:::: MENU ::::
Browsing posts in: Sinema

J.Edgar

Çarşamba sabahı Warner Bros’tan Duygu Kutlu’nun davetiyle J.Edgar filmini izledim. 

Clint Eastwood’un yönetmenliğindeki J.Edgar; dönem filmlerini ve biyografileri sevenler için güzel bir kaynak. İzlerken ülkemizde yaşanan HerYereKon davalarına da farklı gözle bakmanızı sağlayacak sahneler var.
1920 lerden başlayarak Amerika’da Federal Büro’nun kurulmasında etkin rol oynayan ve 48 yıl gibi rekor sayılacak sürede 8 başkan eskiten (bir kaçının ortadan kaldırılmasında önemli payı olan) bir efsanenin hikayesi bu film. Amerika’nın paranoyak zihniyetinin kökenini anlamanıza da yardım ediyor. Annesine olan hastalıklı tutkusu, annesi nedeniyle baskı altında tutmak zorunda kaldığı eşcinselliği, sinsiliği,hırsları ve ürkütücü paranoyasıyla garip bir karışım J.Edgar. Di Caprio sevdiğim bir oyuncu değildir, filmlerini izlemek için özel bir çaba da harcamam genellikle. Fakat bu filmde gerçekten takdir ettim, ağır makyaj ile yaşlandırıldığı sahnelerde de gerçekten etkileyiciydi. Dame Judi Dench yine harikalar yaratıyordu anne rolünde. Filmde çok sayıda ünlü oyuncu değişik dönemlerde çıkıyorlar karşınıza. Kostümleri, çevre düzenlemeleri, müzikleri filmin uzunluğunun yoruculuğunu azaltıyor.
Sian Grigg ve Duncan Jarman’ın Di Capprio’nun yaşlandırılmasındaki emekleri kesinlikle ödüllükmüş. 2 mart cuma günü gösterime girecek bu filmi de izlenecekler listenize ekleyin.


Jack & Jill


Bugün gösterime giren Jack&Jill eğlenceli bir film. Geçen salı öngösterimde izlediğim filmde, zaman zaman bazı kaba espriler de olsa kahkaha attığım çok sahne vardı. Adam Sandler tayfasının, neredeyse tam kadro yer aldığı filmde o kadar çok şeyle dalga geçilmiş ki hangini anlatsam bilemedim. Bu havada yapılacak en keyifli işlerden birini yapıp sinemaya gidin ve filmi izleyin.
Al Pacino’nun; diğer filmlerde oynadığı karakterleri karikatürize etmesi oldukça eğlenceli.

Jill karakterinde Sandler iyi iş çıkartmış ama, bana göre bu güne dek izlediğim erkek oyuncuya yapılan kadın makyajlarının en başarılısı Robin Willams/Mrs. Doubtfire olmuştur. İkinci sırada da Dustin Hoffman/Tootsie var.
Katie Holmes “ne işim var burada” tadında bir oyunculuk sergiliyor.
Çok sayıda ünlünün konuk oyuncu olarak boy gösterdiği bir eğlencelik bu film.
Sonlara doğru çıkıp Monica rolüyle ortalıkta salınan David Spade beni yine eğlendirmeyi başardı.
Filmin sonunda aklımdaki tek düşünce, bu kadronun çekim süresince ne kadar eğlenmiş olduklarıydı.
Film hakkında detaylara BURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.
Mrs. Doubtfire görseli; http://www.forgottenadvertisements.wordpress.com , David Spade/Monica görseli de http://www.justjared.buzznet.com adresinden alıntıdır


