:::: MENU ::::
Browsing posts in: Beğendiklerim

Hayatın Kaldırma Gücü

Hayatlarında zorluklar, sorunlar yaşayan dostlarıma yardımı olacağını düşündüğüm bir Cem Şen yazısı paylaşmak istedim. Okuduğumda bana çok iyi gelmişti, umarım sizlere de yardımı olur.
Kullandığım fotografı geçen hafta Datça sahilinde çektim. Yeşilin ve mavinin bütün tonlarına rastlamıştım o gün.
Sevgiyle ve muhabbetle…

“Biliyorum ki bu yazıyı okuyan pek çok arkadaşım şu an çok ama çok zor koşullarda yaşıyor. Umutlarını yitirmiş, çaresiz, güçsüz, yorgun, aklı karışık durumda. Bir umut, bir çare, bir yardım arıyor. Bu sözü duymak onlara iyi gelmeyecek biliyorum ama yine de söylemekten başka çarem yok: Yardım kesinlikle iyi olur elbette. Yine de ihtiyacınız olan şey yardım değil. İhtiyacınız olan tek şey içinde bulunduğunuz duruma direnç göstermeyi bırakmak.

Yaşım ilerleyip de geçmişe baktığımda tüm buhranlı, bunalımlı dönemlerimi ilk olarak o dönem ile çatışmayı bıraktığımda atlatmaya başlamış olduğumu görüyorum. Zor dönemleri başarı ile atlatmış pek çok insanın yaşamına baktığımda aynı özelliğin onlarda da var olduğunu anlıyorum.

İnsanlar bir zorluk yaşamaya başladıklarında ilk tepki olarak ona şiddetli direnç gösteriyorlar. Bu, olağan bir tavır. Hepimiz kendimizi sevimsiz, zorlu, kontrolümüzün dışında, tehlikeli, bunalımlı, savunmasız, çaresiz olduğumuz bir durumda bulduğumuzda ilk olarak o duruma şiddetle tepki gösteririz. Çoğumuz içinde bulunduğumuz durumda kaldığımız süre arttıkça koşullara gösterdiğimiz direncin şiddetini artırmaya başlarız. “İstemiyorum”un tonu hafif bir sızlanmadan şiddetli bir haykırışa doğru dönüşmeye başlar. Bu şiddetli tepki içinde kimimiz kendimize acı, kimimiz ise zarar veririz. Bununla birlikte ne yazık ki direncimiz ne kadar güçlü olursa olsun o durumdan kurtulmamız mümkün olmaz. Eğer koşullar biraz iyileşip sonra tekrar kötüleşme eğiliminde ise o zaman yaşam boyu direnç gösterdiğimiz koşullara maruz kalarak yaşayabiliriz. Bu durumda işler biraz iyileştiğinde sakinleşir ve gerektiğinde yeniden direnç gösterecek gücü bulur, işler yeniden kötüleştiğinde direnç gücümüzü büyük bir şiddetle gösterebiliriz. Bu da canımızı çok yakar.

Bazı zamanlarda ise tek seferde o kadar şiddetli bir direnç gösteririz ki bu hem bize hem de çevremize büyük bir hasar verir. Koşullar değişip de durum biraz daha tahammül edilebilir hale geldiğinde ya da tümüyle iyileştiğinde biz artık yorgun, önyargılı, aynı şeyi bir daha yaşama ihtimali karşısında korku dolu ve tahammülsüzüzdür.

Oysa içinde bulunduğumuz durumun değişmesi için ya çaresizlik sebebiyle gücümüz tükenmeli ve direncimiz azalmalı ya da bilgece davranmalı ve gücümüzü koruyarak direncimizi bırakmalıyız. Değişim yalnızca direncin bırakılmasını takiben gelecektir. Direnç, kendisine direnilenin gücünü artırır ya da en azından ona karşıt gerilimle enerji kazandırıp süresini uzatır. Direnç boğulmakta olan bir insanın korku ile kasılıp boğulmasına benzer. Gevşediğimizde bedenimizi suyun yüzeyinde tutmak için daha az çaba gerekir çünkü yüzerliğimiz vardır ve özgül ağırlığımız sudan daha az olduğu için suyun kaldırma kuvveti bizi suyun yüzeyinde tutar. Her ne kadar zorlu koşullar ile suyun bedeni kaldırması arasında bir ilişki kurmak çok doğru bir benzetme olmasa da adeta yaşamın kaldırma gücü bizi ayağa kaldıracak kadar güçlü gibidir. Kötü koşullar içinde direnci bırakmak gevşediğimizde suyun yüzeyinde kalmaya benzer bir hal yaratır. Zor zamanları ilk olarak o zamanlarla çatışmayı bırakarak atlatan herkes bunu bilir.

Dışarıdan gelen yardımın kesinlikle size bir faydası olmayacaktır. Doğrudur borcunuz varsa biraz para sizi rahatlatır, sağlık sorununuz varsa daha iyi bir tıbbi tedavi size umut verir, ilişkiniz kötü ise ortak bir arkadaşınızın karşınızdaki insan ile yapacağı bir konuşma belki duruma biraz yardımcı olur ama ben şu ana kadar bu tür desteklerin bizi içinde bulunduğumuz durumdan kurtardığını görmedim. Bu tür yardımlar bazen daha kötü bile olabilir. Koşulları geçici bir süreliğine ılımlı hale getirip, kısa süre sonra temel sorun hallolmadığı için bizi yeniden sorunla, muhtemelen daha sert bir şekilde yüzleşmek zorunda bırakır.

