:::: MENU ::::
Browsing posts in: Sinema

Keyifle izlediğim, eski ve yeni yabancı dizi filmler

İzlemekten keyif aldığım filmleri listelemiştim daha önce, şimdi de sırada diziler var. Kronolojik bir sıra yok, aklıma geldikçe, bir yerlerde rastladıkça yazdım. Koyu renkli isimlere tıklayarak diziler hakkında detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.
İyi seyirler 🙂

Extras, TNT kanalında rastlantıyla izlemeye başlayıp, Rick Gervais’nin hınzır oyunculuğuna kapılıp gittiğim, yer yer gözümden yaşlar gelerek güldüğüm dizidir.
Monk, emekli polis, taze dedektif yüzlerce takıntısı ve fobisi olan Adrian Monk’un başından geçenler, sıkılmadan izlenen bir dizidir.
Dead like me Digiturk paketi sahibi olduğum zamanlarda takip ettiğim bir diziydi, başroldeki genç oyuncunun bıkkın oyunu, yan karakterlerin renkliliği ve konunun ilginçliğiyle sürüklerdi.
How i met your mother, sadece Barney karakteri için bile izlenebilecek, sabun köpüğü, ama eğlenceli dizidir.
Will&Grace, Digiturk kazanımlı dizilerdendir. Burada da Jack Mc Farland ve Karen Walker karakterleri, başrol oyuncularından rol çalarak kalbimi kazanmışlardır.
The Big Bang Theory, sevgili Devletşah ve Barış Özcan sayesinde dvd ye yüklenmiş tam sezon izleyip Sheldon ve Wolowitz karakterleriyle kahkahalar atmamı sağlamış dizidir.
The IT Crowd, blog yazarı dostlar sayesinde izlemeye başlayıp, müdavimi olduğum İngiliz dizisidir.
What about Brian, sabun köpüğü vakit geçirmeliklerdendir. Yakışıklı başrol oyuncusunu şimdilerde Samantha Who’da izliyoruz.
Samantha who? amnezi geçiren başrol oyuncumuzun, karakteri de değişmiştir uyandığında. Gülmek ve eğlenmek için izlenilir.
Chuck, Zach Levi’yi Digiturk zamanında Less Than Perfect dizisinde gözüme kestirmiştim, cnbc-e Chuck tanıtımlarına başladığında keyifle izleyeceğimden emindim. Öyle de oldu, hatta bir de Morgan karakteri kattı hayatıma 🙂   
Friends, Efsane dizidir. Digiturk hala ekmeğini yer bu dizinin.
Joey, Friends’in Joey’i aynı rüzgarla yürüteceiğni düşünen yapımcılar için hayal kırıklığı olan dizidir. Ama keyfiniz yokken sizlere iyi vakit geçirtmeye yarayabilir.
Gilmore Girls, cnbc-e de bir rastlantıyla izlemeye başlayıp, son bölümüne kadar keyifle izlediğim ender dizilerdendir. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle izlediğim ve bölüm bittiğinde de uzun süre kendimi iyi hissettiğim bir dizidir. Bunaldığınızda izlemenizi öneririm.
Gossip Girl, başrolde New York kaymak tabakasının hayatları olan, sabun köpüğü dizilerden, şimdilerde Kanal D ekibi de bu dizinin taklidi Küçük Sırlar’la rating alıyor.
Ugly Betty, başrol oyuncusu America Ferrera ile ödüller kazanan eğlenceli dizi
Northern Exposure, TRT de yayınlandığı yıllarda izleyip de tutkunu olmayan yoktu. Bir yerlerden bulabilsem yine keyifle izlerim.
Man in trees, bir rastlantıyla yolu Alaska’ya düşen ve orada kendine yeni bir hayat kurmaya çalışan işkolik, büyük şehirli genç kadının hikayesi. Anne Heche’nin çizdiği karakter pek eğlenceli.
Brothers&Sisters, sevgili Handem sayesinde tutkunu olduğum bir dizidir. Başrollerdeki bütün oyuncular tanıdık. Sally Field, Rachel Griffits, Callista Flockhart, Rob Lowe, Ron Rifkin ve daha pek çoğu.
Less than perfect, yine Digiturk kazanımlı bir dizi. Taşradan gelip büyük bir tv şirketinde çalışmaya başlayan Claude Casey karakterinin başından geçenler. Yan rollerdeki Zach Levi’yi gözüme kestirmiştim. Tabii Eric Roberts, Andy Dick ve Patrick Warburton unutulmamalı.
Ally Mc Beal, 2000 yılında yaptığım Boston ziyareti sırasında bir iki bölüm izlemiştim. Canım Niloshum “kaydedeyim de izle, tam senlik bir dizi” demişti istememiştim. Yıllar sonra cnbc-e de yayına girince kaçırmadan izlerdim.
The Practice, yine 2000 yılı Boston ziyareti sırasında izlediğim ve sevdiğim avukatlı dizidir. Hatta Ally Mc Beal ile karşılıklı ziyaret bölümleri bile olmuştu 🙂
Charmed, cadılar, büyücüler vs minvalli bir eğlenceliktir.
Who’s the boss, en uzun süre yayınlanan dizilerdendir. Aile dizisi olması her evde rahatlıkla izlenmesini sağlamıştı.
The Golden Girls, bir zamanların efsane dizisidir. TRT seslendirmesiyle gönüllerde taht kurmuştu.
The Mentalist, sevdiğim bir dizi. Digiturkum veya adsl bağlantım olmadığına hayıflanıyorum bazen.
The Guardian, avukatlı dizilere olan sempatim nedeniyle izlemeye başladığım ama kısa sürede yayından kalkan bir diziydi.
Ghost whisperer, hayaletlerle ve esrarrengiz olaylarla ilgili filmleri sevenler için biçilmiş kaftandır.
Miss Match, kısa ömürlü bir dizi daha başrol oyuncusu olan Alicia Silverstone’u sevmesem de, her bölümdeki ünlü ve ilginç konuk oyuncularıyla eğlenceliydi.
Roswell, bilim kurgu sevenler için en esrarengiz isimlerden biridir Roswell. Bu dizide oynayan genç oyunculardan Katherine Heigl’in yıldızı daha sonra hızla parlamıştır. Jenerik müziği olan ve Dido’nun seslendiriği “Here with me” hala en sevdiğim parçalardan biridir.
Dawson’s Creek, tekrarlarında bile oynadığı kanallara rating yaptıran ünlü gençlik dizisidir. Ve tabii yine KanalD yapımcıları Kavak Yelleri olarak bilinen dizi için yaratıcı senaryo diyerek dolaşırlar.
One tree hill, bir başka gençlik dizisi, basketboldan hoşlananlar için hoşça vakit geçirilebilen bir yapımdı.
Desperate Housewives, umutsuz değil, tamamı mutsuz ev kadınlarının hayatlarını inceleyen ödüllü dizi.
Lipstick Jungle, Başrolde yine New York var. Güzel kadınlar, şık giysiler, bolca entrika seviyorsanız izleyin.
Boston Legal, avukatlı dizilere ve Boston’a olan tutkum nedeniyle severek izlediğim bir dizidir. Başrollerden birinde ünlü Kaptan Kirk’ün, anlamsız estetik ameliyatlar ve alkol tedavileriyle mutasyona uğramış görüntüsü hoş olmasa da izlemesi keyifli bir dizidir.
Seinfeld, bir televizyon efsanesi. Sıradan insanların günlük konuşmaları, başlarından geçenler üzerine yapılmış en eğlenceli dizidir. Kramer karakteri hala en sevdiğim karakterdir.
Yes Minister, Emret Bakanım adıyla oynardı ekranlarda. Ailece pek severdik.
Arrested Developement, absürd komedileri seviyorsanız işte bu dizi tam size göre.