Underworld Awakening sinemalarda

Bu hafta gösterime giren bir filmden Underworld Awakening‘den söz etmek istiyorum sizlere. İlk filmi; oğlum Emir’in arşivinden DVD olarak izlemiştim. Benim pek de hoşlandığım bir film türü olmamasına rağmen, oyuncuları olan Serendipty filmiyle sevdiğim Kate Beckinsale ve Felicity isimli dizide tanıyıp sevdiğim Scot Speedman sayesinde katlanmıştım.
Underworld Awakening için sevgili Duygu Kutlu’dan öngösterim daveti gelince bir durup düşündüğümü itiraf etmeliyim. Sonra IMAX ve 3D deneyiminin aklımı çeldiğini de eklersem öngösterimi heyecanla beklediğimi anlayabilirsiniz.
Hep yazıyorum ve söylüyorum, sinema benim için bir eğlencedir. İzlediğim filmleri eleştirmek için değil eğlenmek için izlerim. Bu filmi de merakla izledim ve etkilendiğimi belirtmeliyim.
Film RED Epic kameralarla çekilmiş. Bu kameraların olağanüstü 5K (5 bin) çözünürlüğü HD’nin yaklaşık beş katı imiş. Imax sinemada 3D izlemek oldukça ilginç bir deneyimdi benim için. Tamam kabul, çok vahşi sahnelerde gözümü kapadım itiraf ediyorum.  
Oyuncu seçimi bana göre gayet başarılıydı; hatta Denek 2 rolündeki India Eisley ile David rolündeki Theo James’i bir yerlere not edin derim. Bir zamanların muhteşem Juliet’i Olivia Hussey’in kızı olan India; oyunculuğunu geliştirirse, gelecekte aksiyon filmlerinde Kate Beckinsale ve Milla Jovovich’in tahtına oturacaktır. Theo James’in ise oyunculuktan yana gelişimini tahmin etmem zor, fakat görsel açıdan yabana atılmayacak bir yakışıklı.
Filmin başında ilk üç filmin kısaca özetinin yapılması da diğer filmleri izlememiş olanların bile bu filmi izlemesini kolaylaştırıyor.
Bu hafta değişik bir deneyim yaşamak istiyorsanız, Underworld Awakening’i izleyin. Filmin keyfini çıkartmak isterseniz IMAX olarak izlemenizi öneririm.
Ve sevgili Mars/Cinebonus ekibi; sizden rica ediyorum, en az bir sinemanızı IMAX yapın da, bir an önce İstinye Park eziyeti çekmekten kurtarın bizi.
Film hakkında detaylı bilgiye BURAYA tıklayarak ulaşabilirsiniz


New Year’s Eve – Yılbaşı Gecesi

Yılın son günlerinde garip şekilde zorlanıyoruz çoğumuz. Maddi-manevi baskılar, sağlık sorunları, işyerinde huzursuzluklar, çiftler arasında gerginlikler… Daha çok madde eklenebilir tabii, hem benim hem de yakın çevremdeki dostlarımın çoğunda karmaşık bir ruh hali var. Bir yandan bu denli zorlanırken diğer yandan da yeni bir yıla başlayacak olmanın heyecanı var içimizde.  
Kış mevsimini sevmem ama yılbaşı coşkusunu çocukluğumdan beri severim. Vitrinlerin süslenmesi, kokinaların ve Atatürk çiçeklerinin boy göstermesi, şimdilerde belediyelerin büyük meydan ve caddelere yaptığı ışıklandırmalar bazılarınıza saçma gelse de beni mutlu ediyor.
Warner Bros’tan sevgili Duygu Kutlu’nun davetiyle izlediğim “Yılbaşı Gecesi – New Year’s Eve” tam da bu karmaşık ruh halime iyi gelen bir film. Kahkahalarla gülerken gözyaşlarıma engel olamadığım duygusal anlar yaşatan bir film. Görüntüler, oyuncular, müzikler size pek güzel vakit geçirtecek. Sinemaya gitmek benim için eğlence anlamı taşır bunu hep yazarım, filme olağanüstü beklentilerle gitmezseniz, gayet güzel eğlenir, gününüze daha güzel devam edecek bir ruh haline bürünürsünüz.
New York City’nin başrolde olduğu; Michelle Pfeiffer, Katherine Heigl, Sarah Jessica Parker, Hilary Swank, Sofia Vergara gibi ünlü kadın oyuncuların zaman zaman birbiriyle kesişen hikayeleri, Hale Berry ve Alyssa Milano gibi isimlerin kısacık da olsa diğerlerinden rol çalmaları, her filmde daha ustalaşan genç oyuncu Zac Efron, Ashton Kutcher, Josh Duchamel ve tabii Jon Bon Jovi gibi yakışıklı oyuncuların görüntüleriyle de şenlenen bu filmi kendinize armağan edin. Yeni bir yıla daha umutlu, daha heyecanlı ve daha neşeli başlayın. Minik minik de olsa sürprizli sahnelerin keyfini kaçırmamak için fazla anlatmıyorum. Detay isterseniz ŞURAYA tıklayınız.
Hepinize iyi seneler

