artık sünepelikten vazgeçin ve sesinizi yükseltin, bu manifestoya destek verin.
Televizyon söyleşisini izlemek için BURAYA tıklayınız.

ikmanifestosu

İnternet, birbirimize akıllarımızla dokunduğumuz ortak alanımız.

21. yüzyılın işbirlikçi, yenilikçi, hızla gelişen dünyasında Türkiye’nin insan temel hak ve özgürlüklerinin kullanımında adım adım geriye gitmekte olduğunu görmek biz İnsan Kaynakları Bloggerlarını şiddetle endişelendirmektedir.

Gerek Anayasamız, gerekse uluslararası normlara aykırı içeriğe sahip olan İnternet Yasası’na karşı tek nefes olup “Hayır” diyoruz. Ortak alanımıza devlet eliyle yapılacak insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı her türlü müdahaleye #karşıyız.

İnterneti kullanma konusunda yeni nesillerin vizyonuna sahip olmak, birbirimize güvenmek, geleceğe dijital dünyanın faydalarına sarılarak özgür şekilde ilerlemek arzumuzun sonuna kadar arkasında duracağız.

İnsan Kaynakları Bloggerları


Boyun Eğmeyeceğim, Bu Partiye Oy Vermeyeceğim

boyun egme-Son 10 yılda yaşananlardan dersler çıkarıp; adam gibi çalışmayan,
-Gençlere, kadınlara adaylık hakkı tanır(mış) gibi yapan,
-“Her kanattan seçmenim var” demek adına olmadık şaklabanlıklara imza atan,
-Bölücüye, gericiye, hırsıza kucak açıp; düzgün isimleri dışlayan,
-İnşaat baronları ve taşeronlarıyla halvet olanları listelerin başına oturtan,
-Parti başkanlarının oy kullanmasını bile sağlayamayan,
-“Çevreye saygılıyız” derken, içine edilmesine çanak tutan,
-Ekonomik çözümler konusunda, bir arpa boyu yol alınmamış hamasetlerle oyalanan,
-Adalet, hak, hukuk kelimelerinin anlam yitirmesine göz yuman,
-Yıllardır bölüp durdukları sol’u bir araya getirmek yerine; döneklerden medet uman,
-Yumurta kapıya gelene kadar adaylarını belirleyemeyen,
-Ölümü gösterip; sıtmaya razı olmamı yüzsüzce bekleyen bu partiye oy vermeyeceğim, “bak öcü gelir ama” tehditlerine boyun eğmeyeceğim.

“Aman ne yapıyorsun, karşı tarafa yarayacak” safsatasından çok sıkıldım; “40 katır mı, 40 satır mı” sorusundan daha da çok sıkıldım. Bir önceki seçimlerdeki hezimet ertesinde adam gibi çalışmaya başlamaları çok mu zordu? “İstenmeyen tarafa oy gitmesin” diye nasıl olsa kendilerine oy verileceğinden emin olarak yayıldıkça yayıldılar. Solda birlik sağlamak, bölünen oyları toparlamak yerine köşelerine çekilmeyi seçtiler. Vatandaşa “kümesteki kaz” gözüyle bakan karşıtlarından ne farkları kalıyor ki bizlere “çantada keklik” diye baktıklarında.
Gezi Parkı sürecinin başında ne sesleri çıktı, ne solukları; gencecik çocuklar telef olurken sokaklarda, onlar sırça köşklerinde rant hesaplarına devam ettiler. Ne zaman kendilerine politik sahnede yer olduğunu gördüler, sesleri yükseliverdi. Geç kaldınız beyler; o gençlerin vebali sizlerin de boynunda artık, kanları sizin de ellerinize bulaştı. Genel seçimlere kadar aklınızı başınıza devşirin, bu vatan için canını veren atalarımızdan emanet aldığınız partiyi, layık olduğu yere taşımak için çalışın. Hırsızları, uğursuzları, dönekleri, çapsızları itin elinizin tersiyle. Solda birliği sağlamak için çabalayın, bölünen oyları bir araya getirmek için uğraşın. Bu ülkede yüreği hala vatan sevgisiyle çarpan milyonlar var; yeter ki sizler de yürekten bakmayı, bakıp da görebilmeyi bilin.