Bu nedenle lütfen içinde bulunduğunuz duruma direnmeyi bırakın. İlk olarak durum ile ilgili beklentinizi bırakın. Var olan duruma uyum sağlayın. Bu durumu kabullenin. Bu durum içinde erdemli ve elinizden geldiğince bilgece yaşamaya başlayın. Kolay çözümler aramayın, kurtuluş aramayın. Kendinize şunu söyleyin: “Bu durumu besleyen koşullar tükeninceye kadar bu durum değişmeyecek.” Bu anlayışla bırakın bu durumu besleyen koşullar yavaş yavaş tükensin. Bu koşullar içinde yalnızca bir tanesi haricinde sizin kontrolünüzde olan herhangi bir koşulun var olmadığını anlayın. Sizin kontrolünüzde olan tek koşul, içinde bulunduğunuz duruma göstermeyi ya da göstermemeyi tercih ettiğiniz dirençtir. Kontrolü kendi elinizde olan bu tepkinin koşulların değişmesi üzerindeki etkisini tahmin bile edemezsiniz. Bu sebeple herhangi bir durumu kendinizi çaresizce yakalandığınız bir durum olarak görmeyi bırakın. Zorlu bir durumu, kendini besleyen besini tükendiğinde değişecek “geçici bir durum” olarak görün. Gerçek olan budur! Tüm sağduyunuz, mantığınız ve gücünüzle bu gerçeği görün. Bu gerçek ile uyumlu hareket edin. Göreceksiniz, koşullar tahmin ettiğinizden çok daha kısa bir sürede değişecek.”
Cem Şen, 23 Ocak 2017


Huzur = Sürdürülebilir Sıradanlık

3 yıl önce değerli dostum Aleks Kalenderoğlu yollamıştı aşağıda okuyacağınız notları. Bugün de geçerliliğini koruyan önemli bilgiler olduğu için blogdan yazarak sizlerle paylaşmak istedim. Yazıda kullandığım görseli 5 yıl önce Bodrum merkezinde bir akşamüstü yürürken çekmiştim. Gün batımını özellikle Ege’de izleme şansı bulanlar beni çok iyi anlayacaktır. Muhteşem bir doğa olayına tanık olursunuz ve içiniz huzurla dolar.
Sevgiyle ve muhabbetle…

Günümüzde halinden, kendinden, işinden, yaşamından memnun olmayan ancak memnuniyetsizliğini de isimlendiremeyen ve ne aradığını bilmeden bir arayışta olanların çokluğu belli ki bir sektör yaratmış ve bu sektör ‘kişisel gelişim’ adı altında kendi ‘hoca’ ve ‘öğrenci’ sınıfını yaratmış. Hal böyle olunca da etraftaki ‘guru’, ‘master’, ‘spiritüel’ vb sıfatlara sahip, adının önünde, mertebesini gösterir kelimeyi okumak için hecelemeye gerek duyduğumuz insanların sayısında büyük artış olmuş.

Arayışta olan kişinin dikkat etmesi gereken, arayışında kendini bekleyen tehlikelere karşı kendisini uyarabilecek şu noktalara karşı bilgili olmakta fayda var.

1- Yüksek ücret : Bilgi, bilgelik, şifacılık eğitimi vb isimler altında, sadece tekrar sayısını artırmaya yönelik şişirilmiş içeriklerle yüksek ücretler talep edilmesi ve bu türde sözde eğitimler sonunda bu yüksek ücret karşılığında aslında hiçbir anlam ifade etmeyen sertifikalar verilmesi gibi.
2- Fantastik sıfat : Boş kelimeler, şu veya bu tarihi kişinin reenkarnasyonu, bilmem hangi sistemin veya öğretinin en büyük öğretici veya kurucusu gibi birtakım rütbeler ile var olmak gibi.
3- Eleştirilere tahammülsüzlük : Aydınlandığını öne süren, veya spiritüel olarak gelişimini insanlığın faydasına sunduğunu söyleyen rehberlerin pek çoğunun eleştirel soru veya yorumlar karşısında tahammülsüzlük gösterip, sinirli bir şekilde savunmaya geçmeleri gibi
4- Yüzeysellik : Sürekli bilmek ve öğrenmek adına herhangi bir usta ile yeterli vakit geçirmek yerine sürekli olarak öğreti ve usta değiştirmek. Daldan dala konarak daha çok bilmenin, daha çok bilginin güç sağlayacağını düşünerek derinleşememek alışkanlığı gibi.
5- İkiyüzlü davranışlar : Kendi yaşamının her alanına taşımak yerine insanlara öğüt vermek, ne yapılması gerektiğini söylemek, konuşmak, değişik yerlerden alınmış alıntıları kendi fikirleri gibi paylaşmak, kendi anlattıkları ile yaptıkları arasındaki tutarsızlığı saklamak adına yeni ritüeller icat etmek gibi.
6- Manevi maddecilik : Benmerkezci, kendi arzularına odaklanan sistemler kurmak, etrafına bedensel tutkularına hizmet edecek belli bir zümreyi toplamak veya sadece usta veya hocası etraftayken, ya da belirli bir grup içindeyken çalışıyor gibi gözükmek, kendini pohpohlayacak ortamları yaratmak gibi.
7- Kendini dev aynasında görme : BEN konusundaki kör bir adanmışlık ile kurtarıcının, ustanın sadece ve sadece kendisi olduğunu, sadece kendi yolunun doğru olduğu illüzyonunu yaşamak ve diğer tüm alternatifleri aşağılamak gibi.
8- Vaatlerde bulunmak : Girdiği spiritüel yolda tavsiye edilen objeyi satın almanın veya söylenen şu kitabı okumanın ya da söyleneni söylendiği şekilde yapmanın aydınlanma, kendi gerçekleştirme, kendini keşfetme veya ‘alınma’ için gerek ve yeter tek koşul olduğunu söylemek gibi.
9- Öncelik : Kendi dengesini bulmadan, kendi kalıplarından ve ağırlıklarından kurtulmak için çalışmak yerine önce başkaları için çabalamak veya çabalıyormuş gibi gözüküp aslında bu şekilde kendini kurtarmaya çalışırken hep beraber sürükleniyor olmaları gibi.
10- Çabasızlık : ‘kader’ kavramını kendilerince yorumlayıp kişisel çabanın gereksiz olduğu ve başkaları için kendini feda edecek birinin çıkıp onları kurtaracağı ve ‘alınacaklarını’ beklemenin illüzyonu ile bekleyiş içinde olmak gibi.
11- Sonuç ve hedef odaklılık : Kendisine bir hedef belirleyerek başka ustaları, başka öğretileri, yaşanmışlıkları ve tecrübeleri yok sayarak sadece kendi seçtiği yolun kendini hedefine ulaştırabileceği beklentisi içinde kendini köreltme.

