:::: MENU ::::
Posts tagged with: alzheimer

Annesiz geçen bir yıl


4 eylül 2011 sabahın erken saatlerinde vefat etmişti annem. Uzun süredir kendinin farkında olmadığı menhus hastalık Alzheimer ile yaşamıştı. Onun için “an” lar fark etmiyordu ama sevenleri için olanları sindirmek çok zordu. Gözleri çakmak çakmak yanan cin gibi kadının, bir köşede sakince bulmaca “çözmeye çalışması”, bazen boş gözlerle uzaklara dalıp gitmesi, aynı cümleleri defalarca kurması ne kadar üzücüydü tahmin bile edemezsiniz.
İlk öğretmenimdi o benim. Şu anda olduğum kişi olabilmem için sabırla eğiten, toplum içindeki davranışlarımı şekillendiren rehberimdi annem. Kendime güvenmeyi ve saygı duymayı, değer yargılarımı geliştirmeyi ondan öğrendim. Hayattaki duruşumu, kişiliğimi, kariyerimi ve daha bir çok konudaki yeteneğimi ona borçluyum.
Kelimeleri toparlamak, bir araya koymak hiç bu kadar zor gelmemişti.
Huzur ve ışıklar içinde yat anneciğim.


Annesiz Geçecek İlk Anneler Günü

Hayattaki duruşumu, kişiliğimi, kariyerimi ve daha bir çok konudaki yeteneğimi borçlu olduğum, ilk öğretmenim anneciğimi 2011 eylülünde kaybettim. Beni; olduğum kişi olabilmem için sabırla eğiten, toplum içindeki davranışlarımı şekillendiren, rehberimdi annem. Kendime güvenmeyi ve saygı duymayı, değer yargılarımı geliştirmeyi ondan öğrendim. Yıllar içinde aldığım eğitimlerle pekişen kimliğimi temelde hep ona borçluyum.

3 çocuğunu da iyi insanlar olmaları için eğiten, kişiliklerini geliştirmeleri için destek olan, kelimenin tam anlamıyla yemeyip yediren, giymeyip giydiren bir anneydi o.
Bu yıl Anneler Günü bir garip geliyor bana, hüzünlü… Aile büyüklerinden hayatta kalan teyzemi kutlayacağız bundan sonra. Uzun yıllardır eğitim için yurt dışında olan oğlumun İstanbul’da ve yanımda olması tek tesellim.
Hayatta olmayan bütün annelerin nurlar içinde uyumalarını diliyorum. Anne olan, olmaya hazırlanan ve çevrelerindeki bütün canlılara anneliği görev edinmiş dostlarıma da; sevdikleriyle birlikte, ağız tadıyla geçirecekleri nice Anneler Günleri diliyorum.
Sevgi ve ışıkla kalın…


Anneme veda

Olmadı, yazamadım, yüreğimden geçenleri bir türlü kelimelere dökemedim, neler hissettiğimi anlatmak istiyorum ama hala tam anlatamıyorum.

4 Eylül 2011 sabaha karşı yine erkenden uyandım, elektriklerin kesik olduğunu fark ettim. Bir gece önce oldukça keyifsiz ve bilinci kapalıya yakın olan anneme bakmak için odasına gittim. Yüzünde garip bir ifade vardı, gözleri kapalıydı ama uyur gibi değildi sanki. Mantığım algıladı ama hislerim kabullenmedi, hemen nabız bulmaya çalıştım, bedeni soğuktu, terlemiştir belki ondandır diye düşünmeye çalıştım. Sonra hemen teyzemi uyandırıp 112 den ambulans çağırdım. İkimiz de aslında ne olduğunun farkındaydık ama birbirimizi doğrulamazsak gerçek olmayacaktı sanki.

Annem ve Babam 1978 Philips kokteyl parti

Uzun yıllardır bu duruma hazırlıklı olduğumu düşünüyordum, mantığım
devreye girmişti ve mekanik olarak yapmam gerekenleri yapıyordum ama ruhumda fırtınalar kopuyordu. 112 doktoruna “ne olur tekrar bakın, ben baktığımda az da olsa nefes alıyordu” diyen ses benimki miydi? Size de olur mu kendi sesinizi duyup yadırgar mısınız? Öyle bir andı işte.