Görsel Muhsin Akgün’e ait http://www.muhsinakgun.com/


Engelli Asansörlerini Kullanmayalım, Gereksiz Yere Kullananları Uyaralım

Hepimizin dikkatini çeken bir durum bu aslında, genellikle acelemiz olduğundan veya “şimdi bulaşmayayım bu densizlere” diye düşünerek uzaklaşıp gideriz. Sevgili Simto Alev‘in defalarca yazdığı, paylaştığı durumlardan birini de bu sabah gördüm.  Yanda göreceğiniz fotografın altına yazdığı açıklama şöyle:

asansor

Yer Şişhane metro asansörü… Fotoğrafta asansörden iniyor gibi gözükenler, aslında benden evvel binip, bi abinin “eşim hamile, burda engelli var” demesiyle inenler. (aceleyle çekildiği için fotoğraf böyle) Ama asıl hikaye devamı…

Burdaki abilerden biri, bir sonraki asansöre de bizimle (kardeşim ve ben) geldi. Asansörün kapısında “o fotoğrafı siler misiniz” diye çıkıştı. İtiraz ettik tabii. Abi biraz hiddetlendi, “benim fotoğrafımı çektiniz, istemiyorum” Ben de “burası kamusal alan, istediğimiz gibi çekeriz” dedim. Abimiz durur mu? “Ben de sizi çekeyim o zaman” diye atarlandı..

E ama yer mi? Bize yapılır mı? Kardeşimle hemen azıcık geri çekilip poz verdik, en güzel gülümsememizi takındık. “Buyrun çekin” dedik… Abimiz en net tabiriyle göt oldu. Ama eğlence bitmedi…

Asansöre bindik. “Twitter kullanıyor musunuz” dedim. “Yok” dedi. “Kullansaydınız beni mention edin diyecektim” dedim. Sonra sosyal medyaya sataştı. Bitmiyor hikaye… 3 Dakikalık asansör yolculuğu oysa alt tarafı…

“Ya bari beni bi araştırın Google’da, bak adım simto alev” dedim. Samimiyetle ama. “Sen kimsin ki!” diye çıkıştı. “Önemli biri değilim, sadece halimi tavrımı görün” dediğimde, bana kalırsa 2. defa göt oldu.

“Çekiyorlar böyle, sosyal medyaya falan koyuyorlar” dedi. “E koyacam tabii” dedim… “Ama ben sizi görmedim, o yüzden bindim” diye savunmaya geçti…

Asansörün kapısı açıldı.. Kardeşim “engelli asansörüne neden bindiniz ki zaten” dedi. Ben “tabela da var” diye tamamladım. Caddeye çıktık, “acelem var” dedi. Ayrı yönlere gittik, o köşeyi döndü… “salak salak konuşuyorlar” dedi… Kardeşim arkasından bağırdı, ben susturdum, iplemedim..

Garip haller bunlar… Adam aslında vicdani olarak suçlu hissediyor ve bu şekilde yayınlanmak istemiyor. Hem de tüm iyi niyetle iletişim kurma çabamı karşılıksız bırakıp savunma yapıyor.

ps: o abi bu fotoğrafta görünüyor mu, görünüyorsa hangisi, görünmüyorsa neden görünmüyor söylemeyeceğim. Belki eskaza kendine rastlarsa, burada atarlanıp kendini gösterir zaten.