Kısaca, Zen izdeşi Pang Yun’un (Hõkoji, 740–808) şiirinde dediği gibi “sıradan biri olmak, ve bu sıradanlığı sürdürebilir kılmak” en önemli ders hepimize.

Zihin huzur içinde olunca dünya da huzur içindedir.
Hiçbir şey gerçek değil, hiçbir şey yok değil.
Gerçekliğe bel bağlamaksızın, beyhudeliğe kapılmaksızın,
Ne mübareksin sen ne de bilge, işine gücüne bakan sıradan bir herif işte.

Aleks Kalenderoğlu Kimdir

1983-1985 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1986-1987 Latin Edebiyatı, 1987-1989 Boğaziçi Üniversitesi Matematik bölümü deneyimlerinden sonra,  İstanbul Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri’nden 1996 da mezun oldu. 1987-2008 arasında çeşitli sektörlerde profesyonel bir yaşamın yanısıra özellikle outdoor sporlar ile amatör ve profesyonel olarak ilgilendi.
2009 da “yavaşlamaya” karar verdi. ‘Enerji Aktarım’ teknikleri ile tanıştı, 2010 da Usui Reiki Master’ı oldu. Daha önceden yapmakta olduğu aikido ve karateden Tai Chi’ye geçiş yaparak 2009 da Sermed Tezel ile Yang stili Tai Chi Chuen çalıştı. Wu Ying Feng ile Tai Chi Chuen Chen stili çalıştı. 2010 da ise Muhlis Partal ile yine Yang stili Tai Chi Chuen çalışmaya başladı …

2010 yılından itibaren Şahbaz Babaoğlu ve Dr. Pasang Arya’dan aldığı Tibet Tıbbı; 2011 yılında Zdenko Domancic’den aldığı Biyoenerji; 2013 yılında Büyük Usta Fu Wei Zhong’dan aldığı Emei Qi Gong eğitimleri tekniklerini ve 2014 yılında 3 yıllık eğitim boyunca Göksel Karabayır ile tamamladığı Konstelasyon Uygulayıcısı tekniklerini kullanarak çalışmalar yaptı.
2015 yılından itibaren Tayland’da bir Theravada Manastırı’nda çömez rahip olarak yaşadı. Evrensel enerjinin yönlendirmesi ile kişisel yolculuğunu sürdürmekte…


Kendinize “olduğu gibi olmak” için izin verin…

Yeni yılın ilk gününden hepinize merhaba. Bir genç dosta kendisini anlamsızca hırpalamaması için yardımcı olabilecek eski notlarıma bakarken buldum Cem Şen Üstadın yazdıklarını. Lütfen sakince okuyalım, sindirmeye çalışalım. Aradan bir süre geçtikten sonra tekrar okuyalım. Şifa olsun hepimize.
Sevgiyle ve muhabbetle…