 


Sherlock Holmes 2 Macera Devam Ediyor

13 aralık sabahı Sherlock Holmes The Game of Shadow filminin öngösterimine davetliydim. Erkenden hazırlanıp yollara düştüm. Cinebonus Maçka GMall ulaşımı ters, ama her zaman sevdiğim salonlara sahip bir mekandır. Havanın olağanüstü güzel olmasına, merak ettiğim bir filmi izleyecek olmanın verdiği heyecan da eklenince neredeyse uçarak ulaştım sinemaya. Leziz ikramlardan atıştırıp salona girmeye hazırlanırken sevgili Funda Şenİ gördüm ve birlikte izledik bu heyecanlı filmi.  
İlk filmi görenler için hatırlatmaya gerek yok ama görmemiş olanlar mutlaka videoları izleyip gitsinler, böylece bazı hınzır esprileri daha rahat kavrayabilirler.
Guy Ritchie, Robert Dawney Jr. ve Jude Law müthis bir ekip, bu ekibe, Fringe izleyicilerinin, kötü adam David Robert Jones rolüyle aşina oldukları Jared Harris‘i ve A Fished Called Wanda’nın unutulmaz isimlerinden Stephen Fry‘ı ekleyin, alın size muhteşem bir karışım. Arada çok sayıda ilginç tipleme var tabii, ama benim en çok ilgimi çeken oyunculuklar bunlardı. Robert DJ yine olağanüstüydü bir dönem yaşadığı uçuk kaçıklıkların performansına olumlu katkıda bulunduğunu düşünmek için haklı nedenlerim var 🙂 Jude Law ise Watson karakterinin tam hakkını veriyor ve diğer uygulamalarda geri plana itilen bu kişiliği onurlandırıyor da diyebilirim. İki erkek arasındaki ilginç hissiyatı yoğun algılayabileceğiniz sahneler, hemen arkasından gelen aksiyon sahneleriyle zekice dengelenmiş.
Görsel efektlerle zenginleştirilmiş, başdöndürücü hızla ilerleyen ve tabii en önemlisi arka planda Hans Zimmer‘in sizi filmin içindeymiş gibi hissettiren müthiş müzüiğyle akıp giden bir macera yaşayacağınızın garantisini verebilirim.
Sinema eleştirmeni değilim, her zaman belirtirim; sinema benim için bir eğlence. İzleyeceğim her filmde eğlenmenin bir yolunu bulurum. Gitmeden önce beklentiye girmem. Sinema çıkışı vızıldanma katsayınızı azaltmanın da yolu budur. Özetle, gidin bu filmi izleyin, usta oyuncuların, müthiş müziğin özellikle Ciganski Baroni’nin kıvrak ritmlerinin keyfini çıkarın.


Arthur Christmas veya Hediye Operasyonu


Kasım ayının son günlerinde bir sabah yüzümde kocaman bir gülümsemeyle izledim Hediye Operasyonu olarak isimlendirilen filmi. Çizgi filmlerde üç boyut ne kadar keyif veriyorsa ucuza kaçılan dublaj da o kadar keyif kaçırıyor. Seslendirmeye takılmayıp izlemeye çalıştım.

Bir gecede bütün dünyadaki çocuklara nasıl dağıtıyor o hediyeleri diye düşünür çok sayıda çocuk eminim. İşte Hediye Operasyonu bu soruya cevap veriyor sizin yerinize.Tabii teknoloji çağının çocuklarına anlayacakları dilde seslenirken işin duygusal yönünü de atlamamışlar.