Evren yine garip bir şaka yapmış, tam da doğduğum günün sabahında, beni doğuran annemi geri almıştı. Daha önce yazmıştım, uzun süredir Alzheimer denen menhus illetle yaşıyordu annem. Otoriter, şöyle bir bakışla yanlış yaptığınızda sizi kendine getiren o güçlü kadın gitmiş, onun yerine çevresiyle olan ilişkisi minimuma inmiş bir yabancı gelmişti. Beni; olduğum kişi olabilmem için sabırla eğiten, hayattaki duruşumu, toplum içindeki davranışlarımı şekillendiren, rehberim, ilk öğretmenim oydu. Kendime güvenmeyi, kendime saygı duymayı, değer yargılarımı geliştirmeyi ondan öğrendim. Yıllar içinde aldığım eğitimlerle pekişen kimliğimi temelde hep ona borçluyum.Hiç çocuk sevmediği halde; 3 çocuğunu da iyi insanlar olmaları için eğiten, kişiliklerini geliştirmeleri için destek olan, denizci olan kocasının evden uzakta olduğu yıllar boyunca otorite olan, bizleri vıcık vıcık kucaklamasa da, sevgisini gözlerinden okuyabildiğimiz, kelimenin tam anlamıyla yemeyip yediren giymeyip giydiren bir anneydi o. Kızkardeşim ve ben zaman zaman onun yönlendirmelerine vızıldandığımızda “anne olunca beni daha iyi anlayacaksınız” derdi hep. Öyle de oldu, neler demek istediğini, nasıl bizleri hayata hazırladığını anne olunca çok daha iyi anladım.

Daha fazla yazamıyorum, ışıklar içinde yat anacığım, yaşarken bulamadığın huzuru orada bulduğunu umuyorum.

Anneme
Hasta Yakını Olmak
Alzheimer Denen Menhus İllet


1. Kök Hücre Araştırmaları Kongresi

Sokaktaki insanın günlük hayhuy arasında farkında bile olmadığı tıbbi gelişmelere imza atılıyor ülkemizde. Geçtiğimiz günlerde; 28 Eylül-2 Ekim tarihleri arasında Sapanca’da gerçekleştirilecek kongrenin duyurusunun yapıldığı bir toplantıya katıldım. Prof.Dr. Erdal Karaöz (Kocaeli Üniversitesi Kök Hücre ve Gen Tedavileri Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü Kök Hücre Anabilim Dalı Başkanı) yaptığı açılış konuşmasında kök hücre ve kordon kanı gibi konularda kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve doğru bilgilendirilmesinin önemine değindi. Disiplinler arası işbirliği anlayışıyla birçok hasta/hastalık ve uzmanlık derneklerinin katkılarıyla, Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’nün himayelerinde gerçekleştirilecek kongrenin ana temalarını “Nöromusküler (Miyopatiler, vb.), Nörodejeneratif (Parkinson hastalığı, vb.), Omurilik Yaralanmaları, Kardiyovasküler, Göz ve otoimmun hastalılar, Kısırlık, Plastik ve rekonstruktif cerrahi, Doku mühendisliği, Gen tedavileri, Diş hekimliğinde kök hücre ve kanser kök hücresi olarak belirlediklerini söyleyen Dr. Karaöz, bu konu başlıklarını içeren oturumlarda 35’i yurt dışından 37’si yurt içinden olmak üzere 72 bilim insanının gerçekleştirdikleri çalışmalara ilişkin klinik öncesi ve klinik verilerini anlatacaklarını belirtti.