Scrubss, hastane ve doktor dizilerini tiye alan eğlenceli yapım. Başrol oyuncusu Zach Braff umut veren bir oyuncu.
Eureka, SciFi kanalının müthiş kazanımlarındandır. Değerli dostlarım Süleyman Sönmez ve Seda İrengü Özmen sayesinde bütün sezonları izleyebilmiştim.
Six Feet Under, Cnbc-e sayesinde gecenin kör saatlerinde izlediğim ve tutkunu olduğum çılgın dizidir.
ER, en uzun süreli hastane dizisi. Pek çok oyuncuyu beyazperdeye kazandıran efsane dizi.
Grey’s Anathomy, doktorlar, hastalar, aşklar, kaçamaklar, entrikalar vs. vs. Hiç düşmeyen tempoyla ve ilginç karakterlerle izlenmeye devam edilen dizi.
Buffy the vampire slayer,vampirli dizilerle tanışmam bu sayede oldu. Favori karakterim Spike’dır.
Angel hemen hemen aynı kadronun buluştuğu bir başka vampir ve esrarengiz olaylar dizisi daha.
Fraiser, televizyon tarihinin efsane komedilerinden biridir. Seveni de, nefret edeni de çoktur. Niles ve Daphne karakterleri başrol oyuncusundan daha sevimli gelirler bana.
Two & a half man, tam vakit geçirmelik bir dizi. Hiçbir şey düşünmeden izleyip, yer yer kahkahalar atacağınız bir eğlencelik. Charlie Sheen kendisini oyunuyor sanırım 🙂
Just shoot me, hemen her bölümünde güldüğüm, eski ama izlersem hala güleceğim bir dizidir. Tabii ki favori karakterim, David Spade’in canlandırdığı Dennis Finch’tir.
Suddenly Susan, Brooke Shileds’in eğlence garantili dizisidir. Vicki rolündeki Kathy Griffin her daim favorimdir. Lost’ta izlediğimiz Nestor Carbonel ile de ilk tanışma bu dizideki Küba’lı fotoğrafçı rolüyle olmuştu.
Murphy Brown, Candice Bergen’in efsane dizisidir. Modern kadının yaşadığı sorunları esprili bir dille işlerdi.
Sex&The City, hakkında söylenecek bütün sözlerin söylendiği dizidir. İki de sinema filmiyle devam ettirildi.
The Good Wife, yine sevgili Handem sayesinde bulaştığım bir dizi. Kocası tarafından aldatılan ama metanetini korumak zorunda olan bir kadının hikayesi.
Parenthood, sanırım oyuncuları sevdiğim için izlemeye başladım, ama hayatın içinden bir dizi olduğu için de sevdim.
Dirty Sexy Money, usta oyuncularla ve zengin atmosferiyle izlenmesi kolay bir dizi.
It’s Always Sunny in Philadelphia, absürd komedilerin eski bir örneği. Danny De Vito’nun varlığı bile dizinin uzamasını sağlayamamıştı.
Providence, aile dizisi tadında sıkılmadan izleyebileceğiniz dizidir. Başrol oyuncusu Melina Kanakaredes şimdilerde CSI NY ile ekranlarımızda
Two Guys, a Girl and a Pizza Place, Ryan Reynolds’ın delikanlılık günleri 🙂 Boston şehri yine başrolde.
Pushing Daisies, fantastik dizi seviyorsanız bu diziyi de sevebilirsiniz.
Kitchen Confidential, keyifli bir diziydi çabuk kalktı yayından. Bradley Cooper ‘ı Alias’ta gözüme kestirip, bu dizide daha da sevmiştim.
Mad about you, Helen Hunt ile tanışma ve tabii başrolde aslında New York var.
King of Queens, sıradan insanların sıradan hayatlarını ti ye alan dizi, eğlenceliktir.
Lie to Me, müthiş oyuncu Tim Roth’a yeniden hayran olduğum dizi, izleyin.
Mork & Mindy, Robin Williams ile tanışmam bu diziyle olmuştu yetmişlerde. O dönem bilim kurguya meraklı herkes gibi ben de, “Nanunanu” diyerek Mork selamı vermeye bayılırdım 🙂
The Persuaders, Kaygısızlar adıyla TRT de fırtınalar estirirdi. Jenerikte çalan müziği hepimiz çok severdik.
Beauty and the beast, Linda Hamilton’un Sarah Connor olmadan önce, Aslan Adam’ın sevgilisi olduğu günlerdir 🙂 Aslan Adam halinin Ron Perlmann’ın gerçek halinden daha çekici olduğunda hemfikir olan çok kişi vardı.
Perfect strangers, “Ama Kuzennn” cümlesiyle asla aklımdan çıkmayan ikisi de birbirinden sakar ve sarsak karakterlerle eğlendiğim ve uzun süre izlediğim dizidir.
Alf Müşfik Kenter’in müthiş seslendirmesi ile sevdiğimiz uzaylı yaratık
Rich man poor man, Nick Nolte’yi tanıdığım dizidir, o dönem yayınlandığı akşamlarda kimse evden çıkmazdı.
Moonlighting, Bruce Willis hınzırıyla ilk karşılaşma, tabii rahmetli Alev Sezer’in seslendirmesi sayesinde çoğumuzun aklını başından almıştır 🙂
Dempsey and Makepeace, her bölümde itişip kakışan, ama birbirlerinden de vazgeçemeyen İngiliz kadın dedektif ile Amerikalı hınzır polisin hikayesidir.
The young Indiana Jones Chronicles, Indy’nin çocukluğunda yaşadığı maceraları konu alan bir diziydi çok keyif alarak izlerdim.
Married with children, yayınlandığı saatte izlemeye çalışıp kahkahalar attığım diziydi. Dizi bittikten sonra hala yıldızı parlayanlar, dizinin annesi ve kızıdır 🙂 Şimdilerde rtük tarafından takibe alınan Türk Malı’nın da atasıdır.
Wiseguy, Ken Wahl, Ray Sharkey kızların gözdesiydiler. Mafya içine sızan bir polisin hikayesiydi.
Lace, Betamax video günlerinden kalma bir dizi 🙂 Annem yüzünden izlediğim ilk pembe dizidir 🙂
Dynasty, Joan Collins’in kıyafetleriyle, mücevherleriyle o dönem kadınlarının aklını aldığı, anneme ne zaman uğrasam ekrana kilitlenmiş olarak bulduğum dizi.
Dallas, hey gidi Jr hey.
Murder she wrote, Agahta Christie romanlarını ortaokul yıllarında okuyup tüketen birine, Angela Lansburry’nin canlandırdığı karakter hiç de yabancı gelmiyor izlerken. Her bölümde sevilen oyuncuların canlandırdığı ilginç karakterler olurdu, nedendir bilinmez “Cinayet Dosyası” adıyla yayınlanırdı.
Charles in charge, Charles İş Başında adıyla yayınlanırdı akşamüstü saatlerinde. Eğlenceli zaman geçirme ve nasihat verme kıvamındaydı.
Air Wolf, Jan Michael Vincent aşkına izlerdim Hava Kurdu dizisini. O dönemin sabun köpüğü kıvamında aksiyonlarındandı.
The A team, Mr.T’nin her helikoptere bindirilişinde Murdock karakterinin yaptıkları beni pek eğlendirirdi. 🙂
Wish me luck İkinci Dünya savaşı sırasında iki genç kadının şartlar nedeniyle zoraki casus olmaları ve başlarından geçenleri anlatan ilginç bir diziydi.
Seagull Island, listedeki tek geceyarısı dizisi, ödüm patlayarak izlerdim her bölümü 🙂
Adını, ya da oyuncularından birini hala hatırlayamadığım, İkinci Dünya savaşı sırasında geçen, hınzır esprilerle bezenmiş bir İngiliz dizisine de hayrandım, belki yakınlarda ne olduğunu bulur eklerim.