Cem Şen
2013 Ekim, Dharma Konuşması
ANLAR
Anlar vardır.
Bazen sıcak bir yaz günü esen rahatlatıcı bir esintiyle perdenin uçuşmasıdır. Bazense annenizin kucağında şefkatle sarılıp sarmalanmaktır. Sevgilinize baktığınızda adeta her şeyin tuhaf ışıklarla gözlerinizi kamaştırmasıdır. Dün Ali, burnunu annesinin burnuna dayayıp, “Gözlerinde Ali var anne,” demiş. Güzel anlardır bunlar; ve akılda kalırlar. Sizi sizden daha büyük bir şeye kavuştururlar.
Bazen tatları çay gibi acıdır. Kusurludur. Giymekten hoşlandığım yırtık pırtık tişörtüm gibidir. Karım için “yer bezidir”, benim içinse onunla geçirdiğim ilk gecem.
Bazı anlar, eksiktir, kusurludur. O âna bakan göz isteklerin, korkuların ve kıyaslamaların gözüyse, o zaman yalnızca ondaki eksikliği ve kusuru görür. “Ben”i aşan bir genişlemenin, korkusuzluğun ve uyanıklığın olduğu anlar söz konusu olduğundaysa eksiklik “mükemmellik” anlamına gelir.
Bir Zen sözü, “Leyleklerin bacakları uzundur ama keserek kısaltılamazlar,” der. Her an, yalnızca o halde var olabilir. Her an yalnızca onu görebilen bir göz ile güzelleşir, onu göremeyen göz ile sıradanlaşır, onu görmek istemeyen göz ile bakıldığındaysa çirkinleşir.
Anlar herkes için değildir; herkes için varolmazlar. Anlar, yalnızca onları görebilecekler için vardır. Muhteşem bir gül, eğer siz onu göremiyorsanız yalnızca elinize batan dikenli bir dal parçasıdır. Güzellik, siz onu görebiliyorsanız vardır.
Eğer herhangi bir ânı görebiliyorsanız o zaman bütün anlarda güzellik vardır. Eğer görmeyi başaramıyorsanız, anlar güzel değildir.
Size bakan göz, sizdeki kusurlu güzelliği görebiliyorsa güzelsinizdir. Eğer sizdeki kusurlu güzelliği göremiyorsa güzel değilsinizdir. Ayaklarınızı keserek kısaltamazsınız. Saçınızı çekiştirerek uzatamazsınız. Bunları yapmak sizi güzel değil tuhaf yapar. Güzellik nasıl “göründüğünüzde” değil, nasıl “görüldüğünüzde” vardır.
Kendinizi güzel hale getirmeye çalışarak insanlara “güzelliğinizi” gösteremezsiniz. İnsanlara güzelliğinizi gösterebilmenizin tek yolu vardır: sizi güzel görenlerin orada durmalarına izin vermek. Bu kadar.
Eğer görebilen bir gözünüz varsa, o zaman kendinizdeki kusurlu güzelliği görebilirsiniz. Kesinlikle güzelsinizdir ve kesinlikle kusurlusunuzdur. Öyle olmak zorundadır zaten.
Dün dağa tırmanırken gördüğümüz ağaç kusurluydu. Dik bile duramıyordu. Eğik bir şekilde kayaya tutunmaya çalışıyordu. Eğri büğrüydü. Kökleri pek çok yerde yüzeye çıkmıştı. Gövdesinde belki yüz yıldır aldığı darbelerden oluşan fazladan kabuklar vardı. Kimi yerde dalları şiddetli fırtınalardan, belki de üzerine düşen şimşeklerden kırılmıştı. Muhteşemdi! Tüm kusurlarıyla, tüm eksikleriyle… Kusurları olmasaydı eğer, dümdüz yukarı yükselseydi. Hiçbirimizin dikkatini çekmezdi. Sahip olduğu mükemmel düzlüğüyle, kereste olmaya uygun olurdu.
Herhangi bir şeyin güzel olabilmesi için kendi içindeki tezatlarla, kusurlarla güzelliğini gösterebilmesi lazımdır. Eğer bir şey kendi içinde kusur barındırmıyorsa güzelliğini gösteremez. Güzellik ancak karşıtlarla ve bunların uyumuyla açığa çıkar.
Kendinizdeki kusurlu güzelliği göremezseniz, onu değiştirmeye kalkarsınız. Ağaç yamuluyorsa, bir dal eğer gitmemesi gereken yere gitmeye kalkıyorsa onu ıslah edersiniz. Görünüşünüzü, sözlerinizi ve zihninizi ıslah etmeye, kendinizden “beğenilir bir şey” çıkarmaya kalkarsınız. Bozarsınız!
Herhangi bir andan, oturduğunuzda meditasyon yapan zihninizden, onun o kusurlu halinden memnun değilseniz, onu kabul etmiyorsanız, ıslah etmeye kalkarsınız. Müdahale edersiniz. Nefesinizi, zihninizi, oturuşunuzu kontrol etmeye çalışarak, müdahale ederek, o an meditasyondaki zihninizi istemediğiniz bu halden “arzu ettiğiniz” hayali bir hale dönüştürmeye çalışırsınız. Kusurlu zihninizi bırakıp Budha Zihni’ne ulaşmaya çalışırsınız.
Uyanmış, aydınlanmış durumunuzu tanımlayan “Budha Zihni” sizin şu anki zihninizden farklı değildir. Sizin şu anki kusurlarınız Budha Zihninizin bir parçasıdır. Eğer bu kusurlarınız yoksa, Budha Zihniniz de yoktur.
Siz daima olabileceğiniz en “ideal” durumdasınızdır. Orada, kayaların arasından çıkan ve bizi şaşırtıveren çam ağacı yalnızca orada ideal durumundadır. Çam ağacı, başka bir yerde bulunarak, oradaki çam ağacı olamazdı. İlerideki tepelerin üzerinde doğal olarak oluşmuş Zen bahçesi, yalnızca orada, o şekilde varolabilir. O olağanüstü güzellikteki minik havuz, yalnızca orada ve yalnızca yağmurlar başlayıncaya kadar varolacak. İçinde nereden geldiğini bilmediğimiz, bizi şaşırtan 5 su kaplumbağası yalnızca orada o güzelliği bize sunacak.
Eğer buradaki Budha zihnini, meditasyondaki mükemmel zihninizi göremezseniz, o mükemmelliğe asla ulaşamazsınız.
O nedenle her ânın içindeki güzelliği keşfedin. Size belki öyle gelmese de, varoluş güzellikten oluşur. Bu güzellik yalnızca onu görebilenlere görünür. Eğer görmezseniz o zaman kayalardan çıkan ağaç öylesine bir ağaçtır, ilerideki tepelerde oluşmuş doğal Zen bahçesi kaya, çimen ve bir iki ağaçtır, içinde kaplumbağaların yüzdüğü küçük doğal havuz yalnızca yosunlu bir su birikintisidir.
Meditasyona oturduğunuzda sırtınız ağrır, aklınızda düşünceler belirir, zihniniz sizin denetimizinden bağımsız olarak huzurlu ve huzursuz anlar yaşar… Tıpkı çayın acı, buruk tadı gibidir; çok lezzetlidir. Görmeyi bilmiyorsanız zihniniz kaya ve çimendir. Görmeyi biliyorsanız muhteşem bir Zen bahçesidir. Görmeyi bilmiyorsanız zihniniz dibi bulanık, içinde anıların yüzdüğü yosunlu bir su birikintisidir. Görmeyi biliyorsanız, muhteşem bir havuzdur. Eğer bunu göremezseniz, Budha Zihninizi göremezsiniz. Budha Zihniniz de böyle. Bir gün zihninize baktığınızda birden bire başka bir şey görmeyeceksiniz; yalnızca onu başka bir şekilde göreceksiniz.
O nedenle kendi yakanızdan düşün. Kendinizi kendinizden ve kendi fikirlerinizden kurtarın. Kendinizi kendi halinize bırakın. Zihninize, tüm güzelliğini açığa çıkarması için izin verin. Müdahale ettikçe onu bozuyorsunuz. Görebiliyorsanız, müdahaleye gerek yoktur; muhteşem bir çam ağacıdır. Göremiyorsanız, ondan ancak kereste elde edersiniz. Göremiyorsanız, onu kesip biçip düzgünleştirmeye çalışırsınız. Sonunda ortaya dümdüz bir şey çıkar.
Beklenti orada olduğu sürece, yalnızca ânlardaki ya da çevrenizdeki güzelliği değil kendi güzelliğinizi de göremezsiniz. Beklenti size hep, “bundan başka bir şey” der. Bu ânın doğru olmadığını, bu bedenin doğru olmadığını, bu zihnin doğru olmadığını, bu yaşamın doğru olmadığını, bu öğretinin doğru olmadığını, bu kişinin doğru olmadığını söyler. Hep yanıtın başka bir şey ve başka bir yerde olduğunu sanırsınız. Sürekli size verilenlerden, travmalarınızdan, koşullarınızdan, yeterli olmadığınızdan yakınırsınız. Tabii ki yeterli değilsiniz. Tabii ki koşullarınız kötü. Tabii ki geçmişinizde bir sürü saçmalık var. Elbette böyle olacak. O havuzdaki su bulanık olmazsa kaplumbağalar beslenemez ve ölür. O çam ağacı eğer o darbeler ve sert rüzgarlar olmasa, üzerinde durduğu kaya yeterli besin vermeyip onu bodur bırakmasa en başarılı sanatçıyı kıskandıracak güzellikle doğal bir bonsaiye dönüşemez. Bütün bu güzelliklerin açığa çıkabilmesi için bütün o kusurlara ihtiyaç var. Kusurları ortadan kaldırın, beraberinde güzelliği de ortadan kaldırmış olursunuz.
Üzerinde yürüdüğümüz yolu, bu öğretiyi ya da meditasyonu sizde eksik olan bir şeyi oraya koymak zannetmeyin. Öğreti sizdeki fazlalığı atmak için vardır. Şu anki halinizle hemen hemen mükemmelsiniz. Yalnızca biraz fazlalığınız var.
Eğer olduğunuz şeyi olmaktan ve bulunduğunuz yere varmaktan başka bir şeye ihtiyacınız olmadığını kavrayabilirseniz, bu dünyada sizi aldatabilecek bir şey yoktur.
Her şey böyledir. Başka bir şey de olması gerekmez. Böyle olmak mükemmelliktir. Eğer olguların oldukları halde, böyle olmalarına izin verirseniz, her şey mükemmel olur. Eğer olgulara oldukları gibi olma izni vermezseniz o zaman bundan zarar görürler.
Bırakın meditasyon yaparken zihniniz böyle olsun. Zihninize olduğu gibi olması için izin verin. Eğer izin verirseniz bir sorun yoktur. Zihninize olduğu gibi olması için izin vermezseniz o zaman onu kontrol etmenin bir yolunu bulmak umuduyla sorular sormaya başlarsınız: “Zihnimi nasıl sakinleştirebilirim?” Yanıt basittir: “Kendi haline bırak.”
Üzerinde yürüdüğümüz yol, zor değil. Tersine, son derece zahmetsiz bir yol. Belki de tek zorluğu bu olabilir. Varolana kendimizi bırakıp olanla akmaktan ibaret. Olanla birlikte akabilmek için elbette olanı kontrol etme çabanızı bırakmalısınız. Deneyimi olduğu haliyle kabul edemezseniz onu biçimlemeye kalkarsınız.
Bu gerçeği anlamadığınız sürece öğreti zor ve sıkıcıdır. Sizden sürekli olarak talepte bulunur. Sürekli olarak sizde bir kusur, bir eksiklik olduğunu imâ eder ve kendinizi suçlu hissetmenize sebep olur. Anladığınızda ise, iyi ve doğru olan her şey zaten kendiliğindendir. Bu anlayışa ulaşmak yalnızca mümkün değil aynı zamanda kolaydır da… Yapmanız gereken tek şey kendinize müdahale etmeyi bırakmak. Kendinize “olduğu gibi olmak” için izin vermek.
Bu kadar.