Kongre süresince her oturumda alanında yetkin bilim insanlarının konuşmacı olarak yer alacağını ve yaptıkları son klinik ve preklinik çalışmalarının sonuçlarını kongrede açıklayacaklarını belirten kongre başkanı Prof. Dr. Erdal Karaöz, ilk gün dünyada ilk kez kadavradan elde edilip hücrelerden arındırıldıktan sonra hastanın kendi kök hücreleriyle donatılarak elde edilen nefes borusunu 30 yaşındaki bir kadın hastaya naklederek yaşamasını sağlayan ekibin başkanı Prof. Dr. Paolo Macchiarini’nin konferansıyla başlayacak süreçte hem
ülkemizden hem de dünyanın farklı kurumlarından çok önemli bilim insanlarının çalışma sonuçlarına tanık olunacağını sözlerine ekledi. “Günümüzde, modern tıbbın güncel yöntemlerle kesin olarak tedavi edemediği bazı hastalıklar vardır. Bu tür hastalıkların kesin tedavilerinin sağlanması hasar gören hücre-doku veya organların biyolojik işlevlerini yerine koymak (rejeneratif tıp) ya da tamir etmek (reparatif tıp) ile mümkün olabileceğini düşünülmektedir.Bu sürecin önemli biyolojik unsuru “Kök Hücreler”dir. Son yıllarda, bu alanda klinik öncesi araştırma ve klinik denemelere ilişkin birçok rapor yayımlanmaktadır. Ülkemizdede kök hücre
alanında Ar-Ge çalışmaları yürüten birçok merkez faaliyete geçti ve birçoğu da kurulma aşamasındadır.” diyerek sözlerine devam eden Prof.Dr. Karaöz, ülkemizde kök hücre, doku/ organ mühendisliği ve gen tedavileri konusunda çalışan ve konuya ilgi duyan bilim insanları/genç araştırmacılar, hasta ve hasta yakınları ile bu alanda şimdiye kadar evrensel bilime önemli katkılar sağlamış temel ve klinik bilimcilerin bir araya gelmesini sağlayarak oldukça geniş kapsamlı paylaşım ve tartışma platformu oluşturacak olan bir kongre düzenlenmesini hedeflediklerini belirtti. Ayrıca, Göz hastalıklarında kök hücre, kardiyo-vasküler hastalıklarda kök hücre, plastik cerrahide kök hücre, plastik cerrahide kök hücre uygulamaları, kök hücreden dişi yumurta- insülin hücresi üretimi, ve kanser tedavisinde kök hücre gibi başlıkları içeren
oturumlarda da yurt dışı ve ülkemizden çok önemli araştırmacılar sunular yapacaklarını sözlerine ekledi.  

Yapılan çalışmalar anlatılırken zaman zaman heyecandan not almayı bile unutmuşum. Kısaca söz etmek istediğim bazı önemli noktalar şunlar;

-Kök hücre ile 3 boyutlu organ inşa edilebiliyor, nefes borusu ve mesane yapmayı başarmışlar

-Kök hücre ile kas yapımında çok önemli adımlar atılmış, karaciğer ve kalp de yakında müjdesi verildi,

-Tip 1 diyabet ve MS gibi hastalıklar için çok umut verici sonuçları kongrede paylaşacaklar

-Omurilik hasarları, Parkinson, ALS gibi nörodejeneratif hastalıkların tedavisine yönelik önemli çalışmaları Prof.Dr.Guido Nikkah ve Prof.Dr.Jan Puszak aktaracaklar

-Orta yaşı geçenlerde eklem ve kıkırdak yenilenmesi çok zor dize kök hücre verilerek kıkırdak yapılması konusunda ilerlemeler kaydedilmiş.

-Kanser hastaları için normalden 4 kat daha güçlü hücre üretilebiliyor,

-Kök hücre çok hızla çoğalıyor, hastalık tedavilerinde yüksek hızda üremesi tabii ki çok önemli,-İnsan kök hücresinde ilaç üretilebiliyor.

-Omurilik hasarı konularında kök hücre çalışmalarında çok umut verici sonuçlar alınmış,

-Glokom denen illet göz hasarı için sinir hücrelerini 3 kat koruyacak çalışmalar yapılıyor,

-Erkek kısırlığında devrim niteliğinde bir çalışma ile embriyon kök hücreleri üretilmeye çalışılıyor.