Çocuklarınızla hoş vakit geçirerek izleyeceğiniz bir film. Gösterimde olan sinemalardan birinde izlemenizi öneririm.


Üç şekerli insanlar… Dedemin İnsanları


Bu sabah Çağan Irmak’ın yeni filmi “Dedemin İnsanları’nı izledim. Hissedeceklerinizi etkilememek adına fazla birşey yazmak istemiyorum. Filmin konusuna, fotograflarına, fragmanına internetten kolayca ulaşabilirsiniz.

Kökleriniz nereden olursa olsun bu filmi izleyin, özellikle benim gibi bir yanınız suyun öte tarafına aitse mutlaka izleyin. Muhteşem oyunculuklarla, tadı damağınızda kalacak görüntülerle bezenen bu filmle; suyun ayırdığı iki yakanın güzel insanlarına çektirilen acıların tanığı olun. Aynı dönemleri anlatan Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı kitabını da okudunuzsa ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

Hırstan gözü kararmış insan müsveddelerinin, politik oyunlarla birbirinden ayırdığı iki yakanın güzel insanlarını tanıyın. Kaybettirilmeye, yok edilmeye çalışılan sevgi, dostluk, arkadaşlık, komşuluk, kadir bilirlik, yardımseverlik gibi duyguların yeniden keşfedileceği bir yolculuğa çıkın.

Kirli amaçlar uğruna kardeşi kardeşe kırdıranları hatırlayın. Her parçası ayrı güzel bu topraklarda; huzur, dostluk ve sevgiyle yaşamayı öğrenmemiz gerek.

Dostluğun, sevginin, yardımlaşmanın daha çok yer alacağı bir dünya hayalinizden vazgeçmeyin, genlerinizde var biliyorsunuz, aynı topraklarda yıllarca keyifle yaşayan, komşusu açken yemek yiyemeyen, “olan var olmayan var” diyerek gösterişten kaçınan o güzel insanların, güzel atlara binip uzaklara gitmediklerini, içimizde bir yerlerde olduğunu hatırlayın ve hatırlatın.

Filmi izlerken sıkça duyacağınız “Üç şekerli insanlar” dan olun, hayata farklı yerlerden bakmayı deneyin. Topraklarını terketmek zorunda kalan, güzellikleri ardında bıraktığını düşünüp üzülenlere gülümseyerek dostluğunuzu vermeye çalışın.

Teşekkürler Çağan Irmak ve emeği geçen herkes, “Bizim İnsanlarımız” ı hatırlattığınız için, yine ağlarken güldürüp, gülerken ağlatabildiğiniz için.


İki ürün, bir film, iki toplantı…

Uzunca süredir canım yazmak istemiyor. Altyapısını hazırladığım ve kenarda bekleyen ona yakın yazı var, elbet içimden gelecek yine yazmak. Bu yazıyı da, epeydir anlatmak istediğim iki başarılı ürün nedeniyle yazdım, araya da bir film ve katıldığım iki toplantıyı ekleyiverdim.