Sıkıntılı günlerde izlenebilecek sevimli ve eğlenceli filmler

İçimin daraldığı zamanlarda, eğer hava dışarı çıkıp uzun uzun yürümeme uygun değilse; ya internetten, ya da eldeki filmlerden eğlenceli birini seçip izlerim. Bir süre de olsa, kara bulutları dağıtıp rahatlamamı sağlar. Geçtiğimiz günlerde bir liste yapmaya karar verdim, sizlerle de paylaşıyorum, umarım sıkıntıyla değil de gerçekten eğlence amaçlı izlersiniz. Özel bir sıralama yapmadım aklıma esenleri yazıverdim, listem kronolojik değil 🙂
İyi seyirler…

Letters to Julliet Geçen ay keyifle izlediğim, İtalya’da geçen yumuşacık bir film. Yan rollerden birinde Gael Garcia Bernal var.

Serendipty Kate Beckinsale ve John Kusack’tan defalarca izlediğim ve defalarca izleyebileceğim harika bir kız filmi. Keyfinizi yerine getirip yüzünüze kocaman bir gülümseme yerleştirecek filmlerden.

How to Lose a Guy in 10 Days Kate Hudson ve Matthew Mc Conaghuey başrollerde olduğu bir kahkaha tufanı

French Kiss Meg Ryan’ın klasik oyununa karşı Kevin Kline’ın müthiş performansı. Sıcacık bir romantik komedi. Defalarca izlenebilir.

Kate&Leopold Hugh Jackman’la ilk karşılaşmam bu filmle oldu. Meg Ryan’ın klasik oyununa Jackman’ın çekiciliği ve konunun ilginçliği de eklenince pek leziz bir film izleniyor.

Something’s Gotta Give Diane Keaton, Jack Nicholson ve Keanu Reeves, müthiş oyunculuklar ve hınzır bir konu. İzlerken pekçok sahnede kahkaha atmaya hazır olun.

The First Wives Club “Dont get mad, get everything” cümlesiyle aklıma kazınan ama kullanmayı öğretemeyen film 🙂 En sevdiğim kadın komedyenleri bir araya toplamış olmasıyla da defalarca izlenilir. Diane Keaton, Bette Midler ve tabii Goldie Hawn.

Death at funeral Bu film anlatılmaz izlenir. Neredeyse her karakter olağanüstü. Defalarcaizledim, hala da çok içim daraldığında izlediğim filmlerden. Amerikan sinemasının  tekrar yorumu olan, aynı etkiyi yapmadı bende.

Made of honour Patrick Dempsey’in romantik komedilerde vazgeçilmez olduğunu gösteren filmlerden biri. İskoçya’nın doğal güzellikleri ve New York arka planda

Must love dogs Diane Lane, John Cusack’ın başrollerini paylaştıkları pek latif ve eğlenceli bir aşk filmi.

Accidental Husband Jeffrey Dean Morgan, Colin Firth, Sam Shepard’ın ve Uma Thurmann’ın başrollerinde olduğu   eğlenceli bir film. Amerikalı kadınların itfaiyeci fantazisini gıdıklamak için çekilmiş gibi görünse de, sıkıntılı zamanlarda iyi gelebilir.

Over the Tuscan Sun Güzel bir  Diane Lane filmi daha. Toscana’nın doğal güzelliklerini arka plan olarak kullanan filmi seveceğinizden eminim.

Sex and the City ve Sex and the City 2 Arşivinizde bulunmalı, gözünüzü gönlünüzü şenlendirecek sabun köpüğü kıvamında eğlencelik.

Julie&Julia Meryl Streep’in muhteşem oyunculuğu ile zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağınız bir film.

Only you Marisa Tomei ve Robert Downey Jr. oyunculuklarıyla leyifle izlenen bir romantik komedi.

Chances Are Uzun yıllar önce izleyip, Robert Downey Jr. ı keşfettiğim film. Sybyl Sheperd ve Ryan O’Neill’in eğlenceli oyunculuklarıyla rahatça ve birkaç kez seyredilen filmlerden.