-Rejenerasyon konusunda kök hücre çalışmaları ile müthiş başarılara ulaşılmış.

Bütün bu konularda ilerleme kaydedilmesi ve hızla kamu kullanımına sunulabilmesi için de ilaca ödenen patent gibi kök hücre ve kordon kanı için de patent ödenebilmesi için bir an önce kordon kanı ve kök hücre bankası oluşturulmalı, bu konuda kamuoyuna mutlaka doğru ve eksiksiz bilgi ulaştırılmalı.

Kanımca şu sıralarda, Sapanca’da gerçekleştirilen, çok istediğim ama katılamadığım oturumlarda daha pek çok mucize diye adlandırılabilecek tıbbi yenilikten söz ediliyor. Kongre sonrası sunulacak açıklamaları da sizlerle paylaşacağım.

Linkler
http://kokhucrekongresi2011.org http://stemcell2011.org

Hepinize sağlıklı günler dilerim


Alzheimer denen menhus illet

Adını söylemek bile sıkıntı verirken, hastalığın kendinin sıkıntı vermesi kaçınılmaz. Menhus bir illet bu, henüz bilim insanları da nedenini tam anlayabilmiş değiller. Tedavisi ise uzunca bir süre mümkün görünmüyor. Şu aşamada ancak hastalığın ilerlemesi önlenebiliyor, biraz da olsa hastanın yaşam kalitesini iyileştirme konusunda çabalar var.
90 ların sonuna doğru eşimin eniştesinde başlayınca tanıştım bu hastalıkla. Daha önceleri filmlerde, dizilerde mizah unsuru olarak kullanılan belirtileri yakınlarınızda görmenin hiç de eğlenceli olmadığını yaşayarak öğrendim.

Hem iyi, hem de kötü oldu hastalığı tanımam, büyük teyzemde başladığını fark edip anneme ve küçük teyzeme uyarıda bulunduğumda konduramadılar böyle birşeyi ablalarına. Nihayet ikna olduklarında ise hastalık üçüncü aşamaya geçmişti bile. Bir kaç yıl içinde de hızla ilerleyip teyzemin ölümüne sebep oldu. Ne acı ki aynı senaryoyu üçüncü kez izliyorum. Bu kez anneciğim hasta. İkinci aşamada yavaşlattık ama üçüncü aşamaya da yakında geçeceğiz sanırım.
Önceleri haksızlık gibi geliyordu bu durum bana. Öyle ya hayat dolu insanların gözümün önünde köşe yastığına dönüşmesini içime sindiremiyordum. Yapabildiğim tek şey biraz daha iyi vakit geçirmelerini sağlamaya çalışmaktı. Gün be gün bakışlarının donuklaşıp, algılarının azalmasını izlemek hiç de kolay değil. Aynı soruyu üst üste onlarca kez duymak, hep aynı anıların gülümseyerek defalarca anlatılması, okul yıllarında ezberlenmiş şiirin bir kaç gün arayla tekrar tekrar söylenmesi, basit günlük işlerin bile yapılmasının unutulması içinizi acıtıyor. İleri safhalarda sizi gördüklerinde gülümsüyorlar, sadece emin olamıyorsunuz, acaba tanıdı da mı gülümsedi, yoksa her yabancıya gülümser gibi mi gülümsedi.