Ürünlerden ilki; mayıs ayında ben evde yokken gelen, temizlik günü olduğu için teyzem tarafından özene bezene bir dolabın dibine saklanan ve haziran sonunda tekrar hatırlayana kadar haberim olmayan Dettol El Yıkama ürünü. Çok şık bir ambalajla ulaştırılan ürün kutusu içinde kartvizit vs olmadığı için bu yazıyla yollayanlara da teşekkür etmiş olayım. Annemin alzheimeri nedeniyle ellerini yıkadığından ve temizlediğinden emin olabilmek için özel içerikli sıvı sabun kullanıyorum. Dettol’ü kullanana dek, hemen hepsi elimde kuruluk hissi bırakan ürünlerdi. Paketten çıkanı kullanıp bitirdikten sonra, rengine de hayran kaldığım Dettol Nemlendirici Salatalık Özlü olanı kullanmaya başladım, emin olun el kremi ihtiyacım iyice azaldı. Teşekkürler Dettol, bir de refilin bütün marketlerde olsa tadından yenmeyeceksin.
İkinci ürün Fairy Bulaşık Deterjanı; tanıyanlar bilirler cildim alerjik olduğu için eldivensiz bulaşık deterjanı kullanmam. Alaaddin Adworks ekibi ürün tanıtım toplantısına davet ettiğinde tereddüt etmedim desem yalan olur. Sonra dostları görüp, yeni insanlar da tanıyacağımı düşünerek ürüne bir şans vermek için yollara düştüm. Biri mekan sahibi Serkan Bozkurt diğeri Mehmet Özer iki ünlü şef tarafından karşılanmak, dostlarla sohbet etmek, usta şef Mehmet Özer’in pişirme sırlarını öğrenmek, yeni dostlar edinmek ve bir sürü de kahkaha atmak çok iyi geldi. Fairy testini izlerken yağ kırma özelliğine bayıldım, yemek sonrası sevgili Fundalina ve Hasan Üstadın tabaklarını yıkayıp ürüne onay vermeleri de çok hoştu. Eve dönünce, önce bize armağan olarak verilen Fairy sıvı bulaşık deterjanını denemeye başladım. İki hafta deneme sonunda ellerimde en ufak bir kızarma ve kaşınma olmaması bir yana; yağ sökücü temizlik gücü ve yıkanan nesneden çabucak durulanmasını takdir ettim. Ellerimde kuruluk hissi de yaratmaması beni epey şaşırttı. Bulaşık makinesi için olan tabletler de gayet başarılı. Ben de, teyzem de tabakları makinaya koymadan önce sudan geçirdiğimiz için beklemiş leke temizleme konusunda iddialı bir laf edemem, ama bardaklarda leke bırakmaması önemli detay. Sıvı deterjan olarak diğerlerinden fazla fiyat farkı olmaması da Fairy kullanmaya devam etmemi kolaylaştırdı. Teşekkürler Fairy ve Alaaddin AdWorks ekibi.

D Yapım’dan İyi Günde Kötü Günde filmi için önizleme daveti geldiğinde uzun zamandır sinemaya gitmediğimi fark ettim. Eleştirmenlerle film izlemek beni kasıyor olsa da konusu ve oyuncuları eğlenceli bir film hissi verdiğinden belirtilen gün ve saatte gösterimin yapılacağı sinemadaydım. Tanıdıklarla selamlaşıp, salondaki yerimi aldım. Uzun zaman ara verince yüzümü unutmuş olan değerli eleştirmen bey “telefonunuz kapalıdır değil mi” diye sorunca yüzüme en güzel gülümsememi yerleştirip kibarca cevap verdim. İtiraf edeyim hınzır bir cevap vermek için yanıp tutuştum ama tuttum çenemi 🙂 Film güzel vakit geçirmek için iyi bir seçim, oyuncu kadrosu fena değil, performanslar da öyle. Canım eğlenmek istediği için, eleştirmen beye aldırmayıp birkaç yerde kahkaha bile attım. Canınız sıkıldığı bir günde izleyin, keyfiniz yerine gelsin.
Milliyet gazetesi reklam bölümünde çalıştığım ve Teknoloji sayfalarını hazırladığım dönemde tanıdığım sevgili Elif Duru Gönen’den; PerYön sponsorluğunda SHRM2011 toplantıları yansımalarının paylaşılacağı konulu davet gelince pek mutlu oldum. Uzun zaman sonra Elif Duru Gönen ile yeniden karşılaşmak, sohbet etmek, yeni insanlar tanımak hoştu. Elif Duru Gönen’in anlatımıyla Zappos CEO su Tony Hsiesh’ ın fikirlerini dinlerken, Zappos ekibinde olmak istediğimi de itiraf edeyim.