Notting Hill Julia Roberts ve Hugh Grant’i bir araya getiren film izleyenleri mutlu etti.Tabii “Aint no sunshine when she gone” isimli parçayı da zihnimize kazıdı.

Love Actually Zengin kadrolu sıcacık bir yeni yıl ve aşk filmi. Hugh Jackman, Colin Firth ve Liam Neeson’da bonusları.

Bridget Jones’s Diary ve Bridget Jones: The Edge of Reason Arşivinizden eksik edilmemesi gereken filmlerden, eğlenceli ve eğitici. Renee Zelwegger’a Hugh Grant ve Colin Firth eşlik ediyor

My Big Fat Greek Wedding Kahkaha tufanı bir film. Kültür farklarıyla dalga geçen bir romantik komedi.

He’s Just Not That Into You Kadın-erkek ilişkileri için rehber niteliğinde ve kalabalık kadrolu bir film. Mutlaka izlenmeli.

Ghosttown Rick Gervais, Greg Kinnear, Thea Leoni başrollerde. Ricky Gervais harikalar yaratıyor. Kaçırmayın

While You Were Sleeping İçinizi ısıtacak bir romantik film, başrolde Sandra Bullock var

Pretty Woman Klasikleşmiş, aradan yıllar geçse de keyifle izlenen bir aşk filmi. Julia Roberts ve Richard Gere’den.

The Ugly Truth Kadın erkek ilişkileri, iş hayatı minvalli Gerard Butler ve Katherine Heigl ile şenlenen filmde kahkaha atma ihtimaliniz yüksek

The Proposal Sert iş kadını rolunde Sandra Bullock ve şaşkın genç rolünde Ryan Reynolds’tan eğlenceli bir romantik komedi

Two weeks notice Hugh Grant ve Sandra Bullock’lu bir başka eğlencelik

10 Things I Hate About You Heath Ledger’ı ve Julia Stiles’ı  keşfettiğim  gençlik filmi, eğlencelidir.

The Holiday Jude Law’a tekrar tekrar hayran olunan romantik bir film.

What women want
Mel Gibson, kadın ürünlerini denediği sahnedeki performansıyla kahkahalar atmamı sağlamıştı.

Wedding Date Debra Messing ve Dermot Mulroney’den rahat izlenen bir romantik komedi

My best friends wedding
Julia Roberts, Dermot Mulroney, Cameron Diaz’ın başrollerini paylaştığı unutulmaz filmlerden.

Someone like you Ashley Judd, Hugh Jackman ve Greg Kinnear başrollerde. Karmaşık kadın erkek ilişkileri üzerine bir romantik komedi.

Sleepless in Seattle Tom Hanks ve Meg Ryan ikilisinin efsane filmlerinden. Empire State Building’de buluşma sahnesinde  nefesi kesilmemiş kadın seyirci yoktur sanırım.

You’ve got mail Yine sevimli bir romantik komedi. Tom Hanks-Meg Ryan ikilisinden , tabii başrolde yine NY var.

Baby Boom Cesur ve çalışkan bir iş kadını aniden küçük bir bebeği sahiplenmek zorunda kalırsa neler olur. Diane Keaton ve Sam Shepard ikilisini keyifle izleyin.

Overboard Goldie Hawn ve Kurt Russeldan müthiş bir romantik komedi.

Whatever works Bir Woody Allen filmi fazla söze gerek yok sanırım.

Chasing Liberty Matthew Goode ile ilk karşılaşma 🙂

Leap Year Sevdiğiniz erkek harekete geçmiyorsa “Artık yıl” işinize yarayabilir. Amy Adams ve Matthew Goode pek eğlenceliler.

Enchanted Amy Adams ve Patrick Dempsey’den masalsı bir eğlencelik

Mamma Mia Müzikal sevmeseniz de müthiş kadro ve manzara için izlemelisniz


Dirty Rotten Scoundrels
Michael Caine, Steve Martin’den müthiş performans,                    

Noises Off… Hem oyunculuklar muhteşem, hem de konu eğlenceli mutlaka izleyin. Arşivinizde tutun, arada çekip tekrar izleyin. Şöhretler geçidi bir film.

Oscar Rocky, Rambo gibi aşırı erkeksi roller dışında, eğlenceli oyun verebilen bir Stallone izleyeceksiniz. İlginç bir komedi.

Curtain Call Michael Caine, Maggie Smith, James Spader, Sam Shepherd’dan sıcacık bir film.

Alfie Jude Law’a tekrar tekrar hayran olacağınız, bekar kadınların özellikle izleyip ders alması gereken bir film.

The Hangover Listedeki en erkek film. Sinemada izlediğimde gülmekten gözlerimden yaşların geldiği, karnıma ağrılar girdiği film. Özellikle Ken Jeong’un Mr.Chow rolündeki performansı kayda değer.

13 Going on 30 Ergenlikten sıkılan ve bir gecede 30 yaşına büyüyen Jennifer Garner’ın oyunu güzel. Thriller ile dans edilen sahne favorimdir, romantik komedi meraklıları kaçırmasın.

Over her dead body Eva Longoria’nın Desperate Housewife da izlediğimiz oyunundan pek de farklı olmayan bir rolle izlediğimiz, ama Paul Rudd ve Jason Biggs’in performanslarıyla şenlenen, eğlencelik filmlerden. Ayyaş heykeltraş rolünde kısa da olsa müthiş olan Stephen Root’a dikkat.

The Invention of lying Yine Rick Gervais ve yine bir kahkaha tufanı. Kalabalık kadroda Jennifer Garner’dan Tina Fey’e, Rob Lowe’dan Jeffrey Tambor’a kadar pek çok ünlü var. Mutlaka izleyin.

I Could Never Be Your Woman Orta yaşlı kadın, genç erkek muhabbeti üzerine kurulu sabun köpüğü filmlerden. Rektifiyeli bir Michelle Pfeiffer’a eşilk eden Paul Rudd’ın performansı müthiş.

The Prince and Me Julia Stiles’lı bir başka kız filmi, tam bir masal, eğlencelik.

PS I love U Tamam kabul, arada bolca da gözyaşı dökersiniz, ama yine de değer. Hilary Swank, Kathy Bates, Lisa Kudrow, Gina Gershon filmin kadın aktrisleri. Gerard Butler, James Marsters ve tabii Jeffrey Dean Morgan da erkek oyuncular. Gerard Butler’ın sevimli oyunculuğundan hiç de aşağı kalmayan biri de JDM, hele duştan çıkış sahnesi pek eğlenceli.