Benzer durumlar gördüğünüzde bir durun, düşünün ve LÜTFEN ama lütfen tepki gösterin. İnsan kılığındaki bu yaratıklar, kalplerinin ve vicdanlarının yerini unutmuşlar, hatırlatmak gerekiyor. Zor, hem de çok zor onlarla anlaşmaya ve dert anlatmaya çalışmak, ama denemeliyiz. Kolay olanı tabii ki yanlarından geçip gidivermek, ama LÜTFEN artık bu yolu seçmeyelim. Ne kadar çok çeşitli kişiden; her yaştan, her kesimden ve her cinsiyetten tepki görürlerse düşünmeye başlama ihtimalleri o kadar artacak. 2009 yılında yazdığım bir YAZIDA Mecidiyeköy Metrobüs girişinde Simto ile birlikte yaşadıklarımızı anlatmıştım. O günden bugüne anlayış olarak bir arpa boyu yol almış olmamız çok acı.


Geleceğinizin Yok Edilmesine İzin Vermeyin

Çocuklarınızın, torunlarınızın geleceğini ipotek altına alan kanun yolda, kendinize gelin, silkelenin, çaba harcayın. Bunca zaman sustunuz, köşenize çekilip oturdunuz, yeter artık. Çocuklarınızın ve torunlarınızın geleceğinin yok edilmesine göz yummayın, haklarınızı koruyun.#dogaicinsesver in
sari ciceklerDünyanın en zengin florasına ve faunasına sahip topraklarımızı betona çevirme hamlesinde son kararı da devreye soktular. Lütfen birazcık da olsa hamle edin, hiç olmazsa Nasuh Mahruki‘ nin başlattığı online bir kampanyaya destek olun, bilinmesini duyulmasını sağlayın. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesiyle geldiğimiz nokta ortada, nefes alacak yer kalmayacak yakında. Ülkenin en verimli, doğası emsalsiz bölgelerinde hidro elektrik santraller, nükleerler ve termiksantraller yükselecek. Avrupa’da yapılamayanları bizim topraklarımızda yapmak için salyaları akarak sıraya girenlere dur deyin. Kendi ülkelerinde zararlı bulunanları; denetim yokluğu, akıl zaafiyeti ve hırstan kararmış vicdanlar sayesinde bizim ülkemizde gerçekleştiriyorlar. Son aymazlık milli parkların doğal alanların imara açılması oldu. Üstün kamu yararı saçmalığıyla, tabiat harikası bölgeler, ormanlık alanlar para hırsından gözü dönmüşlere kurban ediliyor. Güzelim ormanlara beton yığını rezidanslar, örneği olmayan göllere havaalanları yapılmasına göz yummayın. “Dünyayı biz kirletmedik ya ” mantığındaki yöneticilere geçit vermekten vazgeçin artık. Lütfen Nasuh Mahruki’nin başlattığı ve Change.org adresinde yer alan kampanyaya BURAYA tıklayarak destek verin, sizler olmadan bu yok edici kararları durdurmak mümkün değil. Haydi, şimdi hemen çocuklarınız ve torunlarınızın geleceği için bir adım atın ve dilekçeyi imzalayın.
Doğa İçin Ses Verin