Dönmek…


Murathan Mungan’ın müthiş dizeleri, Derya Köroğlu’nun enfes müziği ve Hümeyra’nın huzur veren yorumuyla zamansız şarkılardan biridir bana göre. Uzun yıllar önce Yeni Türkü’den ilk dinlediğimde vurulmuştum bu parçaya, nedense Hümeyra’nın yorumu beni daha mutlu ediyor. Söz Vermiş Şarkılar albümünde kötü bir düzenleme ve yorum yoktur, vaktiniz olduğunda her birini sakince dinleyin.
Sevgiyle ve muhabbetle…

Dönmek, mümkün mü artık dönmek
Onca yollardan sonra
Yeniden yollara düşmek
Neresi sıla bize, neresi gurbet
Al bizi koynuna ipek yolları
Üstümüzden geçiyor gökkuşağı
Sevdalı bulutlar uçan halılar
Uzak değil dünyanın kapıları
Neresi sıla bize, neresi gurbet
Yollar bize memleket
Gitmek, mümkün mü artık gitmek
Onca yollardan sonra
Yeniden yollara düşmek
Neresi sıla bize, neresi gurbet
Rakılı akşamlar, gün batımları
Çocuk gibi ağlar yaz sarhoşları
Olmamış yaşamlar, eksik yarınlar
Hatırlatır herşey eski aşkları
Neresi sıla bize, neresi gurbet
Yollar bize memleket

Müzik: Derya Köroğlu
Düzenleme: Gürol Ağırbaş
Stüdyo: Ada
Kayıt,MiksTeknisyeni: Cem Büyükuzun
Kayıt Müzisyenleri: Erdem Sökmen (Akustik Gitar), Gürol Ağırbaş (Bas Gitar)


Belirsizliği Kucaklamak ve Duygularımızla Tanışmak

Geçtiğimiz günlerde 3 ilginç paylaşımla peşpeşe karşılaştım, sanki bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı, işaret gibiydiler. Sabah erken saatlerde sevgili Sedef Orsel’in her gün özenle hazırladığı kartlardan birini gördüm önce.

“Belirsizliği kucaklayın. Bazen hayatımızın en güzel bölümlerine ancak çok sonradan ad konulur.” Bob Goff

Harikaydı, umut vericiydi, öyle doğru bir zamanda çıkmıştı ki karşıma. Daha sonra da bir paylaşımdan diğerine atlarken rastladım Deniz Bagan’ın Instagram hesabında yazdıklarına;