Soul Kitchen, Whatever Works ve Sherlock Holmes. İzleyin, eğlenin

Sinemalarda “halk günü” uygulamasının devam etmesi pek iyi bir durum. Böylece görmek istediğim filmleri indirimli tarifeyle rahatça izliyorum. Geçtiğimiz haftalarda hem Whatever Works’ü hem de Soul Kitchen’i izledim.

Fatih Akın’ın son filmi üzerine pek çok yazı ve eleştri okudum. Fikrine güvendiğim arkadaşlarımın olumlu yazıları, izlediğim fragmanlar ve arka plandaki müzikler de film hakkında güzel ipuçlarıydı. Rahat izlenen bir film Soul Kitchen, hem de almanca olmasına rağmen. Oyuncuların performansları kadar filmin müziklerinin de etkisi büyük.

Fatih Akın filmlerinin vazgeçilmezi Birol Ünel’in canlandırdığı tırlak şef  Shayn Weiss , Soul Kitchen’in sahibi genç Yunanlı oyuncu, kiracı  yaşlı kaptan, ağabey rolünde Im Juli’nin sevimli oyuncusu Moritz Bleibtreu de başarılı portreler çiziyorlar. Sevgili rolündeki kız biraz sırıtsa da, filmin  geneline hakim olan “akıp gidiyor” duygusu sarıveriyor sizi izlerken. Herkes gibi ben de film sonrası, çıkışta filmin müziklerinin cd leri satılsaydı diye düşündüm.

Görsel  http://stanzedicinema.wordpress.com/2009/09/12/venezia-2009-ix-giorno-2/  adresinden alınmıştır.

Gelelim Whatever Works’e; yine sürenin nasıl geçtiğini anlamadığım filmlerden biri de bu. Bir Woody Allen filmi.  

Larry David; Seinfeld izlediğim günlerden takibe aldığım bir isim. Hınzır zekası, kastırmadan oynaması, oyuncu seçimiyle hep saygı duyduğum biri. ComedyMax kanalını izleyebildiğim zamanlarda Curb Your Enthusiasm dizisinden de büyük keyif alırdım. Film ve dizilerindeki kaba esprileri bile sükunetle izleten Larry David, bu filmde de arızalı birini canlandırıyor. Kendinden çok da farklı biri değil sanırım bu tiplemeler, o nedenle de daha yakın buluyor insan izlerken. Rol arkadaşlarından Patricia Clarkson‘ın performansı da pek iyiydi. Yüzünüzde gülümsemeyle vakit geçirmek istiyorsanız, çıktığınızda da dünyayı kurtarmış gibi hissetmeniz gerekmiyorsa kaçırmayın bu filmi derim.

Görsel http://rthktheworks.wordpress.com/2009/10/18/movie-review-whatever-works/  adresinden alınmıştır.

Ve geldik Sherlock Holmes’a. Sevgili Duygu Kutlu’nun öngösterim davetini görüp de sevinmediğim zaman pek yok ama bu film ile ilgili daveti gördüğümde evin içinde dans da ettim 🙂 Emir’in Boston’a dönüş uçağına bindiği günün akşamındaydı öngösterim. Bu kez ben ona nispet yaptım “senden önce izleyeceğim” diye 🙂 Aynı gün TED xReset toplantısına da katıldığım için çıkışta sevgili Doktor ile koştura koştura gittik Cevahir’e. Pek çok tanıdıkla kısa sohbetin ardından, yerlerimize kurulup izlmeye başladık. Burada bir yakınmam olacak, ses sisteminin sınırlarını zorlamak gerekmeyen filmlerden biriydi Sherlock Holmes, hangi akla hizmet ses düğmesi sonuna kadar itiliydi anlamadım açıkçası. Ama Robert Downey JR ve Jude Law gibi adamlar perdeye yansıyorsa, pek çok şey anında siliniveriyor 🙂 Her ikisi de yine çok iyiydi. Ama Robert Downey JR. küllerinden yeniden doğmanın tadını dibine kadar çıkartmıştı bu filmde de. Kötü adam rolünde Stardust’ın Septimus’u Mark Strong döktürüyordu yine. Filme renk katan Holmes’un gözdelerinden Irene Adler rolünde de Red Eye’da bizleri gerim gerim geren Rachel McAdams var. Vizyondan kalkmadan izleyin, eğleneceksiniz.

Görsel  http://lamoviedriver.blogspot.com/2009_12_01_archive.html adresinden alınmıştır.


3 boyutlu bir masal: Avatar

Emirim yılbaşı öncesi geldiğinde, Avatar fırtınası yeni başlamıştı. Herkes birbirine giriyor, kan gövdeyi götürüyordu. GS-Fener taraftarlarının ağız dalaşını izler gibi dehşet içinde izliyordum olup biteni. Öngösterime gidenlerin ve vizyonda izleyenlerin büyük bölümü filmi yerden yere vuruyordu. Merak ettiğim, ne bekliyorlardı da neyi bulamadılar. “Senaryo zaten Pocahontas”, “Cameron yapa yapa bunu mu yapmış”, “ben zaten öbür Avatar sanmıştım hayal kırıklığına uğradım” gibi gibi. Sanki haftalarca yer gök inlemedi mavi yaratık fotoğraflarıyla, nasıl karıştırılır ki The Last Airbender ile. Ayrıca bu muhabbet; aylar önce Coca Cola’nın kısa öngösterimi sonrasında da günlerce konuşulmuştu. O kısacık gösterimde gördüklerim bana görsel bir şölen vaad ediyordu. İşte sırf bu nedenle yazılanları okuyup etkilenmemeyi tercih ettim. Hem zaten sinema dediğin, eğlenmek ve keyifle vakit geçirmek için gidilen bir yer değil midir?  

Nihayet haftalar sonra, uygun bir seansa ve film izlemeyi sevdiğim en arkadan bir sıra önde yer bulup bilet almıştı Emirim, heyecanla Cevahir’in yolunu tuttuk. Ben sürekli neden İstinye Park’a gitmediğimizi sorgularken bana “darılma ama ben arkadaşlarımla gitmiştim, seninle bir kez daha izleyeceğim” dediğinde üzüldüm, ama teknolojinin içinde dolaştığı için bana rahat izleme şansı veren bir sinemaya götürdüğüne de ikna oldum. Gerçekten de Cevahir Megaplex’in kırmızı, ortası alengirli üç boyutlu gözlükleri sayesinde baş ağrısı vs hissetmeden keyifle izledim filmi. Beklentim yoktu, aşağı yukarı ne göreceğimin ipuçları verilmişti aylar önce. Ama bu kadar keyifle izleyeceğim bir “dijital masal” da beklemiyordum. Renkler, detaylar, yaratıklar, makineler, karakterler hepsini sevdim. Filme veryansın edenler, beğendikleri filmleri 86 kere izleyebilenler neden Pocahontas tadında bir dijital masalı daha izleyememişlerdi acaba.

