:::: MENU ::::

Gezi 8 Yaşında!

8 yıl sonra Taksim yine yasaklı, hatırlamaya ve hatırlatmaya devam edelim.
Biz bu direnişle birlikte, farklılıklarımızı hoş görmeyi yeniden ve derinden öğrendik. Her düşünceden insanın; ortak değerler için yan yana durup, birlikte direnebileceğini öğrendik. Yıllarca meydanlarda hepimizin hak ve özgürlükleri için hırpalanan, çeşitli sıfatlarla yaftalanan insanların ne kadar haklı gerekçeleri olduğunu öğrendik. Yine birlikte direnirken; sıradan günlerde aklımızın köşesinden geçmeyen sorunlara olağanüstü çözümler üretmeyi öğrendik. Bizden çok farklı görüşe sahip direniş komşumuz ibadet ederken, ona kalkan olup saldırılardan korumanın insanlık görevimiz olduğunu öğrendik. Çevremize daha fazla özen göstermeyi öğrendik. Konuşamayan dört ayaklı dostlarımızın, yanıbaşımızda bizlerle haksızlıklara karşı çıktığını öğrendik. Hayat kadını, gay ve travesti diye toplum dışına itilmeye çalışanların en yürekli, en sevgi dolu insanlar olduklarını öğrendik. Spor karşılaşmaları sırasında birbirlerini bir kaşık suda boğabilecek taraftarların gerektiğinde tek yürek olabileceklerini öğrendik. Bütün olumsuzluklara rağmen mizah yeteneğimizin ne kadar zengin olduğunu öğrendik. Ebeveynlerinin “ama çok tembel” dediği gençlerin; günlerce uykusuz, aç ve zehirli gaz saldırısı altında birer “superinsana” dönüşebildiğini öğrendik.
Güçsüz, kimliksiz denen kadınımızın zehirli gaz ve tazyikli su karşısında dimdik durabileceğini öğrendik.

Tepkisiz denilen bir kuşağın, özgürlükleri savunmak ve çevreye yapılan ağır saldırı karşısında ses vermek için apolitik kimliğini bir kenara bırakıp canla başla direnebildiğini öğrendik. Ununu eleyip ipe sermiş ve her fırsatta aşağılanan “yaşlıların” sokağa çıkıp, yılmadan yorulmadan gençlerle omuz omuza direnebildiğini öğrendik. Takma bacağını çıkarıp direnişe selam çakanların yıkılmadan dimdik durduğunu öğrendik. Evlerinden çıkamayanların gıda desteği, acil sağlık yardımı desteği, protestolarda tencere çalma görevlerine koştuğunu öğrendik. Sanatçı kimliğini bırakıp, vatandaş kimliğiyle alanlara koşup, gençlerle sabahlayıp, bilgi paylaşıp, provokasyonlara kapılmamaları için sakinleştiren, onlarla beraber gaz yiyerek destek olanları öğrendik.
Ve en güzeli de; emperyalist güçlere karşı Kurtuluş Savaşı’nı hangi ruhla kazandığımızı hatırlatan, hücrelerimizde saklanmış olan kodlarımızın varlığını öğrendik.
Hepinizi sevgiyle selamlıyorum güzel insanlar; işlerine gelmediği için her fırsatta aşağılamaya, suçlamaya çalışanlara tıkayalım kulaklarımızı, provokasyonlara itibar etmeyelim ve haklı direnişimizi yıllardır olduğu gibi onurla sürdürelim.


#Hıdırellez duası

Değerli dost İrem Afşin’in 2018 yılında yaptığı paylaşımdan alıntıdır. Suret kitabı hatırlattı bu sabah. Kendime not olsun diye düşünüp blog yazısı haline getirdim. Muhabbetle…

Üç Sulukuleli kadının #Hıdırellez duası????????Lazım olan alsın, yazsın, söylesin diye, her sene baharın en güzel ritüeli burada dursun????

“Bu gece Hıdrellez…
Tüm dilekleriniz gerçek olsun!

Sevdiğim kim varsa, kendim de dahil, sevebileceğim herkes de dahil…

Sağlığı iyi olsun. Kalbi ritmini çalsın. Yanakları kiraz pembesi, dudakları bal olsun. Teni sıcak kalsın, enerjisi dışına taşsın. Ciğerlerinden nefes, midesinden gurultu, bacaklarından güç eksik olmasın… Kanı bol olsun, damarlarında dönüp dönüp dolaşsın.