“Yaşamda zorlayıcı bir duygu belirdiğinde; çaresizlik, umutsuzluk, üzüntü, yalnızlık, kaybolmuşluk duygusu gibi, iki şeyden birine yöneliriz:
1) En hızlı biçimde bu duyguyu bastırmak – Yok saymak, olmamasını telkin etmek, yokmuş gibi davranmak, uyuşturan veya unutturan bir madde, eylem veya insana yönelmek. Aşırı uyumak, iletişimden kaçmak, tv veya ekran karşısında uzun saatler kalmak.
2) En hızlı biçimde bu duyguyla hareket etmek – Duygudan boğulup, taşıp, hemen eyleme geçmek. Acı duymamak için öfkeyle hareket etmek, çaresiz hissetmemek için saldırıya geçmek, duygunun yoğunluğuna eş yoğunlukta diğer uçta bir uyarım yaratacak uyaran madde, ortam, insanlara yönelmek. Ani ve hızlı kararlar vermek.
Oysa üçüncü bir yol olabiliyor.
Herhangi bir duyguyu taşıyabilecek esnek dayanımı kazanmak için sistemimizi regüle etmeyi (dengeye getirmeyi) öğrenmek. Temel farkındalık, meditasyon, şükran ve şefkat çalışmaları buraya doğru ilk adımlar.
Ve ardından o duygunun varlığıyla tanışmak. Bedende yarattığı etkileri fark etmek.
Örneğin çaresizlik hissiyle kalmak. Bedende yarattığı duyumları fark etmek. Ardından buna rağmen iyi bir parça his bulabileceğimiz ne var araştırmak:
– Bedende iyi hisseden bir yer ?
– Etrafa bakarken gözlerime hoş gelen bir doku/renk ?
– Kendi iki elimin birbirine teması gibi ?
Dikkatimizi; zorlayan duyumlara rağmen aynı anda iyi hissedebilme kapasitemize getirmek.
Ve en büyük yanılgıyı bırakmak:
Çaresizliği hissetmeye izin vermek bizi çaresiz, zavallı, hep üzgün bir insan yapmaz.
Kaybolmuşluk hissine izin vermek bizi kayıp, dağınık, amaçsız bir insan yapmaz.
Duygular hissedilir ve ardından geçer giderler. .
Bir duyguyu hissetmek değil, onu bastırmak büyütüp köklendirir, ondan kaçmak için yaptıklarımız ise bize zarar verebilir.
O halde, acaba duygularımızla tanışabilir miyiz ?
Her birini, bir ailenin onlarca çocuğu gibi, aynı şefkatle görebilir miyiz?
Üzüntüne de sevincin kadar ihtiyaç var, çaresizlik hissine de güçlü hissettiğin kadar.
Bizler insanız. Her duygu mevcut, her duyguya izin verebilir miyiz?
Kalbimle”

Ve son mesaj da sevgili Juno’nun Facebook sayfasında çıkıverdi karşıma.

“Bugün Güneş ve Retro Konumdaki Merkür, kavuşum halindeler…
Merkür Yay’da retro olduğu için zaten ERTELENME teması üzerinde çalışıyoruz bir süredir.
Bu retroda başlamaya niyet ettiğimiz şeyler bir şekilde ertelenirken, geçmişten beri erteleyip durduklarımız habire önümüze gelir…
Döne döne yarım bıraktığımız, bir türlü denk getiremediğimiz işleri bu ay bitene kadar yapmamız gerekir.
Bugün ise, bu meselenin TAVAN yaptığı bir zaman;
– Takıldığımız yeri, ve buraya neden takıldığımızı görebiliriz.
– Neyi iHMAL ettiğimizi fark edebiliriz.
– Neyi tamamlamak gerektiğini anlayabiliriz.
– Bize kendimizi eksik hissettiren, bize sürekli o boşlukta kalan parçayı ARATAN sebebi bulabiliriz.
– İhmal ettiğimiz tamiratları en nihayet yapabiliriz.
– İleri gitmemize engel olan adımı bulup, atmaya niyetlenebiliriz.
– Bizi geri çekenin, geçmişe saplayanın, tutsak edenin ne olduğunu görüp, onu BIRAKABİLİRİZ.
– BELİRSİZ bıraktığımız, ama bir türlü vazgeçemediğimiz bir hedefle ilgili nihai kararımızı verebiliriz.
HAYIRLI UĞURLU TAMİRATLAR, HUZURLU TAMAMLANMALAR, IŞIKLI UFUKLAR OLSUN “

Her birini sakince okuyun, anlatmaya çalıştıklarına kulak verin. Aradığımız ipuçları garip şekillerde çıkıveriyor karşımıza. Çabala, çözmeye çalış, harekete geç diyorlar bir şekilde.

İlginç günlerden, dönemlerden geçiyoruz, her zaman görmemiz gerekeni göremeyebiliriz, elbet bizim için en uygun zaman diliminde çıkacaktır karşımıza, yeter ki bakmayı bilelim.
Sevgiyle ve muhabbetle…

Görseller hem Sedef’in, hem de Juno’nun yazılarından alıntıdır.


Ata’mızı Saygıyla ve Minnetle Anıyoruz

“Büyük olmak için hiç kimseye dalkavukluk etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes sana karşı çıkacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, fakat sen buna dayanıklı olacaksın, önüne sonu gelmeyen engeller çıkacaktır. Kendini büyük değil; küçük, zayıf, kimsesiz ve araçsız kabul edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanmış olarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana “BÜYÜKSÜN” derlerse bunu söyleyenlere güleceksin!. ”

“Beni inkar edeceksiniz…Hatta büştanla (iftirayla) yad edeceksiniz. Hint’e, Yemen’e ve Mısır’a giden fikirlerim, orada filizlenerek gelip sizi boğacaktır.”

“Muhterem Gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır. Kazanmak, yenilmek. Size, Türk Gençliği’ne terk edip bıraktığımız vicdani emanet, yalnız ve daima kazanmaktır ve eminim daima kazanacaksınız. Milleti yükseltmek için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle tereddüt etmeyin. Milleti yükseltmek için dikilecek engellere hep birlikte engel olacağız. Bunun için beyinlerinize, irfanlarınıza, bilgilerinize, gerekirse bileklerinize, pazularınıza, bacaklarınıza başvuracak, fakat sonuçta mutlaka ve mutlaka o amaca varacağız… Bu millet, sizin gibi evlatlarıyla layık olduğu olgunluk derecesini bulacaktır.”

“Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini ve kendi saadetini; memleketin, milletin saadeti ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur. “

“Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskaca bir varlık çıkaran meclisimizin, yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum. “

Yazıda kullandığım fotografı internetten bulup saklamıştım yıllar önce, beni çok etkilemişti. Etrafında tanklar, tüfekler, güvenlik korumalarına ihtiyaç duymadan halkıyla bu kadar yakın durabilen bir lider olmasına hayran kalmıştım.


İlham Kaynakları ve İlham Verenler

Bugün sizlere Koray Kışlalı’nın zarif mesajıyla haberdar olduğum iki keyifli kaynağı tanıtmak istiyorum; “İlham Verenler” ve “İlham Kaynakları”.