Filmde tek içime sinmeyen nokta; proje yöneticisi profesör kadının fosur fosur sigara içmesiydi. 2200 lü yıllara yaklaşılır, teknolojinin zirvesine varılır ama bilim adına gözünü budaktan sakınmayan, doğa aşığı kadın ortalığı dumana boğarak dolaşır sahnelerde. İşte tam burada sigara lobileri devreye giriyor ve Cameron’a yıllarca beklediği maddi desteği veriyorlar. Böylece çoluk, çombalak gidilen sinemada, örnek insan olarak alkışlanacak profesör neredeyse kulağından duman çıkartarak dolaşır. İşte her şey içime sindi de bir buna takıldım kaldım ben. Son yıllarda zaten filmlerin en büyük destekçilerinin sigara lobileri olduğu biliniyor. Dikkat edin pek çok dizi filmde de sigara baş rolde. Hatta şimdilerde TV kanallarında anlamsız buğulama tekniğiyle yok edilmeye çalışılıp film keyfimizin de içine ediliyor. Mad Men dizisinde sigara içmeyen kimse yok neredeyse. Çok rica ederim çıkıp da bana “ama o zamanları gerçekçi anlatıyorlar vs” demesin. Sigara içilmeden de çok güzel anlatılabilen dönem filmleri olmuştur.

Sigara lobileri hakkında çok şey biliyorum, çünkü bir zamanlar bu şeytanların içinde görev almıştım. Açık hava organizasyonu, sportif aktivite diye yutturmadık mı yıllarca insanlara Camel Trophy ile markayı. Marlboro boşuna mı sahiplendi yıllarca Formula yarışlarını. Sağlık kurulları gırtlaklarına çöktükçe, daha kolay zarar verebilecekleri film piyasasını keşfettiler. Ürün yerleştirmenin daniskasını yapıyorlar. Sigara sevdalıları pek kızacak okuduklarına ama gerçek bu dostlar, Şimdi bir de bu gözle izleyin bundan sonra filmleri dizileri, bakalım neler fark edeceksiniz.

NOT: Nette biraz arama yaptığımda bu konuya takılanın sadece ben olmadığımı da gördüm. Linkleri aşağıya ekledim. Tartışmalar unutulup gidecek tabii, her zaman olduğu gibi “Para konuşuyor”. Yazık…

http://www.prwatch.org/node/8805

http://virginiahughes.com/2010/01/04/botany-of-avatar/ http://www.worstpreviews.com/headline.php?id=16300

http://www.avatar-movie.org/photo/6470991/thread/3572955/Why+is+Sigourney+Weaver+smoking+in+Avatar%3F

Görsel   http://jade7163.wordpress.com/   adresinden alınmıştır. .


İncir çekirdeğini doldurmayan hayatlar …

OzguNamal Dün sabah “İncir Çekirdeği” isimli filmi izledim. Genelde izlemekten kaçındığım türde konusu olduğu için epey ürkerek gittim. Mardin’de yaşayan bir ailenin dramını anlatan filmin, yönetmeni Selda Çiçek’in ilk filmi olduğu için hoşgörüyle izlemeye çalıştım. Bazı sahnelerde hep kafası karışmış ve “böyle kalsın” demiş hissine kapıldım nedense. Özgü Namal’dan alabileceğinin fevkinde oyun alabilecekken o küçük dev kadın sıradan bir oyun vermişti. 2007 yapımı Mutluluk’taki oyununu bildiğimden bu kadar rahatça eleştirdim. Bana göre Onur Dikmen’in oynadığı köyün delisi İbrahim karakteri ve Nalan Başaran’ın canlandırdığı Hala karakteri en ilginç oyunculuklardı. hala Suham’ı canlandıran oyuncuyu seslendiren kişi daha başarılı olsa, sanırım küçük kızın duru oyunu daha da öne çıkabilirdi. Tabii Cemile rolündeki Derya Durmaz yine çok iyiydi, ama hep birşeyler daha bekledim. Uzun yıllar önce, rahmetli Metin Erksan’ın bir trenin kompartmanlarında koşan adamını dakikalarca izleyip, içi daralmayan ben, bazı sahnelerdeki uzun bakışlarda epey daraldım. Mardin’in doğal set görüntüsünden yoğun olarak yararlanılan filmde, yöredeki ilginç kadın hayatları işlenmiş. Bir sahnede “bu kadınlar hep gidiyor (ölüyor) durduramıyoruz” cümlesi içimi acıttı.  ibrahim Yöre insanının sorunları, yoksunlukları satır aralarına sıkışmış olarak geçiveriyor gözünüzün önünden. 6 Kasımda gösterime girecek filmin müziği Özgür Yalçın – Serkan Alkan ikilisinin imzasını taşıyor. Filmin web sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.


Tribute to MJ : This is it …

this-is-it1Bu akşam yine dostlarla vakit geçirip, keyifle sohbet edip, sonrasında da sevgili Duygu Kutlu ve Warner Bross’un konuğu olarak Michael Jackson’ın “This is it” adlı filmini izledim. ” This is it” MJ’in ölümünden önce  hazırlandığı,  son konser dizisinin provalarından oluşturulan bir belgesel. Dünya ile aynı anda gösterime giren ve sadece iki hafta gösterimde kalacak bu muhteşem film beni çok etkiledi. Bir anda, sanki bütün ömrümü yeniden yaşadım film boyunca. Michael Jackson; çocukluğum, gençliğim, anneliğim ve günümüz. Jackson 5 ile tanıyıp sevdiğim bu ateş parçası çocuk, yıllar içinde görüntüsünü tepeden tırnağa değiştirse de, müziğiyle hep kalbimdeki yerini korudu. this-is-it
Yıllar önce Diana Ross’a benzeme hayaliyle çıktığı estetik yolculuğunda geldiği noktada, bir yaratığa benzemesine rağmen kendinizi müziğine kaptırıp, danslarıyla mest oluyorsunuz. Bir müzik devinin nasıl çalıştığını, devasa sahnelerde o muhteşem konserlere nasıl hazırlandığını, ne kadar titiz ve kırılgan olduğunu, hemen her sahnede hayranlıkla izleyebilirsiniz bu filmde. Ekibiyle uyumu, mükemmellik takıntısı, olağanüstü enerjisi ve tabii o müthiş yeteneği.
Filmin başında dansçıların seçimi için başvuran gençlerle yapılan röportaj gözlerimi yaşlarla doldurmaya yetti. Bu garip, ama olağanüstü yetenekli adam dünya üzerinde ne kadar çok kişinin hayatına değivermişti müziğiyle. Beat it, Thriller, Bille Jean, Smooth Criminal, Heal the world, History … Bu melodilerle büyüyenleriniz, dans edenleriniz, aşık olanlarınız vardır mutlaka. Kaçırmayın bu filmi, bir an önce izleyin. Sadece 15 gün gösterimde kalacak. Bütün dünyada aynı şekilde gösterime giren bu filmle ilgili bilgilere buradan, MJ’in müziklerini toplu halde bulabileceğiniz linke de şuradan ulaşabilirsiniz.
İyi seyirler…