Beyin denen makinenin dişlileri aksak ritmle çalışmaya başlayınca olanlar bunlarla sınırlı değil tabii. Hastalığın ilk dönemlerinde ilaç kullanılmadığı zamanlarda aşırı sinirli, gergin ve hatta saldırganlaşabilen yakınınızı tanımakta zorlanıyorsunuz. Ağırınıza gidiyor, üzülüp perişan oluyorsunuz sizi tehdit olarak görebilmelerini sindiremiyorsunuz. Hatta paralarını çaldığınızı, onları aç bıraktığınızı ve hatta öldürmeye çalıştığınızı söyleyebiliyorlar.
Enişte ve teyzede yaşanan sıkıntıları annemde en aza indirdik. İlaçla yavaşlattığımız için gerginlikler hafif atlatıldı. Tabii paralarını olmadık yerlere saklayıp “sen mi aldın” diye sorma ritüeli bir kaç kez yaşandı.
Şimdilerde bir köşede oturup, eski günlerde 10 dakikada çözdüğü bir gazete dolusu bulmacayı tüm gün uğraşıp başaramamasını görmek durumundayım. Yemek yemesi, su içmesi, ilaçlarını kullanması hep takip etmem gereken eylemler. Dalıp gidiyor başka alemlere, su içmek yemek yemek gibi şeyler aklına bile gelmeyiveriyor.
Ailelerinizdeki yaşlıları iyi takip edin lütfen. Basit ipuçlarıyla hastalığı yakalamak mümkün. Belki kondurmak istemeyeceksiniz ama uyanık olmanızda, hem sizin hem de hastanızın açısından yarar var. Ne yazık ki hastalığı görmezden gelen bazı ailelerin yaşadığı tatsız olaylarda, hastanın başını alıp gitmesi ve kayıplara karışması sonrası yaşanan üzüntüler hoş değil. Savaşmak için yapılacak fazla şey yok, genetik bir hastalık bu, çevrenizdeki belli yaşın üzerindekilere; aktif sosyal yaşam, düzenli egzersiz ve açık havada bolca yürüyüş önerin. Özellikle emekliye ayrılan erkekler mutlaka daha önceki yıllarda bir hobi edinmeliler, böylece boşluk ve işe yaramama hisleri yaşanmayacak ve alzheimer, demans gibi hastalıklarla yüzyüze gelme olasılıkları azalacaktır.
Ve tabii en önemlisi; bu hastalıkla tek başınıza savaşmaya çalışmayın. Mutlaka yardım alın. Hastanın kendisinden çok, yakınlarının desteğe ihtiyacı oluyor. Tanıdığınız birinin, zaman içerisinde size bir yabancı gibi bakması, sizi hırsızlıkla suçlaması, hatta kendisini öldürmekle tehdit ettiğinizi söylemesi, daha ilerleyen zamanlarda aynada kendine selam verir hale gelmesi, çok da kolay katlanılacak durumlar değil.
Bu linki de elinizin altında bulundurmanızda yarar var.  http://www.alz.org.tr


Anneme …

Küçük yaşlarda annemin söylediklerine itiraz ettiğim zamanlarda “anne olunca anlarsın ve hak verirsin” derdi. mini-muge-2Hayattaki duruşumu, kişiliğimi, kariyerimi ve daha bir çok konudaki yeteneğimi borçlu olduğum, ilk öğretmenim canım annem, yıllar sonra anne olunca ne demek istediğini anlayabildim. Sağduyunuz size bir çok konuda yardımcı oluyor ama, anne olunca sanki başka bir sürü güç de yanı başınızda beliriveriyor hayatı omuzlayabilmeniz için. Ne yazık ki; annem, bu müthiş kadın, alzheimer denen illetin pençesinde, bir hayal aleminde yaşıyor uzun süredir. Aidse bile deva bulan tıp ilmi, bu amansız derde çare bulmaktan uzak. Sadece yavaşlatıp, etkilerini azaltmaya çalışıyorlar. İnsanların yaşlandıkça kendi kendinin karikatürü olması hep içimi acıtmıştır. Bu hastalığa yakalanların ise kendileriyle olan ilişkilerinin yavaş yavaş yok olması içimi acıtıyor. Tam da birlikte en keyifli zamanları geçirecekken, sadece temel ihtiyaçlarını karşıladığım bir hastaya dönüşmesi çok üzücü. Tabii hayata huzurla devam edebilmek için kendimce yollar bulmaya çalışıyorum. Ama her an bana hastalığı hatırlatacak yeni bir davranış biçimi veya cevapla geliyor annem. Olgunlaşma mezunu olduğu için yıllarca özel dikim giysilerle göz kamaştırmamı sağlayan, ama şimdilerde bu el becerisini de yitiren annemin, tek tük eğlenceleri bilmeceler (onları da artık eskisi kadar çözemiyor, görüp üzülmesin diye o yatınca yarım yamalak yapılmış eskileri yok edip yenilerini koyuyorum) televizyondaki müzik kanalları, birlikte vakit geçirdiğimiz iskambil oyunları. Hastalanmadan önce de gezip dolaşmaktan hoşlanan biri değildi, araç tutması nedeniyle pek uzun mesafelere gitmezdi. Ama son zamanlarda ben veya kızkardeşim olmadan hiç bir yere gitmek istemiyor. Geçtiği yerleri eskiden çok iyi bilmesine rağmen yüzünde genellikle sanki oradan ilk kez geçiyormuş gibi bir ifade oluyor. annem Annelerinizin kıymetini bilin. Hayatın hayhuyu içinde onlarla geçirebileceğiniz keyifli zamanları hoyratça harcayıvermiş olmak sonradan üzebilir sizleri. Annem ve hepinizin annelerine sağlık ve bereket diliyorum. Canım annem, “Anneler Günü” kutlu olsun.