İkinci toplantı ise 3 yıldır özenle yürütülen Capitol Dilek Ağacı Projesi’nin paylaşıldığı toplantı oldu. Sevgili Yeşer’in daveti üzerine katıldığım toplantıda; Sanal Mutfak Mert ile sohbet etmek ve yeni insanlar tanımak da bonus oldu. Proje yöneticisi Hatice Kulak’ın proje hakkında verdiği bilgiler, Mardin’de yaşananlardan aktardıkları çok güzel anılardı. Devasa bir alanda özel bir bölümde depolanan ve dilekleri gerçekleştirmek üzere hazırlanmış yüzlerce armağan paketi, onlarca  bisiklet sahiplerine ulaştırılmaya başlayacak yakında. Toplantı başlamadan önce konukları beklerken, Dilek Ağacı’nın fotograflarını çektim, o arada 5 ayrı aile gelip ağaçtan dilekleri aldılar. Biz tekrar ağacın başına geldiğimizde onlar da hediyelerini bırakıyorlardı. Bu proje konusunda bilgi almak ve destek vermek için Capitol Dilek Ağacı‘na tıklayınız. Teşekkürler Capitol ekibi, hem nazik ağırlamanız, hem de bu güzel projeyi bıkmadan yürüttüğünüz için.


Wes Craven’dan SCRE4M

Çarşamba sabahı Maçka Cinebonus GMall’da Scream 4 öngösterimine davetliydim. İtiraf etmeliyim ki uzun süredir korku, hatta gerilim filmi bile izlememeye çalışıyorum. Daveti gördüğümde önce nazikçe geri çevirmeyi düşündüm, sonra ekte gelen basın bültenindeki kadroya bakınca dizilerde severek izlediğim oyuncuların olduğunu, sinopsise göz atınca da ilk filmi izleyen birinin bunu da kaçırmaması gerektiğini düşündüm. Kalabalık bir basın grubuyla birlikte salonda yerlerimizi aldık. Tanıyanlar bilir, sinemada en arka sıranın tam ortasındaki koltuklara oturmayı severim. Böylece hem bütün salona hakim bir açıda, hem de perdenin tam karşısında oturmuş olurum. Tabii bu kez iki sıra ötemde saygı duyduğum ve görüşlerine değer verdiğim eleştirmen Mehmet Açar’ın oturması hafif  huzursuz etmedi değil hani. Daha önceki basın gösterimlerinden birinde eleştirmen yazarlardan biri onların da hemen hemen en sevdiği oturma sistemi olan en arka sıraya yöneldiğimi görünce, kibarca film sırasında birşeyler yiyip yemeyeceğimi sormuştu, en kızdığım şeylerden biri olduğunu ve asla yemediğimi söylediğimde de özür dileyip “amatör” izleyiciler nedeniyle dikkatlerinin dağılmasından hoşlanmadıklarını eklemişti. Film hakkında çok fazla bilgi vermek istemiyorum heyecanı kaçmasın, izleyin kendiniz görün. Nedir, kimler var derseniz detaylara ŞURADAN ulaşabilirsiniz.Gerildim mi evet, kanlı sahnelerden rahatsız oldum mu evet, bazen sıkıca gözümü kapadım mı evet ve Mehmet Açar’dan utanmama rağmen yerimden zıpladım mı kesinlikle evet, hem de tam 3 kez. Bu kadar ipucu yeter, şimdi ben size biraz oyunculardan söz etmek istiyorum. Amerikan film sendikası kuralı sanırım her filmde veya dizide mutlaka 1 zenci, 1 hintli, 1 uzakdoğulu, 1 musevi ve bir de gay mutlaka olmalı. Hintliyi hatırlamıyorum ama uzakdoğulu filmdeki öğrenciler arasında, diğerleri da daha uzun sahnelerle filmde yer alıyorlardı. Friends’in Monica’sı Courteney Cox ve gerçek hayatta da kocası olan David Arquette, Party of Five dizisinin ağlamış suratlı Neve Campbell’ı, daha başarılı filmlerde göreceğimi umduğum ama henüz o çizgiyi yakalayamayan OC dizisi ve Mr&Mrs.Smith filminden hatırlayacağınız Adam Brody, Macaulay ve Kieran’dan sonra ailenin ramp ışıklarına aşina son ismi Rory Culkin, True Blood’un Sookie’si Anna Paquin, Veronica Mars dizisinden hatırlayacağınız Kristen Bell, Heroes’un ölümsüz ponpon kızı Hayden Panettiere,  dedektif Nancy Drew ile tanıyıp sevdiğim genç oyuncu Emma Roberts, Privileged dizisinden Lucy Hale, komik polis memuru rolünde The Departed filminden ve Scary Movie serilerinden hatırlayacağınız Anthony Anderson kolayca izleniyorlar.Yer yer gülümsediğim, oyunculukların çok üst seviye olmadığı ama sinemada büyük ekranda rahat izlenen bir filmdi Screm 4. 15 nisan cuma günü gösterime girdi, haftasonu sinema planlarınıza ekleyin. Gerilim ve korku severler, gelecek program olarak bir başka korku ustasının John Carpenter’ın The Ward (Koğuş) adlı filmi olduğunu görüp sevinecekler. Bana göre çok rahatsız edici olduğundan izlemeyeceğimden adım gibi eminim 🙂