Hayal et! Hak et! Yaşa! Ve Fame …

Bu sabah erken saatlerde Cinebonus GMall’da bir öngösterime davetliydim. İtiraf etmeliyim ki, 80 de Alan Parker yönetiminde çekilen Fame’den sonra pek de eğlenerek izleyeceğimi sanmıyordum. Hem merak, hem de Emir’e olan özlemim belki ona benzeyen yetenekli gençleri izlersem azalır diye düşünerek gittim. Az sayıda sinema eleştirmeniyle ve huzurla izledim filmi.  fame poster1 Fame yarın vizyona giriyor, mutlaka vakit ayırıp izleyin, çocuğunuz, yeğeniniz, değer verdiğiniz öğrenci bir yakınınız varsa ona da izletin. Hem göze, hem kulağa hitap eden çok hareketli, hemen her sahneyi benim gözyaşlarıyla izlediğim, ama sizlerin de tüyleri diken diken izleyeceğiniz bir film Fame. Müzik ve danstan hoşlanmayan birini bile, oturduğu yerde ritm tutmaya zorlayacağından eminim. Haloween partisinin olduğu sahne ve mezuniyet töreni sahnesindeki gösteriler olağanüstü. Sanırım filmi bir kez daha izleyeceğim. Fame Halloween show1
Film süresince,  bir daha dünyaya gelirsem kimsenin bana engel olmasına izin vermeyeceğimi düşündüm. Yeteneğimin köreltilmesi yerine geliştirmeye ve daha mutlu biri olmaya karar verdim. Finale doğru genç oyuncu Kay Panabaker‘ın söylediklerini bir kağıda yazıp saklayacağım. “Başarı kendini iyi hissetmektir. Başarı işini severek yapmaktır. Başarı keyiftir.”
Oyuncuların çoğunu dizilerden ve pek çok filmden hemen hatırlayacaksınız. Gençlerin tamamı kariyerinin bir yerlerinde zaten müzikle ve dansla uğraşanlardan seçilmişler. Aralarından bir kaç tanesini önümüzdeki yıllarda başrollerde göreceğimden eminim.
Soğuk ve disiplinli dans öğretmeni Ms. Kraft rolünde Bebe Neuwirth var. Onu Fraiser, Cheers ve son zamanlarda Law & Order: Trial by Jury dizilerinde canlandırdığı ilginç karakterlerden hatırlayabilirsiniz. Gerçek bir dansçı olan sanatçının yaşına rağmen vücuduna inanamadım. Bir diğer öğretmen Ms. Fran Rowan’i, egzantrik rollerin kadını  Megan Mullally canlandırıyor. Will & Grace dizisiyle gönlümde taht kuran bu ufak tefek kadının, yetenekli bir komedyen olması yanında müthiş bir sese sahip olduğuna da Fame filminde tanık oldum. Sanırım Will & Grace dizisindeki cırtlak sesli Karen yanılttı beni 🙂 Öğrencilerine sanatlarını öğretirken, hayatlarına da dokunan drama öğretmeni Mr. James Dowd rolünde Charles S. Dutton var. Dutton’ın yaşam öyküsü sanki filmdeki Malik’in öyküsü gibi. Genç yaşta yolu islahaneye düşen, ama sonra Yale’de okuyan sanatçıyı, My Name is Earl ve House M.D gibi dizilerde canlandırdığı yardımcı rollerden hatırlayacaksınız. Ve işini cidiye alan piyano öğretmeni Mr. Martin Cranston rolünde, Fraiser dizisinin efsanevi oyuncusu Kelsey Gramer var. Bir çok kişinin katlanamadığı, ama benim çok sevdiğim bir diziydi ve uzun yıllar sürmesiyle de ünlenmişti. Tabii o tiplemenin Cheers dizisiyle ortaya çıktığını hatırlatmakta da yarar var 🙂 Gençleri de filmin linkinden tarar bulursunuz artık 🙂  Kelsey Gramer
Film bitince uzun süre kalkmadım yerimden ve oğlumu düşündüm, onun için dua ettim. Uzun uğraşılarla kazandığı bursla okuduğu Berklee‘den alnının akıyla mezun olmasını diledim. Bu kadar duygusallık yeter.
Bu filmi de listenize alın, mutlaka izleyin, pişman olmazsınız.