Nono’cuğum seni ve seninle vakit geçirmeyi çok özledim

Nedret Hazar Esen, benim büyük teyzemdi. 2007 nin 16 şubatında aramızdan ayrıldı. Alzheimer hastasıydı, ihtimam ile bakıldığı için doktorların öngördüğünden daha çok yaşamıştı. Son dakikalarında yanındaydım.  Küçük teyzem ve kızkardeşime bu akşamı atlatır dendiği için evlerine dönmüşlerdi. Ancak akşam saatinde gidebildiğim için, kalbi durduğunda yaşam destek ünitesine bağlanmayacağını da doktorlara ben söylemek zorunda kaldım. Kimsenin yaşamasını istemeyeceğim bir deneyim bu, düşmanlarımın bile. Sevdiğiniz, bir zamanlar birlikte gülüp eğlendiğiniz biri hemen yanıbaşınızda sonsuzluğa doğru yola çıkıyor. Beterin beteri sözüne çok inanırım, o nedenle yine de şanslıydık diyorum hep, acı çekmedi hiç. Hatta kendisine ne olduğunu bile anlamadı. Son aylarda hep uyuyordu zaten. O yatakta yatan beden, bir zamanlar benimle Taksim Parkı’nda saklambaç oynayan, bale resitallerimde ön sıradan bana moral veren, haftasonları 3 film birden seansları düzenlediğimiz neşe dolu kadın değildi ki. Kimdi inanın bilemiyorum. Sadece bir beden olarak kalmıştı. Sadece küçük teyzemi tanıyor, bizlere kibarca gülümsüyordu. Öyle acı ki bunlara tanık olmak. Tabii daha da acısı, anneciğimin de aynı hastalıkla tedaviye alınması.  Şimdilerde anlık durumları unutması dışında bir sorun yok. Hastalığın seyrini bilmek hem işinizi kolaylaştıran hem de daha çabuk moralsiz kalmanıza neden olan bir durum.Nono’cuğumun değişimini ilk ben fark etmiştim. Nedeni ise eşimin eniştesine konan “Alzheimer” teşhisi idi. Onunla hastalığın bütün evrelerini tanıyınca, bir başkasında belirtileri anlamak daha da kolay oldu. Ama ne anneme ne de küçük teyzeme durumu anlatamadım, hatta bilim kadını olan kız kardeşim bile kabullenemedi durumu. Kabul ettiklerinde ise, hastalığı yavaşlatmak için bile geç kalınmıştı. Uzunca bir süre ufak tefek vukuatlarla idare ettik. Eniştemin ölümünden sonra durumu daha da ağırlaştı. Apartman komşularını rahatsız etmeye başlayınca, yanında biri olmadan yaşamaması gerektiğine ikna edebildim annemleri. Ama işin zoru da bundan sonra başladı. Bulunan her kıza ve kadına “bu çirkin, istemem evimde” diyordu. Nasıl bir menhus hastalık ki kişiliğini tamamen değiştiriyordu insanın. Nono’m kimseleri kıramaz, sesini yükseltmez, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle gezen biriydi. Değil insanları eleştirmek, suratını bile asmazdı. Bir sürü badireden sonra bir gün bakıcı kadını evden atıp, neden yaptığını bilmediğimiz bir şekilde ocağın üstünde gazeteleri yakmaya kalkması son oldu. Alzheimer Derneği’nin