Sevdikleriyle bir arada olsun. Kolu kollarına değsin, gözü gözlerinin içine baksın. Lafları birbiriyle başlasın. Nesi varsa, bölüşücek biri olsun; nesi yoksa, bulup getirecek biri olsun. Bu birileri az ama öz olsun. Bazıları dünyada tek olsun. Sevgisinin tamamını harcasın. Harcasın ki, ona büyük bir miras kalsın.

Sevmekten bıkıp usanmayacağı biri olsun. Onun yeri ayrı olsun. Onu soysun, başucuna koysun ama yalan uydurmasın. O her şeyine, her haline tek tanık olsun. Bir hareketiyle güldüren, bir hareketiyle ağlatan olsun. Duyguların hepsi onda olsun. Kalbi buna teslim olsun. Bütün şarkılar onu anlatsın. Aşık olsun, sırılsıklam olsun. Kurumasın.

Yapmaktan bıkıp usanmayacağı bir işi olsun. Başarının gerçek adının bu olduğunu unutmasın. İbadet eder gibi, bu keşfini hergün yeniden kutlar gibi, onu yapıp dursun. Yaptıkça daha iyi yaptığını görsün. Daha iyi yaptıkça bunu başkaları da görsün. O başkalarının bunu gördüğünü, dış gözüyle görsün, iç gözüyle işine baksın.

Neşesi bol olsun. Kendini mutlu etsin, durduk yere neşelenmek nedir bilsin. İçinde birşey durup durup zıplasın. Duydukları, gördükleri onu gıdıklasın, kahkaha attırsın. Gürültü çıkarsın. Saçma şeyler söylesin. Çocuklukta en şımardığı ana, sık sık gidip gelsin. Nereye gidip geldiği bilinmesin.
Değiştirmek istedikleri değişsin.

İçte ve dışta, iyi günde ve kötü günde tadilat yapsın. Eskilerini atsın, ruhunu havalandırsın. Kapıda hep kamyonu dursun. Dilediği yere taşınsın. Kendinden taşınmak isterse, içindeki güç, dışındaki sevgi ona yardımcı olsun. Bileği, bütün alışkanlıklarıyla, bağımlılıklarıyla güreşsin.

Birşey ona sürpriz olsun. Günlerinden bir günü, bir pakete sarılı olsun. Açılınca, içinden hiç beklemediği güzel bir haber çıksın.

Bu gün üçyüzaltmışbeş’ten herhangi biri olsun. Öylesine bir pazartesi, arkaya kavuşturduğu ellerinde, unutulmaz bir salı saklasın. Öyle tahmini mümkün olmayan birşey olsun ki bu, hayatın zekasını anlatsın.

Bir hayali gerçek olsun. Bir hayale gözünü yumsun. Peşinden koşup, onu sobelesin. Hayalini kendinden saklamasın.

Bir çizgi filmde olduğunu, herşeyin mümkün olduğunu unutmasın.”


Egemenlik 101 yıldır kayıtsız şartsız “milletin” ve hep öyle kalacak!

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 101.Kuruluş Yıl Dönümü. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 23 Nisan tarihini; bu özel günü egemenliğimizi sonsuza kadar koruyacak olan çocuklara armağan ederek, milletimizin bağımsızlık uğruna verdiği muhteşem mücadelenin anılarının nesilden nesile aktarılmasını kolaylaştırmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti bir gecede kurulmadı. Karşılarına dikilmiş tam donanımlı emperyal ordulara rağmen Atatürk ve silah arkadaşlarının başardıklarını, küçük yaşlarımızdan başlayarak eğitimimizin her adımında öğrendik. Belki yeniden hatırlama zamanı gelmiştir.

“Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini ve kendi saadetini; memleketin, milletin saadeti ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur. “
25-26 Nisan 1922 Atatürk

“Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskaca bir varlık çıkaran meclisimizin, yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum. “
1922 (Atatürk’ün S.D. I, S.240)

Rahmetli dedemle birlikte Taksim Meydanı’na gider törenleri izlerdim çocukken. Uzun zamandır öyle görkemli kutlamalar ve törenler yapılmıyor artık, yasak. Hatta bir Taksim Meydanı da yok, vatandaşa yasaklanan granit ve beton yığını bir zevksizlik örneği var.