Pazarlama Faciası Paraf Kart

Uzun yıllardır Halkbank müşterisiyim. Ufak tefek sorunlar dışında da beni üzmediler. Bağlı olduğum şube çalışanları güleryüzlü ve yardımsever. Yüksek mevduatlı müşteri olmadığım için de aldığım hizmetin bana özel olmadığını biliyorum. Paraf Kart faciasıyla mecburen tanışana kadar, sorunlarımı gerek şube çalışanları, gerek de telefon bankacılığından rahatça hallediyordum. Uzun yıllar bütünleşik pazarlama iletişiminin bütün sahalarında görev yapınca, marka başarısının önemli adımlarından birinin, pazarda yaygın olmakla gerçekleştiğini yaşayarak öğrendim. Ürününüz cihanda bir tane de olsa, müşteri satış noktasında aradığını bulamamışsa yaptığınız iş boş çıkmış demektir. Pos makinelerini aylardır bağlayamamış, bağlasa da kullanıcı firmalara derdini anlatamamış bir kredi kartı markası, olsa olsa bağlı olduğu bankanın imajını parlatma amacıyla yaratılmıştır. Banka çalışanlarına verilen eğitimlerde öyle çok ara gazı verilmiş ki, gariplerim sattıkları ürünün Bonus veya World kartlar kadar yaygın kullanımlı olduğuna inandırılmışlar. Zaman ayırıp sahaya çıksalar, fazla değil üç avm dolaşsalar umutları hazan yaprakları gibi dökülecek. Başarılı marka yaratmak ürünü sahaya yaymadan cafcaflı reklamlarla göz boyamak değildir. Başarıyı hakkında “her türlü” konuşulmak zanneden markaları, uzun vadede kazanç değil kayıp beklemektedir. parafGarip bir şarkıcıya bol sıfırlı rakamlar ödenip, yabancı ajanslardan “esinlenilmiş” reklamları piyasaya sürmeden önce, keşke pazarlama kadrolarını güçlendirip satış noktalarında yerlerini almayı başarsalardı. “Yapacağız, edeceğiz” lerle bu işlerin yürümediğini bilecek kadar yaşadım. Halkbank’ın marka değerini yükseltip yabancılara satma hamlesine kurban edilen bir tüketici olarak şikayetçiyim. Kartı kullanmaya “kerhen” devam edeceğim, ama mutsuzluğumu da paylaşmamak içime sinmedi. Yazıma görsel ararken, Erkut Ergenç’in de konuyla ilgili yazılarına rastladım. Yazılara şuradan ulaşabilirsiniz. Banka çalışanlarından ya da reklam ajansından geldiğini düşündüğüm saldırgan yorumları da mutlaka inceleyin.


Migros Sanal Market Macerası

Hizmete başladığı günden beri Migros Sanal Market hizmetini memnuniyetle kullanıyordum. Aylar önce mağaza ve bölge seçilmesini zorunlu hale getiren sisteme geçene kadar da hiç sorun yaşamamıştım. Oturduğumuz bölgeye yakın olduğu için Ortaköy mağazasından gönderim başladı, ne yazık ki o mağazanın işletme mantığında Sanal Market müşterisini Şok mağazası müşterisi sanmak gibi bir anlayış hakimdi. Gönderilen meyve ve sebzede atılmaya yakın olanların seçilmiş olmasını, süt ürünlerinin kullanım tarihlerinin son kullanma tarihlerine çok yakın olmasını defalarca eleştirmeme ve uyarmama rağmen, bu gün verdiğim siparişte alay eder gibi günü geçmeye yakın ürünler teslim edilince tepem attı. Müşteri hizmetlerini aradım, çıkan genç hanıma derdimi anlattım. Tabii sadece anlatmaya çalışmışım, o dinlediklerinden kendi çıkardığı sonucu not alıp iletmiş. Aradan saatler geçtikten sonra Ortaköy Mağazası yetkilisi olduğunu söyleyen, üzgün müşteriyi tatlı dille ve anlayışla sakinleştirip sorunu çözmeye çalışacağına vurdumduymaz tavırla iyice delirtmeyi başaran Bülent Bey sayesinde bu işin çözülmeyeceğini anladım. “Nedir yani şikayetiniz anlamadım, son kullanma tarihine daha iki gün varmış”, (kendi mağazasını savunmak amaçlı bir başka şubeyi karalayarak) “siz MetroCity mağazasındaki sebzeleri gördünüz mü?”, “altı üstü 50 liralık alışveriş etmişsiniz” diyebilen bir yetkilinin acilen eğitime alınması gerek. Müşteri ile temastaki kişilerin plastik olması gerekir. Gün içerisinde yüzlerce kişinin derdini dinliyor olmak yıpratıcıdır tabii. Bu göreve de bunları bilerek gelirsiniz. Bundan rahatsızsanız ve yakınacaksanız iş değiştirirsiniz. Çalıştığınız sektör “hizmet” sektörüdür ve siz de düzgün hizmet etmek üzere taahhütte bulunur ve bunun için maaş alırsınız. İnternet üzerinden alışverişi üşendiğim için değil; dirseklerimde ve omuzlarımda ağır yükler taşımak nedeniyle sorunlar başladığı için tercih ediyordum son zamanlarda. Buraya kadarmış, Migros Sanal Market ile ilişkim yarım saat öncesi itibarıyla bitmiştir. Mağaza yetkilisine az görünen meblağlar benim için önemlidir ve sokağa atılacak da bir kuruşum yok. Bu saatten sonra ayaklarıma kırmızı halı serseler nafile.
Müşteri İlişkileri Yönetimini başaramayan, çağrı merkezi elemanını ve mağaza çalışanlarını bilinçlendiremeyen markalar, hantallıklarının soruna dönüştüğünü günün birinde anlarlar ama geç olur. Müşterinin daima bir başka seçeneği vardır. İşletmelerin ise müşteriye davranışları olumlu yönde değişmedikçe, yüzecekleri denizleri kalmayacaktır.