Önce “İlham Kaynakları” web adresinden söz edeyim. Sayfayı tıklayıp dolaşmaya başladığımda böyle bir kaynağı nasıl atlamışım diye pek hayıflandığımı itiraf etmeliyim. Her biri birbirinden yaratıcı müthiş adreslere ulaşabiliyorsunuz. Tasarım, sanat ve benzeri alanlarda çalışmalar yapan içerik üreten kişilerin, farklı “ilham kaynakları” keşfederek üretimlerini zenginleştirmelerine katkıda bulunan yayınları derlemeyi görev edinmişler ve sizler de incelediğinizde göreceksiniz ki çok emek verilmiş leziz bir yayın olmuş. Benim gibi bir hiperaktifin saatlerce kendini kaybedeceği, zamanın nasıl geçtiğini anlamayacağı bir kaynak olduğunu da mutlaka eklemeliyim. ????

Diğer keyifli adres de Mart 2017 tarihinden bu yana yayında olan “İlham Verenler”. İletişim, tasarım, medya, sanat alanlarındaki işleri ve eserleri ile tanınan kişilerle yapılan söyleşilerin yayınlandığı, katılımcısı ve okuyucusu arasında faydalı bir iz bırakma arzusunda olan bu mini röportaj dizisini okumaya başladığınızda kolay kolay ayrılamayacaksınız linkten. Bir diğer ayrıcalığı da; kendi alanlarındaki işleri-eserleri ile gurur duyan tüm ziyaretçilerin ve okurların katılımına açık olması. Sizler de kariyerinizde keşfettiğiniz öneri ve tavsiyeler ile bu mini yayına katkı sağlamak isterseniz, mesajınızı “bilgi[at]ilhamverenler.com” e-posta adresine iletebilirsiniz.
Sevgiyle ve muhabbetle…
“İlham Kaynakları” http://ilhamkaynaklari.com
“İlham Verenler” http://ilhamverenler.com


29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Hepimize Kutlu Olsun

Cumhuriyetimiz bu yıl 94 yaşında. Emperyalist devletlerin kuyruk acıları nedeniyle silip yok etmeye çalıştıkları bu zaferi; millet olmayı ümmet olmaya tercih edenlere rağmen, her zamankinden daha coşkuyla kutlayacağız.

Fikri ve vicdanı hür olarak yaşamamızı sağlayan Atatürk ve silah arkadaşlarını; kimsenin kölesi olmadan yaşayabilmemiz için kendilerini 7 düvelin askerine siper eden gazilerimizi ve şehitlerimizi minnetle anıyoruz.

Karşılarına dikilmiş tam donanımlı emperyal ordulara rağmen; Atatürk ve silah arkadaşlarının başardıklarını, küçük yaşlarımızdan başlayarak eğitimimizin her adımında öğrendik. Yeniden hatırlayalım.

“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her cüzütamı, bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.” (1920 Atatürk)

“Biz bir amaç takibediyoruz. Bu amacımız öteden beri muhtelif vesilelerle ifade edilmiştir. Ben şimdi de onu tekrar ediyorum: Milletin, devletin bağımsızlığını muhafaza etmek. Bunun içinde namus ve şeref tamamen yer alacaktır. Müstakil olarak milletimizin muayyen hudutlar dâhilindeki tamamiyetini muhafaza etmektir. Bunun için muharebe ediyoruz. Efendiler; memleketimizin ellide biri değil, her tarafı tahribedilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu topraklar üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız. Bundan dolayı iki karış yer işgal edilmiş, üç beş köy tahrip edilmiş diye burada feryada lüzum yoktur. Ben size açık söyliyeyim; efendiler bazı yerler işgal edilmiştir bunun üç misli daha işgal edilmiş olunabilir. Fakat bu işgal hiçbir vakitte bizim imanımızı sarsmayacaktır.” (1920 Atatürk)

“Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini ve kendi saadetini; memleketin, milletin saadeti ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur. “ 25-26 Nisan 1922 Atatürk

“Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskaca bir varlık çıkaran meclisimizin, yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum. “ 1922 (Atatürk’ün S.D. I, S.240)


Thor: Ragnarok

Marvel evreni eğlenceli bir filmle sinemalarda bu hafta. Thor:Ragnarok; sıradan izleyiciye keyifle vakit geçirtirken, Marvel tutkunlarını pek de tatmin etmeyebilir. Ben eğlendim ve güzel vakit geçirdim, tabii Loki ile tekrar buluşmanın katkısı da var ????

Oyuncuların çekim sırasında epey eğlendiklerini düşündüm filmi izlerken. İtiraf etmeliyim süper kahramanların güldürebildiği filmlerden daha çok hoşlanıyorum. Sinemaya gitmek eğlence amaçlı benim için ve bu film de ona verdiğim parayı sonuna kadar hak etti ???? En sevdiğim Led Zeppelin parçalarından biri olan Immigrant Song (Valhalla I’m Coming) dinlemek de ayrıca keyifliydi.

Filmin oyuncu kadrosu, Oscar törenindeki kırmızı halı tadında kalabalık. Yönetmen Taika Waititi cömert davranmış hem kadroyu, hem de konuk oyuncuları seçerken. Chris Hemsworth, Mark Ruffalo, Cate Blanchett, Jeff Goldblum, Tom Hiddleston, Anthony Hopkins, Idris Elba, Tessa Thompson ana rollerdeler. Kısacık da olsa Dr.Strange olarak hınzır görüntüsüyle aklınızı alıverecek Benedict Cumberbatch. Tiyatro sahnesinde ise Loki ‘yi Matt Damon , Thor’u küçük kardeş Luke Hemsworth ve Odin‘i de Sam Neill canlandırıyor. Yine kısa süre de gözükse karizmasıyla sıyrılıveren Ken Watanabe atlanmamalı. Topaz rolünde Yenı Zelanda’lı oyuncu Rachel House ve Volstagg rolünde İrlandalı oyuncu Ray Stevenson da göz dolduruyorlar. Arada Zachary Levi’ı fark edememek de benim ayıbım olarak kalsın.

Bu haftasonu kendinizi eğlendirin derim. İstanbul dışında ve 2D izlemek zorunda kaldım, sizler IMAX seçeneğini tercih edin. Film 13 yaş altı için uygun değil, çocuklarınıza başka eğlenceler bulun.

