:::: MENU ::::
Posts tagged with: ölüm

Kayıplarımızdan çıkaracağımız kazançlarımız… Yeniden

Bu sabah erken saatlerde, sevgili Burak Dönertaş’ın “Korkular kuşanırız…” başlıklı yazısını okudum. Dört yıla yakın süredir tanıyorum onu,  zor zamanlarda bir telefonla yardımıma koşan dostlarımdan biridir. Yine böyle zor zamanlardan birinde anlatmıştı bana yaşadıklarını ve kayıplarını.  Zordu kabullenmek, hem de her biri başlıbaşına çok zordu yaşadıklarının. O kayıplardan birine dayanarak yazmıştı bu sabah, ders alınası bir yazıydı. Blog yazısına yazdığım yorumda ” Yaşamadan öğrenilmeyen dersler bunlar ne yazık ki. Birileri yazsa da, anlatsa da, kendimiz yaşamadıkça unutuyoruz. Kaybetmeden, sahip olduklarımızın farkına varamıyoruz. Arada sırada dertleşerek paylaştıklarımızı, belki birilerine rehber olur diye yazmak, ruhumuza da iyi geliyor” demiştim. Sonra uzun süre önce yazdığım bir yazıyı hatırladım. Kendi kayıplarımdan çıkardığım dersleri anlatmaya çalıştığım bir yazıyı. “Kayıplarımızdan çıkaracağımız kazançlarımız “ başlıklı yazımı yeniden paylaşmak istedim. Belki birilerine rehber olur diyerek.

“Yarım saat önce Friendfeed’de bir başlık vardı sevgili Üstad Ferruh Mavituna eklemiş, altında da gençlerin yorumları var. Oradaki kısıtlı alana hissettiklerimi ve yaşadıklarımdan aldığım dersleri sığdırmam mümkün değildi. Palahniuk’ un “Invisible monsters” kitabından bir cümleyi alıntılamış Üstad Mavituna. Konu değil beni üzen, genç dinamik insanların, ne kadar maddi değerlere önem verdiğini ve kaybederse ilk aklına gelen şeyin “utanç” duygusu olduğunu görmekti.
Yaşadım ben bunları. İşimi kaybettim, çalışarak kazandığım paramı da, bana ait olmayan borçları ödemeye harcamak zorunda kaldım. Parasız kalınca kiramı ödeyemez duruma düştüm. Evden ayrılıp birilerinin yanında yaşamak zorunda kaldığım için bütün eşyalarımı  dağıttım. Hiç kolay değil hazmetmek.  Herşeyini kaybetmekten ne anladığınız çok önemli. Parasal gücünüzü, işinizi, bunlara bağlı olarak oturduğunuz evi, eşyalarınızı kaybediyorsunuz. İnanın bir şey olmuyor. Eğer aileniz, sizi seven dostlarınız varsa, çaresiz hissetmenize izin vermiyorlar. Önceleri çok ağırınıza gidiyor, uzun süre yalnız kalmak istiyorsunuz. Uzun uzun yürüyüşler yapıyorsunuz, kimseye göstermeden katılana kadar ağlamak için. Bazen boğulacak gibi oluyorsunuz, nefes almakta da . zorlanıyorsunuzAma hayat devam ediyor. Sağlıklıysanız her şeye yeniden başlayabileceğinizi biliyorsunuz. İşte o noktada soruyorsunuz kendinize “ben ne istiyorum aslında?”. Bunca yıl şan, şöhret, ünvan, para hepsine sahiptin, sana daha farklı ne hissettirecek bunlar. Ve sonra yeni bir “ben” keşfettim, her zamankinden daha güçlü daha hırslı, ama bu kez hayata dört elle sarılmaktı hırsımın nedeni. Başardım da, kolay olmadı çok uğraştım, üzüldüm, bunaldım, çok hasta hissettim kendimi, hatta depresyona da girdim. Sonra “dur” dedim ve kendime yeni bir hayat çizdim, daha çok mutlu olduğu şeyleri yapacak, daha basit yaşayacak, varsa yer, yoksa yemez biri olmaya karar verdim. Daha az eşyaya sahibim, dünya üzerinde daha az yer kaplıyorum ve  çevreye daha az zarar vermeye çabalıyorum. Küçük şeylerle mutlu olmayı çok iyi başarıyorum.  Akıllı ve başarılı bir evlada sahip olduğum için, beni seven ve düşünen dostlarım, sağlam duruşlu ve güçlü olmamı sağlayan bir ailem olduğu için her gün şükrediyorum. Her yeni gün benim için yeni bir macera, beni mutsuz eden ve üzen hiç bir olayın veya kişinin yakınında uzun süre geçirmiyorum. Kendime mutlaka kısa da olsa nefes alabileceğim zamanlar yaratıyorum. Korkmayın; kayıplar her zaman yıkım demek değildir. Bazen kendinizi bulmanıza yardımcı olur. Bir arkadaş demiş ki ”Kaybetmek için herşeye sahip olmak gerekmez mi ?” Hayır, gerekmez, sahip olduğun en önemli şeyleri; aklını, yüreğini ve umudunu kaybedersen kork, dünyevi şeyleri kaybedersen, gerçekten daha “hür ve güçlü” oluyorsun. Utanç duygusunu ise; dürüst davranmayanlara, hırsızlara ve döneklere bırakalım.
Hepinize daha huzurlu, daha sağlıklı, daha özgür bir yaşam diliyorum.”
Hayatlarınızı; tüketim ekonomisi çarklarına kapılarak değil, doya doya yaşamaya çalışın. Eninde sonunda hayatlarınız birkaç koliye sığıyor, bedeniniz de portakal sandığı gibi bir tabuta.
Hoşça kalın, sağlıkla kalın…