Senede bir gün değil, hep kadınız 2012

Geçtiğimiz yıl kadınlarla ilgili arpa boyu yol alınmadığı gibi; hepimizin saçlarını diken diken eden mahkeme kararları, cinayetler, dayaklarla “Kadınkırım” tam gaz devam etti ve bunlar yetmezmiş gibi 4+4+4 saçmalığı orrtalığa saçıldı. Enerjim yok yeni cümleler kurmaya, geçen yıl yazıp paylaştığım bilgileri ve yazıyı aşağıya ekledim. Okuduğunuz zaman hak vereceksiniz, rakamsal verilerde azalma değil artış olduğu da hepimizin malumu. Daha çok çaba sarf etmeliyiz, bizi yönetenlerden beklentimiz sıfıra indi, erkeklerin bilinç düzeyini yükseltecek çalışmalara önayak olalım, kişisel çabalarımızı artırıp daha çok kız çocuğun eğitimine, kişsel gelişimine katkıda bulunacak kampanyalara destek verelim. Bunları yapalım ki, gelecek nesillere verecek hesabımız olsun.

Her yıl 8 martta akıllara düşer kadınlar. Kocaman kocaman laflar edilir, devleti yönetenlerden, sanatçısına, öğretmenine, sokaktaki insanına kadar herkes hamasi laflar eder, bir gün sonra ettiği lafları unutur gider. 2002 den bu yana sistemli bir şekilde ötekileştirilmeye çalışılan kadınların, hayatın içinde aktif rol almaları istenmemekte. Taciz ve tecavüz durumlarında suçlu sadece kadın olarak gösteriliyor, hem de devletin yüce mahkemeleri, ilahiyat mezunu din bilginleri tarafından bile. Dekolte giyindin, saçın açık, boyandın, gece sokağa çıktın, bara gittin, içki içtin, sevgilin var e o zaman suçlusun, sorguya gerek yok, doğrudan infaz. Hükümetin yüksek kademesindekiler, kadına ikinci sınıf vatandaş olması yönünde tebliğlerde bulunup duruyor. Çocuk doğur, evinde otur, kocanın sözünü dinle, haklarından feragat et…. liste uzuyor gidiyor. Her gün 5 kadının öldürüldüğü ülkemde “Kadınkırım” hızla devam ediyor. Yaşam hakkı hepimizin en önemli anayasal hakkı olmaktan çoktan çıkarılmış durumda. 2002 yılında cinayetlerle katledilen kadınların sayısı 66 iken, 2007 yılında bu sayının katlanarak arttığını ve 1077’ye yükseldiğini görüyoruz. 2009 yılının ilk yedi ayında ise 953 kadın katledilmiş. 2010 yılında ise, 337 kadın en acımasız işkencelerle, kafaları baltayla, testereyle kesilerek, diri diri toprağa gömülerek,yakılarak, kurşunlanarak çok basit nedenlerle erkekler tarafından katledilmiş. Devlet ise dayak yediği, işkence gördüğü, ölümle tehtit edildiği için polise defalarca şikayette bulunan kadınları korumayarak kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor. Erkek egemen sistem, son yılların en baskıcı ve kahredici günlerini yaşatıyor biz kadınlara. Meclisin yüzde 92si erkek, 275 koltukta kadın oturmadıkça da bu sorunlar