Film ile ilgili detaylar: http://www.imdb.com/title/tt3501632/
Soundtrack bilgileri: https://g.co/kgs/CRrE3W

Görsel kaynakları:

http://forumcinemaslv.blob.core.windows.net/1012/Event_8610/gallery/ThorRagnarok%20(24).jpg
http://www.etonline.com/sites/default/files/images/2017-10/cate-blanchett-thor-ragnarok.jpg
http://akns-images.eonline.com/eol_images/Entire_Site/2017920/rs_1024x429-171020123519-1024.thor-ragnarok-4.102017.jpg


Varoluşunuza Şükredin ve Elinizde Olanla Kendi Müziğinizi Yapın

Güzel bir alıntı okudum bu sabah suret kitabında, değerli dost Zeynep Yelçe paylaşmıştı. Haham Wayne Dosick anlatımı olduğu söylenen ve bizim dilimizde uzun yıllardır çeşitli kaynaklarda kullanılan bir alıntı. İçinde bulundukları durumdan hoşnut olmayan, sürekli yakınan ama dönüşmek, değişmek için çaba harcamayan dostların okuyup, az da olsa olumlu düşünmeyi, yaşadıkları her gün varoluşlarına şükretmeyi denemelerini ve ellerinde olanla yapabileceklerinin en iyisini yapmayı hedeflemelerini dilerim. Sevgiyle ve muhabbetle…

Not: Fotografın konuyla ilgisi sadece ruhuma iyi gelen her tonda maviyi içinde barındırması, umarım sizlere de iyi gelir.

3 Telli Keman
18 Kasım 1995 günü, keman sanatçısı Itzhak Perlman, New York’ta, Lincoln Center’daki Avery Fisher Salonu’nda bir konser vermek üzere sahneye çıktı. Eğer herhangi bir Perlman konserinde bulunmuşsanız bilirsiniz ki, onun için “sahneye çıkmak” hiç de küçümsenecek bir başarı değildir…
Çocukluk yıllarında çocuk felcine yakalanmış olan Perlman’ın her iki bacağında da destekleyici ateller vardır ve ancak kol değneği yardımıyla yürüyebilmektedir. Onu sahne üzerinde her defasında sadece bir adım atabilmek suretiyle acı içinde ve yavaş yavaş yürürken izlemek, unutulmayacak bir görüntüdür.
Ağrılar içinde ama ihtişamla yürümektedir, sandalyesine erişinceye kadar. Sonra oturur, yavaşça koltuk değneklerini yere koyar, bacaklarındaki atellerin klipslerini açar, bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatır. Daha sonra yere eğilerek kemanını alır, çenesinin altına koyar, orkestra şefine başıyla işaret verir ve çalmaya başlar.
Şu zamana değin, izleyiciler bu ritüele alışmışlardır. O, sahnenin bir ucundan sandalyesine doğru ilerlerken sessizce otururlar. Bacaklarındaki klipsleri açarken, inanılmaz bir sessizlikle beklemektedirler. Çalmaya hazır olana dek beklerler…
Ancak o konserde bir şeyler ters gitti… Daha ilk birkaç satırı çalmıştı ki, kemanın tellerinden bir tanesi koptu. Telin kopma sesini duyabilmek mümkündü, salonun bir ucuna tabancadan fırlayan kurşun gibi gitmişti ses! O sesin ne anlama geldiği konusunda yanılmak imkansızdı. Ve bunun akabinde ne yapılması gerektiği konusunda da…
O gece orda olan insanlar, kendi kendilerine şöyle düşündüler… “Anlamıştık ki, yeniden ayağa kalkması, atelleri yeniden takması, koltuk değneklerini alması, yavaş yavaş sahne arkasına gitmesi veya yeni bir keman bulması ya da yeni bir tel takması gerekecekti…
Ama o öyle yapmadı… Bunun yerine bir dakika kadar bekledi, gözlerini kapadı ve sonra şefe yeniden başlaması için işaret verdi. Orkestra başladı ve o kaldığı yerden devam etti. Ve daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çaldı! Elbette herkes bilmektedir ki, senfonik bir eseri sadece 3 telle çalmak imkansızdır. Bunu ben de bilirim, sen de bilirsin, herkes bilir ama o gece Itzhak Perlman bilmeyi reddetmişti!
Onu parçayı kafasında modüle ederken, değiştirirken ve yeniden bestelerken görebilirdiniz. Bir noktada, telleri nerdeyse yeniden tonlamışçasına sesler çıkarmaktaydı kemandan, daha evvel hiç vermedikleri sesleri vermelerini sağlamak için…
Bitirdiğinde, salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı. Akabinde, seyirciler ayağa kalktı ve tezahürata başladılar. Oditoryumun her yanından inanılmaz bir alkış patladı. Hepimiz ayaktaydık bağırıyor, ıslık çalıyor, alkışlıyor, yaptığını ne kadar takdir ettiğimizi, beğendiğimizi anlatacak her türlü hareketi yapıyorduk!
Gülümsedi, yüzünden akan terleri sildi, yayını kaldırarak bizi susturdu ve böbürlenerek değil ama sessiz, güçlü, dingin bir tonla şöyle dedi…
“Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir, elinde kalanlarla ne kadar daha müzik yapabileceğini bulmak…”
Bu ne güçlü bir cümledir! Duyduğumdan beri aklımdan çıkmıyor. Ve kim bilir? Belki de bu bir yaşam tarzıdır, sadece sanatçılar için değil, hepimiz için…
Burada, tüm yaşamını bir kemanın 4 teli ile müzik yapmak üstüne kuran ve birden bire, bir konserin ortasında kendini sadece 3 tel ile bulan bir adam vardır. Öyleyse, o da 3 tel ile müzik yapmayı seçer, ve o gece yaptığı, sadece 3 telle yaptığı müzik, daha evvel yaptığı, 4 teli varken yaptığı her şeyden daha güzel, daha kutsal, daha unutulmazdı…
O zaman belki de bizim görevimiz, yaşadığımız bu sallantılı, hızla değişen, ürkütücü dünyada kendi müziğimizi yapmaktır… Önce elimizde olan her şeyle, ve daha sonra bu artık imkansız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla…

 


Sayfalar:123456789...40