Dragos’taki özel bakımevine yatırıldı. Göğe uzanan onlarca çam ağacının, çiçeklerin, bahçede gezen kaz ve ördeklerin olduğu bir tesisti. Etiler-Dragos arası bir hayli mesafe olduğu ve yoğun tempolu çalıştığım için ancak haftasonu ve tatillerde görebiliyordum Nono’mu. Bakımevinin her köşesinde kameralar olması içimizi rahatlatıyordu. Hem ben, hem de iki kardeşim monitörlerimizi 24 saat nöbetleşe kullanmaya başlamıştık. Oraya her gidişimde bir başka hastanın hikayesini öğrenmeye çalışıyordum. 2006 yılında “Babalar Günü” toplantısında beni çok üzen biriyle karşılaştım orada. Moran yıllarında “Rasin Baba” diye hitap ettiğim, sayesinde birçok kişiyle tanışıp, sektöre ait püf noktalarını öğrendiğim Rasin Yenen’de hastaydı ve bakımı imkansızlaşınca oraya yatırılmıştı. Yanına gidip boynuna sarıldım. Ama o; telaşla bana “biraz sonra beni gelip alacaklar” deyip duruyordu. Teyzemle nişanlı olduğunu zanneden Ali Bey’in hikayesi de bir başka içler acısı durumdu. Ankara’da üst düzey bürokrat olan Ali Bey, bakımevinde sabahları erkenden kalkıp, özel olarak kolalanan gömleklerini ve takım elbisesini giyiyor ve “vazifeye” gitmeye hazırlanıyordu. Lütfen; özellikle aile bireylerinizden aktif görevle çalışan erkeklere mutlaka bir hobi kazandırın. Bütün bu insanların neredeyse hepsinin ortak noktası boşlukta kalmaları. Bu benim fikrim, tıbbi bir dayanağı yok, ama benim 3 hastam, Rasin Baba, Ali Bey hepsinde hikaye aynı şekilde seyretmiş. Artık kendilerine kimsenin ihtiyacının kalmadığını ve bir işe yaramadıklarını sanmışlar. Annemle mümkün olduğunca vakit geçirmeye çalışıyorum. Arada iskambil oynuyoruz, birlikte film izliyoruz. Yıllardır bulmaca çözer annem, geçen ay farkettim ki artık çözemiyor. Bulmacaların çoğu başlanmış ve öylece kalmış. Ama o yapamadığının bile farkında değil. Arada haydi bilmeceni beraber yapalım da sonra kağıt oynarız” diyorum ve durumu kontrol ediyorum. Ertaç Enişte ile başlayan Alzheimer bilgilenme sürecim hala devam ediyor, sağolsun dostlar rastladıkları makaleleri ve haberleri paylaşıyorlar. Yurt içinde ve dışında bir sürü siteyi taramaya çalışıyorum. Kaybolduğunda, hastanızın kolay bulunması için geliştirilen chip dışında bir yenilik yok. Daha bu hastalığı neyin tetiklediğinden bile tam emin değiller. Makus talih diye kabullenmek yerine, savaşmayı tercih ediyorum ve her gün yeni birşeyler öğrenmeye çalışıyorum. Biliyorum ki bu hastalık tembellik eden beyinleri daha çok seviyor. Sağlıklı ve esen kalın…


Hasta yakını olmak…

Hasta olmak mı zor, hasta yakını olmak mı? Ne zor bir soru, yumurta-tavuk sonsuzluğu gibi. 2000