Nono’cuğum seni ve seninle vakit geçirmeyi çok özledim

Nedret Hazar Esen, benim büyük teyzemdi. 2007 nin 16 şubatında aramızdan ayrıldı. Alzheimer hastasıydı, ihtimam ile bakıldığı için doktorların öngördüğünden daha çok yaşamıştı. Son dakikalarında yanındaydım.  Küçük teyzem ve kızkardeşime bu akşamı atlatır dendiği için evlerine dönmüşlerdi. Ancak akşam saatinde gidebildiğim için, kalbi durduğunda yaşam destek ünitesine bağlanmayacağını da doktorlara ben söylemek zorunda kaldım. Kimsenin yaşamasını istemeyeceğim bir deneyim bu, düşmanlarımın bile. Sevdiğiniz, bir zamanlar birlikte gülüp eğlendiğiniz biri hemen yanıbaşınızda sonsuzluğa doğru yola çıkıyor. Beterin beteri sözüne çok inanırım, o nedenle yine de şanslıydık diyorum hep, acı çekmedi hiç. Hatta kendisine ne olduğunu bile anlamadı. Son aylarda hep uyuyordu zaten. O yatakta yatan beden, bir zamanlar benimle Taksim Parkı’nda saklambaç oynayan, bale resitallerimde ön sıradan bana moral veren, haftasonları 3 film birden seansları düzenlediğimiz neşe dolu kadın değildi ki. Kimdi inanın bilemiyorum. Sadece bir beden olarak kalmıştı. Sadece küçük teyzemi tanıyor, bizlere kibarca gülümsüyordu. Öyle acı ki bunlara tanık olmak. Tabii daha da acısı, anneciğimin de aynı hastalıkla tedaviye alınması.  Şimdilerde anlık durumları unutması dışında bir sorun yok. Hastalığın seyrini bilmek hem işinizi kolaylaştıran hem de daha çabuk moralsiz kalmanıza neden olan bir durum.Nono’cuğumun değişimini ilk ben fark etmiştim. Nedeni ise eşimin eniştesine konan “Alzheimer” teşhisi idi. Onunla hastalığın bütün evrelerini tanıyınca, bir başkasında belirtileri anlamak daha da kolay oldu. Ama ne anneme ne de küçük teyzeme durumu anlatamadım, hatta bilim kadını olan kız kardeşim bile kabullenemedi durumu. Kabul ettiklerinde ise, hastalığı yavaşlatmak için bile geç kalınmıştı. Uzunca bir süre ufak tefek vukuatlarla idare ettik. Eniştemin ölümünden sonra durumu daha da ağırlaştı. Apartman komşularını rahatsız etmeye başlayınca, yanında biri olmadan yaşamaması gerektiğine ikna edebildim annemleri. Ama işin zoru da bundan sonra başladı. Bulunan her kıza ve kadına “bu çirkin, istemem evimde” diyordu. Nasıl bir menhus hastalık ki kişiliğini tamamen değiştiriyordu insanın. Nono’m kimseleri kıramaz, sesini yükseltmez, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle gezen biriydi. Değil insanları eleştirmek, suratını bile asmazdı. Bir sürü badireden sonra bir gün bakıcı kadını evden atıp, neden yaptığını bilmediğimiz bir şekilde ocağın üstünde