İçinizdeki çocukla birlikte 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı gönlünüzce kutlayın. Çocukları olanlar özellikle sizler; haydi hem siz, hem de çocuklarınız en güzel giysilerinizi geçirin üzerinize, birlikte şarkılar söyleyip oyunlar oynayın. Çocuklarınızla çocuk olun, onlara bu bayramın önemini ve neden çocuklara armağan edildiğini mutlaka anlatın. Ülkenin durumundan endişe ettiği hakkında sürekli söylenen ebeveynler, özellikle sizler haydi kımıldayın; varsın sokağa çıkmak yasak olsun, dışarı çıkmadan da eğlenilip öğrenilebilecek keyifli etkinliklerle hem çocuklarınıza, hem kendinize hatırlatın çocukluğunuzu.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, hepimize kutlu olsun.


Gençliğe Hitabe…

Ey Türk gençliği !

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
20 Ekim 1927


İnsanın Kaynağı Kendi Ruhudur

Ruhumuzu yoran, yüreklerimizi daraltan zorlu zamanlardan geçiyoruz her birimiz. Gördüklerimiz, duyduklarımız ve okuduklarımız nefes almamızı zorlaştırmışken, çaresizce çırpınmak yerine ruhumuzu sakinleştirmenin, kaynağa dönmenin yollarını bulmalıyız. Kendimi sakinleştirmenin en kolay yolunun nefesime odaklanmak olduğunu öğrenmek yıllardır işime yarıyor. Bazen öyle şeylere tanık oluyorum ki, odaklanmakta zorlanıyorum. Hemen kulaklıkları takıp, ruhuma en iyi gelen müzik türü olan Bossa Nova melodileri dinlemeye başlıyorum. Uzun zaman önce okuduğum kitapların sayfalarını çevirip, ruhumu sakinleştiren satırlara kaptırıyorum kendimi. Aşağıda okuyacağınız satırlar da böyle bir yürek daraltan zamanda yeniden elime aldığım Ercan Kesal’ın “Cin Aynası” kitabının bir bölümünden alıntıdır. Şifa olsun okuyanlara da…

90 lı yıllar. Çağlayan Camii’nin hemen yanındaki iş merkezinin ikinci katına kurmaya çalıştığım polikliniğe röntgen cihazı gerekiyordu. Alçıpancılarla uğraşmaktan fırsat bulduğumda gazete ilanlarına bakıyordum. “500 mili amper, çift tüp, tek masa.” Gittim, gördüm. Cihaz eski ama işe yarar gözüküyor. En iyi tarafı da fiyatı. Pazarlığı bitirdik ve aldık aleti. Taşıma sürecinde anladım ama nasıl bir belaya bulaştığımı. Cihazı bulunduğu yerden benim merkeze taşımak için, Fatih’in karadan gemileri yürütme formülünü uyguladık. O kadar ağır ve biçimsiz. Neyse sonunda cihazın kurulup çalıştırımasına gelmişti sıra. Bu işleri o zamanlar İstanbul’da sadece bir kişi yapıyordu. Ömer Usta! Her zamanki sakin haliyle geldi, baktı. Aleti ilk görüşte tanıdığını hemen anlamıştım. “Hıı!” dedi, eski ve çok sevmediği bir dostunu, hiç beklenmedik bir yerde görmenin ruh haliyle. “Bu bizim Ukraynalı,” dedi. Sonra da bana dönerek birkaç cümlede açıkladı durumu: “Ecevit zamanında Ukrayna’ya kuru üzüm verdik, onlar da bize yirmibir tane röntgen cihazı verdiler. Bu senin alet de onlardan biri. Bir ara Denizli’deydi, demek buralara düşmüş.” Röntgen cihazından değil de, Sabahattin Ali hikayelerinin oturak alemlerine düşmüş geçkin kadınlarından söz ediyor mübarek. “İyi işte abi,” dedim, sıkıntımı belli etmemeye çalışarak. “Makine senin, çalıştır, ver bana, ” diye de devam ettim, kadının düşmüşlüğüne aldırmadan evlenmeye karar vermiş vicdanlı bir ses tonuyla. Ömer Usta cihazı iki günde kurdu. Sıra deneme çekimi yapmaya gelmişti ki beni çağırdılar. Kaset yerleştirildi, ışıklar kapandı, Usta düğmeye bastı. Hiçbir şey yok. Sağını solunu kurcalayıp bir daha, yok… Cihaz çalışmıyor. O gün akşama kadar uğraştı Ömer Usta. Cihaz çalıştırılamadı. Ertesi gün geldiğimde röntgen odasının zeminine kocaman bir brandanın serildiğini ve Ömer Usta’nın iki oğluyla birlikte bizim röntgen cihazini en ufak vidasına kadar parçalayıp yere serdiğini gördüm. Her parça numaralanıp, işaretlenmişti. Ara sıra yaptığım ümitsiz ziyaretlerin birinde Ömer Çoban’ın elindeki Kiril alfabeli bir şema kitabına bakarak cihazı yeniden ve baştan kurduğunu anladım. Bir hafta içinde, tüm parçaları hiç değiştirmeden ve müdahele etmeden elindeki şemaya göre bir araya getirdi ve beni de çağırarak düğmeye bastı. Cihaz çalışıyordu! “Bakın doktor bey. Biz bu cihaza hiçbir müdahelede bulunmadık. Ne yaparsak yapalım çalışmıyordu. Bu yüzden parçaladık ve yeniden kurduk, ama elimizdeki şemaya göre. O zaman çalıştı. Çalışmama sebebini bulamazsan boz, parçala ve kaynağına bakarak yeniden kur. Hiçbir şeyini değiştirmene gerek yok. O çalışır.” Psikanalitik bir süreçten söz ediyordu Ömer Usta. Duvarı yıkıp, taşları yeniden örmek gibi bir şeydi yaptığı.
“Rüyalarımızda başka bir dünya gördük, şu an yaşadığımızdan daha adil ve dürüst bir dünya. Bu hayali gerçekleştirmek, koltuklarımızda oturmak, evlerimizi aydınlatmak, mısır tarlalarımızda büyümek, çocuklarımızın kalplerini doldurmak, terimizi silmek ve tarihimizi iyileştirmek için harekete geçtik. Hepsi bu kadar. Tüm istediğimiz bu. Ne daha fazla, ne de daha az. Şimdi yolumuzda doğru ilerlemek için kalplerimize soruyoruz.” demişti Subcomandante Marcos…