Detaylar için : http://mugecerman.posterous.com/fame-yllar-sonra-yeniden


Taking Woodstock 16 Ekim’de sinemalarda…

12 Ekim pazartesi sabahı güne güzel bir film izleyerek başladım. D Productions tarafından gerçekleştirilen öngösterim daveti geldiğinde, film hakkında hiç fikrim yoktu. Yolladıkları bülteni ve linkleri inceleyerek epey bilgi sahibi oldum.
Taking Woodstock 2 Film gerçek bir hikayeden yola çıkarak çekilmiş. Beni en etkileyen yanı o muhteşem organizasyonun alt yapı hazırlıklarıydı. Gerçi filmde bu kısımlar oldukça hafif geçiştirilmiş ama eminim kalabalık etkinlik düzenleyen herkes filmi izlerken aynı duyguya kapılacaktır. Taking Wodstock Böyle büyük bir etkinliği düzenlemek, o ekibin içinde yer almak, katılımın beklediğinden fazla olması karşısında heyecanlanmak, olumsuz hava koşullarına rağmen her anı eğlenceye çevirebilecek konuklar… özetle müthiş bir olayın parçası olmak. 1995 sonu ve 2001 yılları arasında, böyle müthiş etkinlikler düzenleyen bir ekibin parçası olmakla hep gurur duyuyorum. Camel Trophy seçmeleri, H2000, Prodigy, Garbage ve daha nice konserler, 6-7 bin kişi katılımlı şirket piknikleri, Off-Road yarışları, Beach Soccer etkinlikleri gibi bir sürü müthiş organizasyon. Hepsinde yürek çarpıntısı hissettiğim zamanlar oldu. H2000 sırasında yağan yağmura rağmen, oğlum da dahil gözleri ışıldayan gençleri görmek eminim tüm ekibin çektiği çileleri unutturmuştur. 9 Haziran gibi bir tarihte yapılacak piknik öncesi, günün erken saatlerinde başlayan Nuh Tufanı kıvamındaki yağmura rağmen gelen, gösteri çadırında binbeşyüze yakın konuktan “hiç bu kadar eğlendiğim bir piknik olmamıştı, iyi ki yağmur yağmış” cümlelerini duymak inanın pek çok şeye değerdi. Tanıdığım öğrencilere hep böyle işlerde yarım zamanlı çalışmalarını öneriyorum. Kalabalıklar içinde  çözeceğiniz sorunlar ve alacağınız teşekkürleri pek çok şeye değişmeyeceksiniz. Taking Woodstock 1 Filmde konser alanını gençlere kiralayan oyuncunun bir cümlesi hatırlattı bunu, sorun olup olmadığını soran gence verdiği cevap hemen hemen şöyleydi “sorun mu ne sorunu, iki gündür bana edilen teşekkürü ömrümce görmedim bu kasabada, gençler ne kadar mutlu baksana”
Film ile ilgili pek çok eleştirmen ve blog yazarı uzun uzun yazacaklardır. Ben sadece bana hissettirdiklerini yazmak istedim. Firmadan gelen basın bültenini paylaştığım posterous yazımdan detaylara ulaşabilirsiniz. Oyuncuların hepsi çok başarılı, başrollerdekilerden hiç de aşağı kalmayan, hatta bazen onlardan oyun çalan yan rollere de dikkat derim.
Bir de önemli not eğer çıplakla, homoseksüel ilişkilerle ve siyonizmle ilgili takıntılarınız varsa bu filme giderken hazırlıklı olun. Yönetmen çok ustaca işlemiş olsa da homofobik olanları, çıplak insanlardan rahatsız olanları huzursuz edecek sahneler var.


Kardeşinize böbreğinizi verir misiniz?

Salı akşamı Warner Bros’un ön gösterimindeydik dostlarla. Bu kez film hakkında bir linke bakmadan izlemeye karar verdim. İyi ki de öyle yapmışım. Yoksa konuyu okuyup, bu güzel ve anlamlı filmi izlemekten drama olması nedeniyle vaz geçebilirdim. Organ bağışı konusunun her an gündemde olması ve aklı başında her birey tarafından desteklenmesi gerekirken, ülkemizi karanlık günlere götürmeye çalışan yobazlar nedeniyle, her geçen gün darbe alan oluşumlara biraz da olsa yardımı olacaktır bu filmin. Hiç olmazsa her izleyeni sarsıp, ummadığı bir anda, kendinin ya da bir sevdiğinin başına böyle bir şey gelebileceğini anlayacaklar.    my sister

Gelelim filmle ilgili notlarıma. My Sister’s Keeper/Kız Kardeşimin Hikayesi filminin en önemli rollerinden birinde; Alec Baldwin ve Joan Cusack’ten, birlikte oynadıkları hemen her sahnede oyun çalabilen Abigail Breslin var. Hani şu “Little Miss Sunshine” ile Oscar’a aday olan küçük kız. Hasta abla Kate rolünde ise “Medium” dizisinde evin büyük kızını oynayan Sofia Vassilieva vardı ve oldukça başarılıydı. Her filminde hasetle izlediğimiz Cameron Diaz’ın nihayet boyunca çocukları olan bir anneyi canlandırması da pek hoştu, haince keyif aldım. Jason Patrick ailenin babasını oynuyor ve bana göre her zamanki sıradan oyunuydu. Kate’in kanser hastası sevgilisini oynayan Thomas Dekker‘i ise CNBC-e de gösterilen The Terminator-Sarah Connor Chronicles dizisindeki John Connor rolünden hatırlayacaksınız. Karizmatik ve hırslı avukat rolünde filmin acısını azaltan hınzır oyunculuğuyla Alec Baldwin yine çok başarılı. Joan Cusack ise kızının ölümüyle hayatında büyük yıkımlar olmuş bir hakimi canlandırıyor, o da hem duygusal hem de çok esprili bir oyun vermiş. Filmi izlerken bir anne olarak çok zorlandım, itiraf ediyorum çok da gözyaşı döktüm. Annelik zaten hep tercihlerden oluşan bir görev, ama böylesi bir tercih yapmak zorunda kalmasın hiç bir anne. Daha fazla ipucu vermeden sizlere filmin linkine buradan ulaşabilirsiniz deyip çekiliyorum.


Catch The Train…

Bu akşam uzun süredir izlemediğim kadar hızlı tempolu bir film izledim.
The Taking of Pelham 1 2 3… Uzun yıllar önce aynı isimle izlediğim filme göre teknikler ve kamera oyunları daha fazlaydı tabii, ama oradaki Walter Matthau performansı unutulmazdı.  travolta
Silahlı bir grubun bir banliyö trenindekileri rehin alması üzerine kurulu olarak özetleyebileceğim filmde; Tony Scott’ın alışılmış kamera hareketleri ve görsellik yine ön plandaydı. Karakterler ustaca seçilmiş, olay örgüsü dantel gibi işlenmiş, son teknolojilerle çekilmiş araba sahneleri de eklenince oldukça keyifli bir seyirlik ortaya çıkmış.
Başrollerdeki Denzel Washington ve John Travolta çok da zorlanmadan rollerini yapmışlar sanki. Travolta’nın, FaceOff ve Swordfish’teki performansları daha başarılıydı diyebilirim. Yan rollerde de ünlüler resmi geçidi var. John Turturro polis arabulucusunu ve Luis Guzman da soygunculardan birini canlandırıyor. Bu ikili Anger Managment’ta yine birlikteydiler. James Gandolfini ise NewYork’un efsane belediye başkanı Rudolph Giuliani’yi gerçeğine çok yakın olarak canlandırıyor. Gerilim dozu ustaca ayarlanmış filmde, bir kaç yerde şirin sayılabilecek espriler de var.  denzel Spoiler olmasın izlerken fark edersiniz. Bu film vizyona girince izleyin. Sountrack albümünü listeme aldım bile soundtrack linkine şuradan, filmin orijinal web sitesine de şuradan ulaşabilirsiniz.
İyi seyirler.


Sayfalar:123456789