çözülmeyecek. Nefret cinayeti, namus cinayeti, töre cinayeti … seç beğen al her model var. Kadınların artık bu konuda daha duyarlı ve aktif olmaları gerek. Güneydoğu’da yapılan bir araştırmada, araştırmaya katılan kadınların yüzde 46 sı erken yaşta zorla evlendirilmiş daha da acısı yüzde 20 si 12 yaşında bu küçük kadınların. Ülkenin yönetim kademesindekilerin, çeşitli yayın organlarında kendi karılarını neredeyse çocuk yaşta aldıklarını gerine gerine anlatmaları ise durumu daha da vahimleştiriyor.
2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nce 24 bin 48 hane ziyareti ve 12 binden fazla kadınla yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilen bir araştırma sonucuna göre;
-Türkiye’de kadınların yüzde 41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor.
-Yüzde 49.9’la en fazla şiddete maruz kalan kadınlar ‘düşük gelir’ grubunda. Orta gelir durumunda bu oran yüzde 41.8, ‘yüksek gelir düzeyin’de de yüzde 28.7.
‘-Çalışan’ kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayanların yüzde 41.1’i şiddet mağduru.
-Eğitimsiz kadınların yüzde 55.8’i, lise ve üzeri eğitim alan kadınların yüzde 27.2’si şiddet mağduru.
-En az bir kez gebe kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında şiddet yaşıyor.
-Kadınların yüzde 57.6’sı, üç veya daha fazla kez yaralandığını söylüyor.
-Erkeklerin ‘işten çıkmaya neden olma veya çalışmaya engel olma’ oranı düşük gelir seviyesindeki kadınlarda yüzde 21.5 iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda neredeyse aynı: Yüzde 21.2.
-Yaşadığı şiddetini kimseye anlatmayan kadın oranı yüzde 48.5. Düşük gelir düzeyinde bu oran yüzde 54.1, yüksek gelir düzeyindeyse yüzde 37.5.
-Şiddet yaşamış kadınların yüzde 33.7’si ‘hayatına son vermeyi düşündüğünü’ söylüyor. Düşük ve yüksek gelir grubunda bu fikri aklından geçiren kadın oranı aynı, yani yüzde 34.6.
Şiddet görenlerin yüzde 12.4’ü intiharı denemiş. Düşük gelir düzeyinde bu oran 12.4 iken, yüksek gelir düzeyinde yüzde 11
Utanç verici rakamlar bunlar, yürek burkan rakamlar. Lafa gelince herkes coşuyor, ama eylem yok.
Bu yıl biraz çaba gösterelim, aktif olarak derneklerde görev alalım, yakın çevremizden başlayarak, “Kadına Şiddete Hayır” kampanyalarına destek verelim. Kız çocuklarının eğitimine gönül veren herkese yardım etmeye çalışalım. Cinsiyetinden dolayı doğduğu günden başlayarak horlanan, yaşam hakkı elinden alınan kadınlara yardım edenlere destek olalım.
Sadece bir gün değil, yaşadığımız her an kadın olma hakkının, ülkemizde yaşayan her kadına tanınması için elimizden ne geliyorsa yapalım.


Sayfalar:12