Rüyalarımızı kalplerimizden başka soracağımız hiç kimsemiz yok. Odamızın ortasına düşen güneşin farkında mıyız? Yolumuzu kaybetmişsek, kaynağa dönmemiz lazım. İnsanın kaynağı kendi ruhudur. O halde kaynağa ruhumuza…

Cin Aynası, Ercan Kesal – 2016 İletişim Yayınları

 

 

 

 

(Yazının başında gördüğünüz fotografı, 2017 Eylül ayında Ayvalık Artur’da Cemile arkadaşımın evinde konuk olarak kaldığım günlerden birinde, akşamüstü yürüyüşüm sırasında çekmiştim. Huzuru simgeleyen en güzel anlardan biri olduğu için yazıya eşlik etmesini istedim.)


Gençliğe Hitabe

 

Ey Türk gençliği !

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
20 Ekim 1927


My Soul Has A Hat

Beautiful poem by Mario de Andrade (San Paolo 1893-1945) Poet, novelist, essayist and musicologist. One of the founders of Brazilian modernism.

MY SOUL HAS A HAT

I counted my years and realized that I have less time to live by, than I have lived so far.

I feel like a child who won a pack of candies: at first, he ate them with pleasure but when he realized that there was little left, he began to taste them intensely.

I have no time for endless meetings where the statutes, rules, procedures and internal regulations are discussed, knowing that nothing will be done.

I no longer have the patience to stand absurd people who, despite their chronological age, have not grown up.

My time is too short: I want the essence; my spirit is in a hurry. I do not have much candy in the package anymore.

I want to live next to humans, very realistic people who know how to laugh at their mistakes and who are not inflated by their own triumphs and who take responsibility for their actions. In this way, human dignity is defended and we live in truth and honesty.
It is the essentials that make life useful.

I want to surround myself with people who know how to touch the hearts of those whom hard strokes of life have learned to grow with sweet touches of the soul.

Yes, I’m in a hurry. I’m in a hurry to live with the intensity that only maturity can give.

I do not intend to waste any of the remaining desserts. I am sure they will be exquisite, much more than those eaten so far.
My goal is to reach the end satisfied and at peace with my loved ones and my conscience.

We have two lives and the second begins when you realize you only have one.