gazeteleri yakmaya kalkması son oldu. Alzheimer Derneği’nin Dragos’taki özel bakımevine yatırıldı. Göğe uzanan onlarca çam ağacının, çiçeklerin, bahçede gezen kaz ve ördeklerin olduğu bir tesisti. Etiler-Dragos arası bir hayli mesafe olduğu ve yoğun tempolu çalıştığım için ancak haftasonu ve tatillerde görebiliyordum Nono’mu. Bakımevinin her köşesinde kameralar olması içimizi rahatlatıyordu. Hem ben, hem de iki kardeşim monitörlerimizi 24 saat nöbetleşe kullanmaya başlamıştık. Oraya her gidişimde bir başka hastanın hikayesini öğrenmeye çalışıyordum. 2006 yılında “Babalar Günü” toplantısında beni çok üzen biriyle karşılaştım orada. Moran yıllarında “Rasin Baba” diye hitap ettiğim, sayesinde birçok kişiyle tanışıp, sektöre ait püf noktalarını öğrendiğim Rasin Yenen’de hastaydı ve bakımı imkansızlaşınca oraya yatırılmıştı. Yanına gidip boynuna sarıldım. Ama o; telaşla bana “biraz sonra beni gelip alacaklar” deyip duruyordu. Teyzemle nişanlı olduğunu zanneden Ali Bey’in hikayesi de bir başka içler acısı durumdu. Ankara’da üst düzey bürokrat olan Ali Bey, bakımevinde sabahları erkenden kalkıp, özel olarak kolalanan gömleklerini ve takım elbisesini giyiyor ve “vazifeye” gitmeye hazırlanıyordu. Lütfen; özellikle aile bireylerinizden aktif görevle çalışan erkeklere mutlaka bir hobi kazandırın. Bütün bu insanların neredeyse hepsinin ortak noktası boşlukta kalmaları. Bu benim fikrim, tıbbi bir dayanağı yok, ama benim 3 hastam, Rasin Baba, Ali Bey hepsinde hikaye aynı şekilde seyretmiş. Artık kendilerine kimsenin ihtiyacının kalmadığını ve bir işe yaramadıklarını sanmışlar. Annemle mümkün olduğunca vakit geçirmeye çalışıyorum. Arada iskambil oynuyoruz, birlikte film izliyoruz. Yıllardır bulmaca çözer annem, geçen ay farkettim ki artık çözemiyor. Bulmacaların çoğu başlanmış ve öylece kalmış. Ama o yapamadığının bile farkında değil. Arada haydi bilmeceni beraber yapalım da sonra kağıt oynarız” diyorum ve durumu kontrol ediyorum. Ertaç Enişte ile başlayan Alzheimer bilgilenme sürecim hala devam ediyor, sağolsun dostlar rastladıkları makaleleri ve haberleri paylaşıyorlar. Yurt içinde ve dışında bir sürü siteyi taramaya çalışıyorum. Kaybolduğunda, hastanızın kolay bulunması için geliştirilen chip dışında bir yenilik yok. Daha bu hastalığı neyin tetiklediğinden bile tam emin değiller. Makus talih diye kabullenmek yerine, savaşmayı tercih ediyorum ve her gün yeni birşeyler öğrenmeye çalışıyorum. Biliyorum ki bu hastalık tembellik eden beyinleri daha çok seviyor. Sağlıklı ve esen kalın…