Kader değiştirilebilir mi?

Bu cümlenin sorulduğu mesajı aldığımda “değiştirilebilir” diye düşündüm, hemen verilen linke tıkladım ve seçimimi işaretledim. Benim gibi düşünen pek çok insan, sadece işaretlemekle kalmamış, yaşadıklarından örnekler de vermişlerdi. Karşıt düşüncede olanlar da kendi deneyimlerini ve fikirlerini paylaşmışlardı, onları okumak yerine olumlu düşünceleri olanları okumayı tercih ettim.
Bu ilginç çalışma; Fikri Mühim ekibinin, Çağan Irmak’ın 19 kasım tarihinde gösterime girecek olan “Prensesin Uykusu” adlı yeni filmi için hazırladıkladıkları bir “ağızdan ağıza pazarlama” kampanyasıydı. Bir filmin vizyona girmesi öncesinde uygulanan ve katılımın rekor seviyede olduğu böyle keyifli bir çalışma için Renan Tavukçuoğlu şahsında bütün Fikri Mühim ekibini kutluyorum.
Dün öğle saatinde de filmin öngösterimi vardı. Değerli eleştirmen Attila Dorsay ve Çağan Irmak’ı bir köşede sohbet ederlerken görünce, kendilerinden izin alarak fotoğraflarını çekiverdim.
Büyük bir keyifle izledim filmi; konusu, oyunculuklar, Redd grubunun müzikleri bir bütün olup sarıp sarmalayıverdi beni. Film süresince Aziz ve Neşet karakterlerinin başına gelenlere kahkahalarla gülerken, aynı anda gözlerimden süzülen yaşlara da engel olamadım. Sizleri bilemem ama, sinema benim için eğlence demek. İzlediğim film; içimi daraltıp, ensemi karartıp, süngümü düşürmemeli. İzledikten sonra umut dolmalı içim, “evet ya, hayat güzel işte” demeliyim. Paramın karşılığı olmasından çok daha öte birşey, dört elle hayata tutunma duygusu vermeli..
Prensesin Uykusu‘ndan çıktığımda, tam da bu hisler içindeydim. Gösterime girdiğinde ıskalamamanız gereken bir film yapmış Çağan Irmak ve bütün ekip. Aziz, Neşet, Kahraman Amca, Hacer Ana karakterlerini saygıyla selamlıyorum, müthiş performansları için. Kadrodaki herkes harika, ama bu dört kişinin yeri ayrı. Işıl Yücesoy’un sedye ile hastaneye getirildiği kısacık sahnedeki bakışı da ödüllük bir bakıştı. Daha fazla söz edip, uyanınca okunması gereken bir masal olan bu filmin keyfini bozmak istemem.
Son olarak söylemek istediğim şey ise, Aziz’in deftere yazdığı paragrafın ders gibi okunması arada sırada.
“Kader değiştirilemez, değiştirilirse kader olmaz diyenler var. Olmasın varsın. Hiç bir şeyin değiştirilmeyeceği bir dünyada yaşamak ne umutsuzca olurdu öyle değil mi? Başına gelmiş kötü bir olay, öyle bir gün gelir ki olması gerektiği için olmuş ve daha iyi bir şeye neden yaratmıştır. Bilemezsin.”


Sayfalar:123456789