 

 

 

 

Image source: http://www.vam.ac.uk/content/articles/h/hats-an-anthology-by-stephen-jones/


Yeni Bir Seneye 2021’e Merhaba

Yine, yeni bir yılı karşılamaya hazırlanıyoruz.. Bilinmezliklerden mi, umutlardan mı olduğunu çözemediğimiz ürpermeler var ruhlarımızda. Yüreklerimiz hayallerimizin gerçek olabileceği heyecanıyla çarpıyor.
2020 yorucu bir yıl oldu herkes için. Sağlık sorunlarıyla cebelleştik, sevdıklerimize sarılabilmeyi özledik, kayıplar yaşadık bolca, işsiz kalanlar oldu.
Şimdi yeni bir yılın getireceklerine odaklanma zamanı; geçmişe takılıp kalmanın yararı yok, gelecek günlerin belirsizliğini coşkuya çevirmek elimizde. Her sabah huzurla uyanıyorsanız umudunuzu kaybetmek anlamsız. Sağlıkla nefes aldığınız her an, zorluklarla başa çıkabileceğiniz anlamına geliyor, yeter ki isteyin ve çaba harcayın. Hayatınıza dışarıdan bakmaya çalışın, tabii objektif olarak bakın; varlığına şükredeceğiniz her şeyi not edin, aklınıza her geldiğinde sahip olduklarınız için teşekkür edin ve daha iyilerini istemeye, onlara ulaşmak için çalışmaya devam edin. Kendinizde değiştirmek istedikleriniz için de ayrı bir liste yapın ve yıl boyunca bunlar üzerinde çalışın.
Kızdıklarınız, hırslandıklarınız, sinirlendikleriniz olabilir; şimdi onları affetme zamanı, ruhunuzda ve bedeninizde yarattıkları yıkıcı etkilerden kurtulma zamanı. Kolay olmayabilir, ama deneyeceksiniz ve adım adım ilerleyeceksiniz. Affetmeyi başardıkça üzerinizdeki yükler hafifleyecek, ruhunuz özgürleşecek, huzurlu hissedeceksiniz.
Gününüze aynada kendinize gülümseyerek başlamaya çalışın, kendinizi sevin, siz tek ve biriciksiniz, sizden bir tane daha yok, bana inanmazsanız retina ve parmak izinizi inceleyin. ????
An’da kalmaya çalışın, geçmiş yaşandı bitti geri getiremeyiz, gelecek bir gizem; nelerle karşılaşacağımızı bilemeyiz, ama “an” tamamen bize ait, onunla ne yapacağımıza karar vermek de bize ait.
Yeni yılda mutsuzlukları görev edinmek yerine, yaşadığınız her an’a şükredin ve “Sonsuz Şimdide Olmaya” niyet edin.
Hepinize; sevdiklerinizle birlikte ağız tadıyla ve bolluk-bereketle geçecek harika bir yıl diliyorum.
Muhabbetle…

 

Görsel kaynağı  :  https://tr.pinterest.com/pin/527624912563879284/


24 Kasım Öğretmenler Günü Kutlu Olsun

Kız kardeşim Bilge Mintaş’ın, kuzenim Zerrin Bıçakçı’nın, can dostlarım Didem Özbahçeci Sönmez ve  Sedef Örsel Özçelik’in, değerli eğitmen dostlarım Selva Şentürk, Gülcan Arpacıoğlu, Emine Arıkan, Ebru Baranseli, Sinem İnce, Seda Tezoler, Şeyda Taluk, Hatice Tuğsavul, Okşan Ocaktürk, Şule Özmen, Uğur Özmen, Süleyman Sönmez, İsmail Hakkı Polat ve yıllar içinde tanıdığım. değer verdiğim bütün eğitmen dostlarımın 24 Kasım Öğretmenler Günü kutlu olsun.

Bana emeği geçen, hayatta olan ve olmayan öğretmenlerim; hepinize teşekkür ederim. İyi bir insan olmayı önce, ilk öğretmenim olan rahmetli anneciğimden öğrendim, üzerine kendi kişiliğimi inşa ederken de sizler yol gösterdiniz bana.

Yaşadıkları zorluklara rağmen; öğrencilerine ışık olmaya çalışan bütün öğretmenlere teşekkürler, yarınlar için umut olacak gençler sizlerin desteği ve rehberliğiyle yetişecekler.
Öğretmenler Günü kutlu olsun.


Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü Saygıyla Anıyoruz…

Atatürk’ü yok sayanlara, adını ve yaptıklarının izlerini silmeye çalışanlara inat; sözlerini ve öğrettiklerini paylaşmaya devam.

“Büyük olmak için hiç kimseye dalkavukluk etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın.

Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin.

Herkes sana karşı çıkacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, fakat sen buna dayanıklı olacaksın, önüne sonu gelmeyen engeller çıkacaktır.

Kendini büyük değil; küçük, zayıf, kimsesiz ve araçsız kabul edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanmış olarak bu engelleri aşacaksın.

Bundan sonra da sana “BÜYÜKSÜN” derlerse bunu söyleyenlere güleceksin!. “

Mustafa Kemal Atatürk


Sayfalar:1234567...58