Annem ve Babam 1978 Philips kokteyl parti

Annem ve Babam 1978 Philips kokteyl parti

yılından bu yana; önce küçük teyzemin beyninde oluşan tümör, ameliyatı ve klostrofobisi olduğu için her yıl MR-tromografiye onunla birlikte girmem, sonra alzheimeri hızla ilerleyen ve 4 yıl çektikten sonra vefat eden büyük teyzem, yatalak olan babam ve şimdi de alzheimer ikinci devreyi süren annemle hasta yakını rolündeyim. Her ne kadar hayattan almam gereken dersler var diye düşünmeye çalışsam da çok zorlandığım zamanlar oluyor. Hasta yakını olmak, hasta olmaktan daha zor. Benim de onlar gibi ilgiye, bilgiye ve yardıma ihtiyacım oluyor. Alzheimer’lı bir hasta yakını olmak ise en zoru. Annenizle ve babanızla en güzel günlerinizi geçirecekken neredeyse onlara annelik etmeye başlamak hiç de kolay değil. Sevdiğiniz birinin gün geçtikçe sizden ve dünyadan uzaklaştığını öğrenmek ve bununla baş etmeye çalışmak başlı başına bir meslek gibi. Annemin hastalandığını farkettiğimde ilk hissettiğim öfkeydi. “Neden ben, neden annem? Herkese yardım etmeye çalışıyorum, kimseye bilerek kötülük etmem, bu durumu hak etmedim” diye düşündüm günlerce. Üzülmekle bir yere varılmayacağını bildiğim için toparlandım. Aynı sıralarda hayat bana anlamsız şakalarından birini daha yaptı, yürüme zorluğu çeken ve bu nedenle sürekli altını bağlamak zorunda kaldığım babam, bir an başımı çevirdiğimde düşüp kalça kemiğini kırdı. Başarılı bir ameliyat geçirmesine rağmen yürümeyi reddetti ve iyice yatalak oldu, şimdilerde özel olarak bakılıyor. Annem yalnız kaldığı için hastalığı daha hızlı ilerlemeye başladı. Çeşitli ilaçlar ve zihinsel aktivitelerle biraz yavaşlatmayı başardık. Ama aynı soruyu 10 dakika içinde 5 kez sormasını engellemek mümkün değil ne yazık ki. Huyunun değişmesine, yeni yeni takıntıları olmasına, bakışlarının her geçen gün daha donuklaşmasına tanık olmak ve katlanmak için peygamber sabrı gerekiyor inanın. Üzülmemin, öfkelenmemin yararı yok biliyorum ama bazen o kadar zor geliyor ki herşey, “yeter artık” diye haykırmak istiyorum. Her gün yapıcı, sevecen ve ilgili biri olmam bekleniyor benden. Tanıyanlarınız genellikle neşeli ve güleryüzlü olduğumu bilirler. Bunu sağlamak için ne çok yöntem geliştirdim bilseniz. Mutlaka kendime zaman ayırmaya çalışıyorum. Bulduğum her fırsatta deniz kenarına gidiyorum, kısa bir süre de olsa hiç bir şey düşünmeden sadece denize bakıyorum. Annemin sevdiği yemekleri yaparken, değişik tarifleri deneyerek kendimi de oyalıyorum. Daha çok okuyorum, yenilikleri takip ediyorum. Uzmanlar kadar konuyu bilirsem, anneme daha çok yardımcı olurum düşüncesiyle yerli ve yabancı kaynakları sürekli tarıyorum. İnternet en iyi dostum, bilgiye olan tutkum belki bir gün işe de yarar.
Bir başka yazıda alzheimer denen illeti nasıl tanıyabileceğinizi neler yapabileceğinizi anlatmaya çalışacağım.Benim hayatımı kolaylaştıran bir örneğim olmadığı için çok sıkıntı çektim, bu nedenle yaşadıklarımdan çıkardığım dersleri, seve seve sizlerle paylaşacağım. Yazıma anneciğim ve babacığımın eski ve yeni fotoğraflarını da ekledim, insanların kendi kendinin karikatürüne dönüşmesi çok acımasız. Umarım bizler daha bilinçli ve daha sağlıklı yaşlanırız.